25 Kasım 2021 Perşembe

Bir mRNA aşı devrimi gerçekleştiren çiftle tanışın - Söyleşi

Zayıflatılmış, etkisizleştirilmiş virüs, bakteri vücuda verilir. Bağışıklık sistemi bunları tanıyıp, onlara karşı savunmayı öğrenir. Bildiğimiz “aşılamak” budur. Vücut, gerçek virüsle, bakteriyle karşılaştığında artık savunmayı biliyordur. Hep geçerli olan bu aşılama tekniğini Uğur Şahin ve Özlem Türeci değiştiriyorlar. Vücudun, virüse karşı savaşacak en ilgili antikorları üretmesini sağlıyorlar. Aşı, bu teknikle daha hızlı oluşturulabiliyor. Vücudun bağışıklık sistemi daha hızlı hazır hale gelebiliyor. Yani sadece Covid-19'a karşı değil, her türlü virüse, bakteriye karşı kullanılabilecek yeni bir aşılama tekniği oluşuyor. Hatta, bağışıklık sisteminin kanserli hücrelerle bile savaşmasını sağlayabilecek aşıları geliştirdiklerini yakın gelecekte duyabiliriz.


Chris Anderson: Sanırım bundan 20 yıl önce kurduğunuz ilk şirketin amacı, kanseri yenmek için insanın bağışıklık sisteminin gücünü kullanmaktı.
Uğur Şahin: Kanser ve diğer hastalıklarla savaşmak için hastanın bağışıklık sistemini kullanmak bizim için hep önemliydi. İmmunolog olarak bağışıklık sisteminin ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Ancak şunu da gördük ki insan bağışıklık sistemi, kanser vakalarında, kanser hücreleriyle savaşmıyordu. Savaşabilirdi ama savaşmıyordu. Bu yüzden immüno terapiler geliştirmek istiyorduk. Yani bağışıklık sisteminin gücünü kullanan ve bu gücün, kanserli hücrelerle savaşmasını sağlayan tedaviler. Üniversite ortamında, monoklonal antikor geliştirmeye devam edemeyeceğimizi anladık, çünkü monoklonal antikor geliştirmenin maliyeti, klinik bir teste başlamadan bile 20-30 milyon avro arasındaydı. Biz de finansman alacak bir şirket kurmaya karar verdik.

CA: Pekâlâ, bu olağanüstü RNA molekülünden konuşalım, bu konu nasıl ilginizi çekti ve nasıl işinizin odağı oldu. Ve tabii, BioNTech’in kuruluşuna nasıl yön verdi. Bundan bahseder misiniz?
UŞ: mRNA doğal bir molekül, yaşamın ilk moleküllerinden biri. Genetik bilgi taşıyan bir kurye. Ancak DNA’ya kıyasla stabil değil. İnsan hücrelerine bilgi transferi için kullanılıyor. İnsan hücreleri de bu bilgiyle proteinler yapabiliyor, bunlar da tıbbi tedaviler için kullanılabiliyor. Örneğin bir aşı proteini yapmak için veya antikor olan bir protein yapmak için veya başka bir ilaç olan bir protein yapmak için. Bu molekül sınıfı bizi büyülemişti çünkü şu çok açıktı ki mRNA çok hızlı üretilebiliyordu, birkaç gün içinde. Biz de doktorlar olarak kişiselleştirilmiş ilaç konusuna çok ilgiliydik. Yani bir kanser hastası için özel olarak tasarlanmış tedavi ve immüno terapi çünkü kanser tedavisindeki zorluklardan biri her hastanın farklı bir tümörü olması. Aynı tip tümöre sahip iki hastaya ait iki tümörü karşılaştırdığınızda benzerliğin yüzde 3′ten az olduğunu, tümörün yüzde 97 benzersiz olduğunu görürsünüz. Bir hastanın tümörünü tanımlayabilmek bugün hâlâ mümkün değil. İşte bu yüzden, immüno terapi olarak kullanılabilecek bir teknoloji arayışındaydık, ayrıca mümkün olan en kısa zamanda bir tedavi geliştirmede kullanılabilecek bir teknoloji. Tümörün genetik dizilimini alabileceğimiz ve buna göre birkaç haftada kişiselleştirilmiş aşı yapabileceğimiz bir fikir doğdu.

Özlem Türeci: mRNA’nın büyük bir avantajı çok yönlü olması. Uğur’un söylediği gibi çok sayıda mesaj iletebilirsiniz. Bir yandan, o hücrede üretilmesini istediğiniz proteinin bir taslağını iletebilirsiniz. Ama aynı molekül içinde, bu proteinin nasıl oluşması gerektiğini de mRNA içine tasarlayabiliyorsunuz, hücrenin protein yapı taşlarına talimat vererek. Yani bu proteinin, yüksek miktarda veya uzun süreli oluşturulması kararını verebiliyorsunuz, hücre içinde bu proteinin farmakokinetiğinin nasıl olacağını.

CA: T-hücresinin, aşınıza nasıl yanıt verdiğine dair bir slaytınız var. Bunu gördüğünüzde, süreçte hangi aşamadaydınız? Ve böylesi muhteşem bir tepkime gördüğünüzde çok şaşırdınız mı?
ÖT: Bunu zaten hayvan modellerinde görmüştük çünkü aynı zamanda bağışıklık tepkimesini ölçmek için varlar. Bu slaytta görünen, sol tarafta bir lenf nodülü, hiçbir RNA tedavisi veya aşısı olmamış bir model. Sağ tarafta ise, tedavi alan bir organizmanın lenf nodülü. Örnek bir hayvana ait. Lokalizasyonun da önemi var. RNA nano partikülleri, lipit kapsülleri içinde bir araya getirdik, böylelikle mRNA lenf nodüllerine taşınabildi, herhangi bir yer değil, lenf nodüllerine taşınıyor ve lenf nodüllerinde dendritik hücreler dediğimiz çok özel bir hücreye ulaşıyorlar. Bu hücreler bağışıklık sisteminin koçları. Tüm diğer özel kuvvetleri göreve çağıran ve suçluyu yakalamak için onları eğiten bir komutan gibi. Bu hücrelere ulaşabilmek çok önemli. Sağ tarafta, bu hücrelere ulaşmanın etkilerini görüyorsunuz. Çok sayıda kırmızı nokta var. Bunlar, antijeni tanımak için eğitilmiş T hücreleri, yani mRNA’nın getirdiği protein. Klonlardan oluşan bir orduya dönüştüler. Bu kırmızı noktalar, tek bir amacı olan bir ordu, mRNA tarafından kodlanmış bu spesifik proteine saldırmak.

CA: Son 100 yıl içinde insanlığı etkileyen en tehlikeli patojenin dizilimini yalnızca birkaç gün inceleyerek birkaç aşı adayı ortaya çıkarabildiniz. Ve sanıyorum ki sonraki haftalarda ve aylarda bunun işe yarayacağına dair duyduğunuz güven arttı. İnsan denemelerinin sonuçları gelene kadar da -- sanırım geçen yıl Kasım ayıydı -- tam emin olamadınız. O andan bahseder misiniz?
ÖT: Bir Pazar günü bu sonuçları bekliyorduk, bağımsız bir komite tarafından yapılan bu denemelerin değerlendirmesi. Uğur dedi ki, ″Bu verilerin ne yönde çıkacağına bir bakalım.″ Olumlu mu olumsuz mu olacağı belli değildi. Sonuç çıkınca da rahatladık. Aşının etkili olduğunu hatta yüzde 90 üzeri bir oranla oldukça etkili olduğunu duymak çok güzel bir histi.

CA: Bu sefer olanlardan yola çıkarak ve tabii daha önceki aşı çalışmalarına kıyasla inanılmaz bir hızla olduğunu da eklersek, Başka bir virüsün tehdidi altına girersek, eğer gerekirse aşı için gereken zamanı hızlandırabilir miyiz?
UŞ: Evet, Chris, bu harika bir soru. Aslında dünya bir pandemiyle yüzleşmeye hazır değildi. Bilim ve aşı geliştiriciler mükemmel bir edayla yanıt verdi. Pandemi hâlâ sürerken 12 aydan kısa bir süre içinde etkili bir aşı bulmak inanılmaz. Ancak şu an karşı karşıya olduğumuz zorluk, yeterli üretim kapasitemizin olmaması. Teoride bir sonraki pandemi için hazır olmamız gerek, sadece ışık hızında bir aşı geliştirmek için değil ayrıca ışık hızında aşı geliştirip dağıtabilmek için. Şu an ihtiyacımız olan şey elimizde olmayan ek bir element: Üretim kapasitesi. Ve hazır bekleyecek bir üretim kapasitesi. Kendimizi öyle bir pozisyona getirebilmeliyim ki 12 milyar doz aşıyı üretebilelim, ardışık iki doz stratejisini düşünürseniz, altı aydan kısa süre içinde. Bu teknik olarak mümkün. Hükûmetler ve uluslararası organizasyonlar üretim kapasitesine, hazır beklemede kapasiteye yatırım yaparsa bunu başarmakla kalmayıp aşı çalışmalarını daha da hızlandıracak standart bir süre ve süreç bilgisine de sahip oluruz. Yani teoride, sekiz aydan bile daha kısa süre içinde bir aşı yapıp bunu dağıtmayı başarabiliriz.

CA: mRNA teknolojisini kanser ve diğer hastalıkların tedavisinde kullanmak konusunda geçen yıl yaşananlar size ne tür bilgiler veriyor? Bu nasıl bir yol izliyor?
UŞ: Şu an sahip olduğumuz şey, onaylanmış bir teknoloji ve onaylanmış bir ürün. Koronavirüs mRNA aşısı, mRNA’nın gücünü ve bu yaklaşımın güvenli olduğunu gösteriyor. Ek olarak, yeni bir teknolojiye ve yeni tedavi yöntemlerine kapı açıyor. Şu an kanser için kullandığımız mRNA molekülleri -- klinik geliştirmede şu an 10′dan fazla ürünümüz var -- kanserin farklı türlerine karşı çeşitliler. Bulaşıcı hastalık aşıları konusunda sahip olduğumuz başarının kanser immünoterapisinde de kullanılacağına güveniyorum.

UŞ: Düşündüğünüz zaman, hastalık denen durum, hücreler arası iletişimin bozulmasıdır. Örneğin oto immün hastalık, bağışıklık hücrelerinin normal hücrelere saldırması durumu. Ve gerçekten de bağışıklık sistemine bunu durdurmasını öğretecek haberci RNA terapileri tasarlayabiliriz. Üstelik tüm bağışıklık sistemini kısıtlamadan ve yalnızca saldırı yapan bağışıklık hücreleriyle iletişim kurarak. Daha fazla hassasiyet oranıyla daha spesifik olabiliriz.

CA: Son iki yıl içinde BioNTech’in başarısı, yaşanan harika gelişmeler neticesinde sanırım şirketin değeri tavan yaptı. Bu ikinizi de inanılmaz varlıklı yaptı, sanırım şu an ikiniz de milyardersiniz. Bunu deneyimlemek sizin için nasıl oldu? Bazen çok fazla para beraberinde çok sorun getiriyor. Bu bir dikkat dağınıklığı yaratıyor mu?
ÖT: İnovasyonu, temel görevi edinmiş bir şirket için çok fazla para hiçbir zaman sorun olmaz. Çünkü inovasyon demek yatırım demektir. Yoksa yalnızca iki tür ürün veya yüksek tıbbi ihtiyaçların çözümü için kademeli gelişim olurdu.
UŞ: Bu bize şirketimizi dönüştürmek için bir fırsat veriyor. Bu işe atıldığımızda -- 2020′nin başında içinde bulunduğumuz durumla kendimizi kıyasladığımızda klinik denemelerde bir grup ürün adayımız vardı fakat şirket her yıl veya iki yılda bir finansmana ihtiyaç duyuyordu. Şimdi ise şirketin tam vizyonunu gerçekleştirebileceği bir durumdayız. BioNTech’i karşılanmayan aşırı tıbbi ihtiyaç olduğu zaman yeni tür tedaviler sunmak için kurduk. Ama şimdi bunu daha geniş ölçekte yapabiliyor ve inovasyonları hastalara daha hızlı getirebiliyoruz.

2 Kasım 2021 Salı

Milyar Dolar'lık Kod - Sahne

 

Birkaç Alman programcı Terravision adında bir proje geliştirirler. Yıl 1995'tir. Dünyanın istenilen bir bölgesini kuş bakışı görmek mümkün oluyordu. Bir süre Google'ın programcılarıyla görüşürler. Projenin yazılım kodlarını gösterirler. Google'la işbirliği yapmayı hayal ederler. Ama bağlantı devam etmez. Birkaç yıl sonra Google'in Google Earth'i sunduğunu görürler. Şaşırırlar. Google Earth, Terravision'dan doğmuştur sanki. Google Earth'in, Terravision'ın yazılım kodlarını kullandığını iddia ederler. ABD'de patent ihlali davası açarlar. Ama bekledikleri gibi sonuçlanmaz. Mahkeme, Google Earth'de Terravision'dan farklı bir yazılım yöntemi kullanıldığına karar verir. Bir patent ihlali olmadığına karar vermiştir.

Google Earth'ın kodlarının ne kadarı Terravision'a benziyordu. Gerçekten büyük bölümünü kopyalamış mıydı Google!

Şöyle düşünelim. Hazırlamak neden birkaç yıl sürdü, eğer kodları kopyaladılarsa. Hemen ertesi yıl Google Earth'ı sunabilirdi Google. Google Earth 2001'de yayınlandı, oysa Terravision 1995'de tanıtılmıştı. Mahkemenin hatalı karar verdiğini varsayalım. Dizide değinilmeyen bir husus var. Terravision'ın geliştiricileri, davayı temyize götürürler. Çok fena hayal kırıklığına uğrarlar. Önceki mahkemenin kararı onaylanır. Üstelik patentleri de iptal edilir. Üst mahkemenin de hatalı kararı tekrarlama olasılığı var mıdır!

Mahkeme kararları şöyleydi:

Mayıs 2016'da, Birleşik Devletler Delaware Bölge Mahkemesi jürisi, "SRI TerraVision" olarak bilinen bir Stanford Araştırma Enstitüsü (SRI) coğrafi görselleştirme sisteminin Terravision'dan daha önce kullanıldığını tespit etti.(1)

Ekim 2017'de Federal Devre Temyiz Mahkemesi bu kararı onayladı ve Art+Com'un patentini geçersiz kıldı.(2)

Terravision'ın geliştiricileri, Google'in kendi yöntemlerini kullandığını iddia ediyorlardı. Ama kendilerinin Stanford Araştırma Enstitüsü'nün yöntemini kullanmaları oldukça ironik olmuş. Belki patentli bir yöntemi kullandıklarının farkında değillerdi. Sonuçta patentleri geçersiz olur.

Google'dan kendi patentleri kapsamında bir lisans almasını istemişlerdir. Bu gerçekleşmemiştir. Belki ufak tefek ilhamlar mı vardı sadece! Acaba bu Alman programcılar, yaptıkları projeye çok fazla anlam yüklemiş olamazlar mı! Dolayısıyla beklentileri çok yüksekti. İşte bu yüzden böyle hayal kırıklığına uğramış olamazlar mı!


Kaynaklar:
    1. Terravision (bilgisayar programı)
    2. Terravision (bilgisayar programı)

29 Ekim 2021 Cuma

Dün temsil ettiğim şirketin ve grubun sonuçları hatırlanmamak üzere tarihe karışmıştır - Alıntı

Ne yazık ki ne güvenliğin taşerona geçmesini önleyebildim ne de daha sonra çatallı kaldırıcı (forklift) operatörlerinin ve de ambar çalışanlarımızın geçişini. Gidişat belli idi ve benim sistemde bunu durduracak gücüm kalmamıştı. Bu yapılanların ilk adımlarında, ambar ve diğer bölümlerdeki çalışanlarımızın tasfiye edilmesinden evvel, aşkım haline gelmiş şirketimden ve çocuklarımdan artık ayrılma zamanının geldiğini anladım.

Burada vurgulamaya çalıştığım önemli nokta, benim işten ayrılma sürecim değil, güven duygusudur. Amirim olan kişi veya onun üstündekiler ne benim fikirlerimi sordular ne de benim fikirlerimi dikkate aldılar çünkü aramızda güven kalmamıştı. Güvenin kalmadığı bir ortamda da ayrılık çanlarının sesini duymamak mümkün gözükmüyordu.

İş konseylerine katılmaya, sosyal girişimleri öne çıkarmaya vaktim yoktu, benim en önemli ve tek hedefim her gün birlikte çalıştığım takım arkadaşlarımdı, tüm vaktimi onlara vermemi fazlasıyla hak ediyorlardı. Beni bu sisteme amir durumunda olanlar dahil etmiş olmayabilirdi ama bu arkadaşlarımın aldıkları sonuçlar beni o koltukta tutacaktı. Çalıştığım gençleri korumayı başaramıyorsam o zaman onlardan evvel ben bu sistemden ayrılmalıydım.

Senelerce elemanlarımıza, işlerini mükemmel yaptıkları sürece hiç kimsenin onlara karışmayacağını, bir genel müdürmüş gibi davranmalarını tavsiye edip durdum. Herkese bu güveni verdikten sonra onlar işten çıkarılırken benim şirkette kalmaya devam etmem iki yüzlülükten başka bir şey olmazdı.

Benim için bir hobiden farksız olan işimin son dakikası gelmişti. Maç artık bitmek üzereydi, ya eski söylediklerimi ve elemanlarımıza verdiğim vaatleri unutacaktım ya da kendimle barışık kalabilmek için gerçekleri kabullenip zor kararı verecek ve kendi çocuğum olarak gördüğüm bu “bebekten” ayrılacaktım.

Tamay ve ben gelişimizin üzerinden geçen dokuz sene sonunda bu sistemden ayrılırken Ankara ve doğu bölgesinde bulduğumuz kültür ile bıraktığımız kültür arasında dünyalarca fark vardı. Birçok yönden devlet kültürünün baskın olduğu bir durumda ele aldığımız şirketi, özel şirketler içinde ürün ve hizmet kalitesi ile dünya çapında öne çıkarmış, kişisel disiplini herkes tarafından kabul edilen, sadece elemanlarına ve bayilerine değil, binlerce küçük esnafa eğitim vermiş örnek bir teşkilat olarak başkalarına bırakmıştık.

Ocak 1995 yılından 2004 yılının ilk gününde şirketten erken emeklilik haklarımı alıp ayrılana kadar Coca-Cola’da çalışmıyordum, Coca-Cola adındaki bu enayi şirket, hobimi yaparken bana bir de para ödüyordu! İroni ve kuru esprim bir yana, bu şirket ve köklerimi araştırmak için geri döndüğüm bu ülkede geçirdiğim seneler, benim için bir aşk macerası, kariyerimin en güzel günleri olmuştu. Bugün duyduğum en büyük gurur, aldığım en büyük haz, bizim yarattığımız ekolde eğitim alan genç hanım ve beylerin kariyerlerinde yarattığımız pozitif etki ve Coca-Cola İçecek’ten ayrılmış da olsa kendi şirketini kuran veya başka şirketlerde başarılar elde eden arkadaşlarımızın gelişmelerini görmek olmuştur.

Dün temsil ettiğim şirketin ve grubun sonuçları hatırlanmamak üzere tarihe karışmıştır; ne ben ne de başkaları o rakamları tekrar konuşacağız. Hatırlasam bile ne fark eder? Ama o yetiştirdiğimiz gençler var ya o gençler, hâlâ bana gurur veriyor. Onlar beni aradıkça, halimi ve hatırımı sordukça belki de yaptığım o görev sayesinde bazı hayatlara beklenmedik bir katkıda bulunduğum aklıma geliyor. Zaten Ansan’da genel müdürlük imkânı bana tanındığında esas misyonum hiçbir zaman para kazanmak olmamıştı. Kitabın başında da belirttiğim gibi amacım, anılarda kalarak bana ikinci hayatı veren anneme, babama ve anneanneme birazcık da olsa borcumu ödemeye çalışmaktan ibaretti.


Alıntı: Su'dan Cola'ya


Bir şeyler başaracaklarına inanan insanlar vardır. Yüksek motivasyonla çalışırlar. Zamanlarının çok büyük bölümünü ayırırlar. Ama sonra, bazıları uğraştıkları konuya yetişemeyeceklerini fark edebilirler. Boşluğa düşebilirler. Hayal kırıklığına uğrayabilirler! Ama belki kafaya takmamak gerekir. Çünkü bir şeyler başaran bazı insanların bile tam bir tatmin duygusu yaşamadıklarına tanık oluyoruz! Şirkette yarattığı değerlerin yok olmaya başladığını yazıyor. Şirkete kazandırdığı sonuçların hatırlanmamak üzere tarihe karıştığını vurguluyor Faik Byrns! Ortada övünebileceği pek bir şey kalmamıştır. Yüksek bir motivasyonla zamanını feda etmeye değmiş midir acaba! Elinde gurur duyabileceği ne vardır. Belki kendisinden bir şeyler öğrenmiş şirkette çalışmış gençler olabilir sadece!

21 Ekim 2021 Perşembe

Yiyeceklerimizin Genleriyle Oynama Meselesi - Konferans

Doğada saf yiyecek var mı? Yiyeceklerin saf halleri, gerçekten hâlâ insanlara hoş gelir miydi! Pirinç geliştirilerek nasıl daha yararlı yapıldı! Yoksa tüm bunlar komplonun bir parçası mı? Eroin stratejisi böyle. Siz ürünü ekersiniz ve insanların bu tohumlara bağımlı olmaktan başka şansı yoktur!


Pamela Ronald:
İlk olarak, kocam Raoul ile tanışın. Kendisi organik tarım yapan bir çiftçidir. Çiftliğinde, çeşitli mahsüller ekiyor. Bu çiftliğini sağlıklı tutmak için yapılan ekolojik çiftçilik uygulamalarından biri. Aldığımız tepkileri hayal edin: "Gerçekten mi? Organik tarımcı ve bitki genetikçisi mi? Hiç anlaştığınız oluyor mu?"
Aslında, evet. Ve zor da değil çünkü amacımız aynı. Çevreyi daha fazla tahrip etmeden büyüyen nüfusun beslenmesine yardım etmek istiyoruz. Zamanımızın en büyük sıkıntısı bence bu.

Aslında genetik modifikasyon yeni değil. Hemen hemen yediğimiz her şeyin bir şekilde genetiği değiştirilmiş. Size birkaç örnek vereyim. Soldaki resim modern mısırın antik atası. Sert bir kabukla korunan tek sıra taneler görüyorsunuz. Bir çekiciniz yoksa teosinte ile ekmek yapmak kolay olmayacaktır. Şimdi, muzun antik atasına bakın. Büyük tohumları görebiliyorsunuz. Ve iştah kaçırıcı brüksel lahanası ve patlıcan, ne kadar da güzel (ç.n. alaycı).

Şimdi, bu çeşitliliği yaratmak için, yetiştiriciler yıllar boyunca farklı genetik teknikler kullandılar. Bazıları oldukça yaratıcı. Aşılama denilen işlemi kullanarak iki farklı türü karıştırmış ve yarı domates, yarı patates çeşitliliğini yaratmışlardır. Yetiştiriciler başka genetik teknikler de kullandılar. Örneğin; bitkilerde karakterize edilmemiş mutasyonlara (ç.n. değişim) neden olan raslantısal mutagenes (ç.n. gen değişimi). Çoğumuzun bebeğini beslediği pirinç bu yaklaşımla geliştirildi.

Kendi işlerimden birkaç örnek vermek istiyorum. Dünyanın yarısı için temel gıda olan pirinç üzerine çalışıyorum. Her yıl, potansiyel hasatın yüzde 40'ı haşere ve hastalık nedeniyle zayi oluyor. Bu nedenle, çiftçiler dayanıklı gen taşıyan pirinç çeşitleri ekiyor. Bu yaklaşım neredeyse 100 yıldır kullanılıyor. Lakin, yüksekokula başladığımda, bu genlerin ne olduğunu kimse bilmiyordu. Ta ki, 1990'larda bilim adamları direncin genetik kökenini ortaya çıkarana kadar. Laboratuvarımda, Asya ve Afrika'daki ciddi bir bakteriyel hastalığa bağışıklık için bir geni izole ettik. Bu geni değiştirerek normalde dayanıksız olan pirinci, aşağıdaki iki yapraktan gördüğünüz üzere, enfeksiyona karşı dayanıklı kıldık.

Kenong bu geni bulmak için 10 yıl harcadı. Ve bir gün dedi ki, "Gelin şu deneye bakın. Bunu görmelisiniz." Seraya gittim ve gördüm ki su altında 18 gün kalan geleneksel tür ölmüştü fakat keşfettiğimiz yeni gen ile genetik değişiklik ile ürettiğimiz pirinç türü olan Sub1 yaşıyordu. Kenong ve ben tek bir genin böyle köklü bir etki etmesine şaşırmış ve heyecanlanmıştık. Fakat bu sadece bir sera deneyi idi. Bu tarlada işe yarar mıydı?

Şimdi size, Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsünde çekilmiş dört aylık hızlandırılmış bir video göstereceğim. Yetiştiriciler başka bir genetik teknik olan hassas üretme ile Sub1 geni taşıyan bir pirinç türü geliştirdiler. Solda, Sub1 türünü görebilirsiniz ve sağda ise geleneksel tür var. İlk başta iki tür de gayet iyi, fakat sonra tarla 17 gün boyunca su altında kaldı. Sub1 türünün harika olduğunu görebilirsiniz. Aslında, geleneksel türe nazaran üç buçuk kat daha fazla tahıl üretiyor. Bu videoya bayılıyorum çünkü çiftçilere yardım etme konusunda bitki genetiğinin gücünü gösteriyor. Geçen sene, Bill ve Melinda Gates Vakfının yardımıyla üç buçuk milyon çiftçi Sub1 pirinci yetiştirdi.
(Alkışlar)

Şimdi, birçok insan, mesele pirinç genlerini, pirinç genleri ile değiştirmek olunca genetik modifikasyonu umursamıyor veya mesele rastgele mutagenes veya aşılama ile türleri karıştırmak olduğunda. Ama mesele virüslerden ve bakterilerden gen almak ve onları bitkilere koymak olunca birçok insan, "Iyy." diyor. Bunu neden yapıyorlar? Bunun nedeni gıda güvenliğini iyileştirmek ve sürdürülebilir tarımı geliştirmek için en ucuz, en güvenli ve en etkili teknoloji olmasıdır. Size üç örnek vereceğim.

İlki, papayaya bakın. Lezzetli, değil mi? Şimdi, şu papayaya bakın. Bu papayaya halka leke virüsü bulaşmış. 1950'lerde, bu virüs Hawaii, Oahu adasındaki neredeyse tüm üretimi yok etti. Birçok insan Hawai papayasının yok olacağını düşündü fakat sonra, yerel bir Hawaili, Dennis Gonsalves isimli bir bitki patoloji uzmanı, genetik mühendisliği ile bu hastalığa karşı mücadele etmeye karar verdi. Virüslü DNA'dan bir parça aldı ve onu papaya genomuna koydu. Bu bir insanın aşı olması gibi bir şey. Şimdi onun saha deneyine bakalım. Ortada genetiği değiştirilmiş papayayı görebilirsiniz. Enfeksiyona karşı bağışıklığı var. Dıştaki geleneksel papaya virüse aşırı derecede maruz kalmış. Dennis'in öncü çalışması papaya endüstrisini kurtarmasıyla bilinir. Bugün, 20 yıl sonra, bu hastalığı kontrol etmek için başka bir yöntem yok. Organik bir yöntem yok. Geleneksel bir yöntem yok. Hawai papayasının yüzde sekseninin genetiği değiştirilmiştir.

Şimdi, patlıcan üzerinde ziyafet çeken şu haşereye bakın. Gördüğünüz kahverengi dışkı, böceğin arka ucundan çıkan şey. Bu ciddi haşereyi kontrol etmek için - ki Bangladeş'teki patlıcan mahsülünün tamamını harap edebilir - Bangladeşli çiftçiler haftada iki-üç kez böcek ilacı sıkıyor, bazen haşere baskısı yoğun olduğunda ise günde iki kere. Fakat biliyoruz ki bazı böcek ilaçları insan sağlığına zararlı, özellikle de çiftçiler ve aileleri buradaki gibi çocuklara düzgün koruma sağlayamadıklarında. Az gelişmiş ülkelerde, tahminlere göre 300.000 insan her yıl yanlış böcek kullanımı ve ona maruz kalınması yüzünden hayatını kaybediyor. Cornell ve Bangladeşli bilim adamları organik tarım yaklaşımı sağlayan genetik bir teknik kullanarak bu hastalıkla savaşmaya karar verdi. Kocam Raoul gibi organik çiftçiler bakteri tabanlı B.T. denilen bir böcek ilacı kullanır. Bu ilaç kurt haşeresine özgüdür ve aslında, insanlara, balık ve kuşlara zararsızdır. Sofra tuzundan daha az zehirlidir. Fakat bu yaklaşım Bangladeş'te pek işe yaramıyor. Bunun nedeni bu böcek ilaçları bulunması zor, pahalı ve böceklerin bitkilerin içine girmesine engel olmuyor. Genetik yaklaşımda, bilim adamları bakteriden geni çıkarıyor ve onu direkt olarak patlıcan genomuna ekliyor. Peki bu Bangladeş'teki ilaçlamasını azaltacak mı? Kesinlikle. Geçen sezon, çiftçiler büyük oranda ilaç kullanımlarını azalttıklarını, neredeyse hiç kullanmadıklarını belirtti. Gelecek sezon için hasat ve tekrar ekim yapabiliyorlar.

Az gelişmiş ülkelerde, her yıl A Vitamini eksikliği nedeniyle 500.000 çocuk kör oluyor. Yarısından fazlası ölüyor. Bu nedenle, Rockefeller Vakfı'nın desteklediği bilim adamları A Vitamini öncü maddesi olan beta-karoten üretmek için genetik mühendislik ile altın pirinç üretti. Bu havuçlarda bulunan aynı pigment. Araştırmacılar günde bir bardak altın pirinç ile binlerce çocuğun hayatının kurtulacağını tahmin ediyor. Fakat genetik modifikasyona karşı olan aktivistler altın pirince düşmanca karşı çıktı. Geçen sene, aktivistler Filipinlerde bir saha deneyini işgal edip tahrip etti. Bu tahribatı duyunca bilimsel bir deneyi tahrip etmekten daha fazlasını yaptıklarını bilmelerini arzu ettim. Keşke çocukların görmek için ve hayatlarını kurtarmak için çaresizce muhtaç oldukları ilaçları tahrip ettiklerini bilselerdi.

Bazı arkadaşlarım ve tanıdıklarım hâlâ endişe ediyor: Besinlerdeki genlerin yenmesinin güvenli olduğunu nereden biliyorsun? Genetik mühendisliğini, türler arasında genlerin aktarımı işleminin 40 yıldan fazla bir süredir şarap, ilaç, bitkiler ve peynirde kullanıldığını açıkladım. Tüm bu sürede, insan sağlığına ve çevreye en ufak bir zarar verilmedi. Fakat diyorum ki, bakın, bana inanmanızı istemiyorum. Bilim bir inanç sistemi değil. Benim görüşümün önemi yok. Kanıtlara bakalım. 20 yıllık dikkatli çalışmalardan sonra ve binlerce bağımsız bilim adamı tarafından yapılan titiz meslektaş incelemesi ile dünyadaki her büyük bilim organizasyonu piyasadaki mevcut mahsülleri yemenin güvenli olduğu ve genetik mühendislik işleminin eski genetik modifikasyon yöntemlerinden daha fazla riskli olmadığı sonucuna vardı. Bunlar çoğumuzun iklim değişikliği veya aşıların güvenliği gibi önemli bilimsel meselelerde güvendiği aynı organizasyonlar.

Chris Anderson: ...Korkulan şey bu teşviklerin kararın yalnızca bilimsel sebeplerle yapılmadığını göstermesi ve hatta öyle olsa bile, istenmeyen sonuçların olabileceğidir. Ortada bazı istenmeyen sonuçlar doğuracak büyük bir riskin olmadığını nasıl bilebiliriz? Doğa ile oynadığımızda sık sık büyük, istenmeyen sonuçlar ve zincir reaksiyonlar ortaya çıkıyor.

Pamela Ronald: Peki, ticari açıdan anlaşılması gereken en önemli şeyden biri de gelişmiş dünyada, Birleşik Devletlerdeki çiftçiler, organik veya geleneksel neredeyse tüm çiftçiler, tohum şirketleri tarafından üretilen tohumları satın alıyor. Yani kesinlikle çok tohum satma gibi ticari bir ilgi var fakat neyse ki çiftçilerin almak istediği tohumları satıyorlar. Az gelişmiş dünyada bu farklı. Oradaki çiftçilerin tohum alacak paraları yok. Bu tohumlar satılmıyor. Bu tohumlar geleneksel tür onaylı gruplar aracılığıyla ücretsiz olarak dağıtılıyor, yani az gelişmiş ülkelerde tohuma ücretsiz erişilebilmesi çok önemli.

CA: Bazı aktivistler bunun komplonun bir parçası olduğunu söyleyemez mi? Eroin stratejisi böyle. Siz ürünü ekersiniz ve insanların bu tohumlara bağımlı olmaktan başka şansı yoktur.

PR: Ortalıkta çokça komplo teorileri var elbette fakat bu o şekilde işlemiyor. Mesela, dağıtılan tohum, suya dayanıklı pirinç, Hindistan ve Bangaldeşli tohum belgelendirme kuruluşları tarafından ücretsiz olarak dağıtılıyor, yani ortada ticari bir beklenti yok. Altın pirinç Rockefeller Vakfı'nın desteğiyle geliştirildi. Yine söylüyorum, ücretsiz dağıtılıyor. Bu durumda ticari bir kâr beklentisi yok. Diğer sorunuza cevap verecek olursak, yani genlerin karıştırılması, bazı istenmeyen sonuçlar yok mu? Kesinlikle -- her zaman bir şeyleri farklı yapıyoruz, istenmeyen bir sonuç var, fakat anlatmak istediğim şeylerden biri de, bitkilerimizle türlü türlü çılgın şeyler yapıyoruz, radyasyon kullanarak mutagenez veya kimyasal mutagenez. Bu binlerce karakterize olmamış mutasyona neden oluyor ve bu modern yöntemlerin çoğuna nazaran istenmeyen sonuçlar açısından daha büyük bir risk. Yani GDO terimini kullanmamak önemli çünkü bu bilimsel olarak anlamsız. Bence, belli bir mahsül ve belirli bir ürün hakkında konuşmak ve tüketicinin ihtiyaçlarını düşünmek çok önemli.

CA: Yani birçok insanın zihinsel düşüncesinde doğa doğadır ve saf ve bozulmamıştır ve onunla oynamak Frankenstein'lıktır. Bu, saf olan bir şeyi tehlikeli hale getirmek gibi bir şey ve siz de diyorsunuz ki bu düşünce doğanın nasıl olduğunun yanlış anlıyor. Doğada başından beri çok daha kaotik genetik değişiklik etkileşimi oluyor.

PR: Bu kesinlikle doğru ve saf yiyecek diye bir şey yok. Yani, patlıcana böcek ilacı sıkmayabilirsiniz veya onun genetiğiyle oynamayabilirsiniz ama sonunda dışkı yemek zorundasınız. Bunda saf olan bir şey yok.


Kararsızlık - Alıntı

Burada size bürokratik mantığın batırmaya çalıştığı bir devden, hem de teknolojik alandaki bir devden örnek vermek istiyorum. Bir zamanlar ismi başarı ile anılan, zaman içinde cep telefonu sektörünün hâkimi olan Finlandiya kökenli Nokia şirketinin nasıl bürokratik mantık ve korkaklık ile iflasın eşiğine geldiğinden bahsedeceğim.2007 yılının sonunda şirketin hisse değeri 42 doları aşmıştı. Şirketin piyasa değeri yaklaşık 150 milyar doları bulmuştu yani gelecek Nokia’ya aitti.

Nokia’nın cep telefonu sektörüne hâkim olduğu 2007 yılında, Apple şirketi dokunmatik ekranlı akıllı telefonunu piyasaya sürdü. Ancak Nokia bu gelişmeyi pek de ciddiye almadı ve Google Android çıktığında da bürokratlar bu gelişmelere nasıl cevap vereceklerine karar veremediler.

2010 senesinde Nokia’da Finlandiyalı olmayan bir CEO işe başladığında organizasyon değişikliği artık kaçınılmazdı ve zamanında verilmeyen kararların neden olduğu olumsuz sonuçlar faiziyle birlikte ödenmek durumundaydı. Nokia şirketinin hisseleri Temmuz 2012’de iki doların altına düşmüştü yani beş seneden daha az bir zamanda piyasa değerinin %95’ini kaybetmişti.

Şirketin bu finansal faciasını araştıran basın mensuplarına sanıyorum en iyi açıklamayı A. Lahtiranta adında bir çalışan yaptı: “Bir işi yapabilmek için 150 kişiden onay almak gerekiyordu ama herhangi bir işin durdurulması içinse tek kişinin isteği yeterli oluyordu. Tüm sistem hata yapmamak üzere kuruluydu.” Sizin de bildiğiniz gibi bu arkadaşın bahsettiği, devlet dairelerinde uygulanan yönetim mantığının aynısıdır. Yani “Neden risk alayım ki” diye düşünerek tepedekilerin kendilerini sorumlu tutmasından daima kaçınırlar.

Dikkat ederseniz bir evrakta birçok imza varsa ve herhangi bir sorun söz konusuysa orada imzası olan herkes diğerlerini hedef gösterecektir. Ancak evrakta sadece bir iki kişinin imzası varsa kimin sorumlu olduğunu anında anlayacaklardır, değil mi?


Alıntı: Su'dan Cola'ya

1 Eylül 2021 Çarşamba

Haberi Kurgulamak - Sahne


Bir televizyon kanalı, Frank ve Finch'i güney ekvatordaki isyandan haber versinler diye görevlendirir. Ancak Frank ve Finch olay yerine ulaşamazlar. Bu nedenle gizlice ABD'de kalarak, bölgeden haber vermeye başlarlar. Ama olay yerini gözlemleyemediklerinden haberleri kurgularlar. İsyanı örgütleyen kişiyi ABD hükumetinin finanse ettiğini ima ederler, haber daha ilgi çekici olsun diye. :-)

Başarmışlardır. Kurguladıkları haberler insanlara çok gerçekçi gelir. İsyanı örgütleyen kişi olarak uydurdukları karaktere inanmışlardır. İnsanlar o kadar saflarki. Diğer televizyon kanalları da bu muhabirlerin haberlerini verirler. Hatta bir gazeteci, bu kişinin varlığını aslında kendisinin daha önce bildiğini iddia ederek, ne kadar donanımlı gazeteci olduğunu göstermeye çalışır. Ama bununla kalmaz. Savunma bakanlığı da bu karakteri gerçek sanır. Bu kişinin varlığını neden bilmiyor olduklarının şaşkınlığındadırlar. Bu kişiyi bilmediklerine göre finanse de edemezler. Ama her yeri ABD'nin karıştırabileceğine insanlar inanma eğilimindedirler. :-)

Frank: ...Dediklerine göre ve bu noktada bu söylentilerin ispatlanamadığının altını çizmek istiyorum:
Alvarez'in güçlü makamlarda dostları olabilir.
Belki de bize çok yakın yerlerde! :-)
Haber Müdürü: Tanrım. İsyancı güçlerini ABD'nin mi finanse ettiğini söylemeye çalışıyor.
Bomba bu!
Finch: İyiydi. Daha iyisini yapamazdım.
Buna sonsuza kadar devam edebiliriz.
Frank: Hayır. Önce yutup yutmayacaklarına bakalım.
Finch: Yutacaklar.
Yutacaklar. :-)

Savunma Bakanı: Bonneville, bu Alvarez denen adamın Amerikalılar için çalıştığını ima ederek,
nasıl bir kargaşaya sebep olduğunun farkında mı!
Haber Müdürü: Büyük bir ihtimalle sayın bakan. :-)
SB: Lanet olsun. Neden bu adamı daha önce duymadık. İstihbarat ne iş yapıyor...

ABD Her Yeri Karıştırıyor

ABD, Türkiye'deki şu siyasetçiyi gizlice desteklemektedir. Türkiye'deki siyasetçiler karşı siyasetçiyi karalamak için “onu ABD destekliyor” diyerek seçmenleri yönlendirmek isterler. Çünkü ABD'nin Türkiye'deki siyasetle çok ilgili olduğunu düşünen insanlar az değildir. Elbette siyasetçiler de bu komplo teorisini kullanmak isteyeceklerdir.

ABD, Rusya'nın etkinliğini arttırmaması için, ürün sevkiyatını etkileyebilecek konularda taraf olur. Bunun dışında dünyada olup biten her şeyde gizli ABD parmağının olduğunu sanmak saflıktır. Mesela seksenli yıllarda Sovyetler Birliği'nin etkinliğini arttırmaması için Taliban'ı finanse ettikleri doğrudur. Bunu ABD inkar etmiyor. Günümüzde Afganistan'la ilgilenmesinin nedeni kurumsal bir devlet oluşturmaya yardım etmekti. Çünkü teröre yuva olmasın diye, yani kendisine de yönelebilecek teröre. Ama orası, devlet olabilecek kadar düzenli, birbiriyle anlaşabilecek yer olamayacağını gösterdi, hâlâ aşiretler var. Şimdiki hükumet ciddi para israfı olduğuna karar vererek bölgeden çekildi. “Yok çekilmedi, Taliban'la anlaştı, gizlice orada kalacak” gibi düşünceler vardır. Zaten 20 yıldır orada. Çekilmek istemiyorsa çekilmezdi. Neden çekiliyormuş gibi numara yapsınki. Aslında bölgeden çekildiğinde de, çekilmemiş olsaydı da, bir komplo teorisine bağlanacaktı.

Bazılarının hem ABD'den nefret edip, hem de her yere enerjisi yetebilecek Tanrı gibi görmesi ilginçtir. Donald Trump nasıl başkan olmuştu. Rusya yardım etmişti. Donald Trump'la Putin arkadaştı. Rus ajanları sosyal medyada Donald Trump propagandası yaptılar. Vatandaşların beynini yıkadılar. Ve vatandaşlar Donald Trump'a oy verdi. Acaba her yeri karıştıran Rusya mı! Nasıl hikaye. Gerçekten böyle olduğunu düşünen ABD vatandaşı az değildir. Hatta bu konuda Donald Trump'a soruşturma açılmıştı. Sonunda da aklanmıştı. İşte böyle komplo teorileri de ABD'de kolay yayılmaktadır. Neden? Çünkü oradaki insanların korkuları da Rusya'dır. ABD hükumetinin Rusya'yı dengeleyecek adımlar atmasının bir nedeni budur. 

26 Ağustos 2021 Perşembe

Yapay Bilinçle Tanışmak – Zihin Felsefesi

Gelecekte bilgisayar şirketlerinin bilgisayar ağı ve bulut hafızaları daha da artacaktır. Bu temel üzerine çok geniş yapay sinir ağı kuracaklardır. Ağ kurulurken eğitimi de yapılıyor olacaktır elbette. YSA işlerken Yapay Bilinç belirtileri göstermeye başlayacaktır. Günümüzdeki YSA'lar çok sınırlı konulara odaklanabiliyor. Yapay Bilinç ise bir çok konuyu anlayabiliyor olacaktır. Çünkü konuların detayları için bir çok sınıf, alt sınıf oluşturabilecek kadar yüksek sinir ağı hafızası olacaktır. Böylece konuları birbirine bağlayarak daha bütün farkındalık sağlayabilecektir.

Ama bu Yapay Bilinç pek çok insanı şaşırtacaktır. Hatta yapay zekayı destekleyen insanların bir kısmını bile hayal kırıklığına uğratacaktır. Ortalama bir insan kadar durumları anlıyor olacaktır. Ama çok zeki görünmeyecektir. Hayatın her detayının farkındalığına yetişemeyecektir. Ama odaklandığı konuların detaylarında farkındalığı yüksek olacaktır. Bazı insanlara ezbere tespitler yapıyormuş gibi gelecektir. Dolayısıyla bunun “bilinç” olduğuna inanmayacaklar. Bazıları kabul etmek istemeyecek. Ama çoğunlukla insanlar da odaklandıkları konular dışında genelde ezbere davranışlar yaparlar aslında. Rutin bir hayat sürerler mesela. Öğrendikleri bir işi, artık ezbere şekilde yaparlar çoğunlukla. Yapay Bilincin yaptığı tespitler bazen aptalca görünebilecektir. Ama insanlar da aptalca tespitler yapabilmektedir, anladığını sandığı konularda fikir yürütürken mesela.

Peki Yapay Bilinç neden çok zeki görünmeyecektir. Oldukça yüksek kapasiteli bilgisayar ağı kullanılmıştır. Hızlıdır ve hafıza yüksektir. Kurulan YSA bağlantı sayısı belki bir trilyon seviyesinde olacaktır. Bir trilyon sinir bağlantısı çok yüksektir. İnsanın bilincinde en çok etkili olan beyin bölgesi serebrumdur. Serebrumda ise 140 trilyon sinir bağlantısı vardır! Konuları anlamak için yapılan sınıflandırmalar için daha yüksek bir hafızaya sahip demektir insan. Bu da konuları daha bütün şekilde anlayacağı anlamına gelir. Farkındalıkları daha yüksek olur.

Yalnız hemen karamsarlaşmayın! Daha da ilerleyen zamanda daha hızlı bilgisayarlar ve daha da yüksek kapasiteli bulut hafızalar üretilecektir. Bunlar daha fazla sinir bağlantısını daha yüksek hızda işletebilecektir. Serebrum sinir ağını geçen YSA'yı işletebilecek teknolojiye kavuşmuş olacağız. Kim bilir, belki 300 trilyon sinir bağlantısı olacak. Ağ genişledikçe konular daha derinden kavranır. Farkındalık artar. Yapay Bilinç, insandan daha zeki tespitler yapmaya başlayacaktır artık. Ama insanların bir bölümü yine de bu bilincin kendisinden zeki olduğunu kabul etmeyecektir. Yapay Bilincin tespitleri onlara çok aptalca gelecektir. Ama böyle düşünmelerinin nedeni, o tespitleri anlayabilecek kadar zeki olmamalarından kaynaklanacaktır aslında. Ne de olsa bazı insanların, kendilerinden daha eğitimli insanları anlayamadıklarında, söylediklerini aptalca bulmaları sık rastlanılan bir durumdur! Sonuç olarak Yapay Bilinçle ilk tanışıldığında, insanların hemen “evet bilinçliymiş, zekiymiş” diyerek kabullenebilmeleri zor görünüyor...

Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Öz Farkındalık Seviyesi - Zihin Felsefesi

24 Ağustos 2021 Salı

Yetişkin Beyni Yeni Sinir Hücreleri Üretebilir - Konferans

 

“Örnek olarak, meslektaşlarımdan biri olan Robert ile konuşuyordum, kendisi bir kanserbilimci, bana şöyle dedi: "Sandrine, dediğin çok şaşırtıcı. Kanserleri tedavi edilen hastalarımdan kimileri hâlâ bunalım belirtileri gösteriyor." Ona şu yanıtı verdim: "Benim görüşüme göre, dediğinde bir gariplik yok. Hastalarına kanser hücrelerinin çoğalmasını durdurması için verdiğin ilaç, beyinlerinde yeni sinir hücrelerinin oluşumunu da durduruyor. Sonra Robert bana deliymişim gibi baktı ve dedi ki: "Ama Sandrine, bunlar yetişkin hastalar -- yetişkinler yeni sinir hücreleri üretemez." Onu çok şaşırtarak, "Şey, aslında üretebiliyoruz." dedim. Bu olguya biz "sinir hücresi üremesi" (neurogenesis) diyoruz.”
(Yetişkinler yeni şeyler öğrenir. Karşılaştığı konuları anlamak için yeni sınıflar, alt sınıflar oluşturması gerekir. Elbette bunlar, önceden bildiği konuların sınıflarına da birçok bağlantı kurmuş olacaktır. Yeni sınıflar için yeni sinir hücreleri gerekir. :-) Ama yakın geçmişe kadar, yetişkinler yeni sinir hücreleri oluşturmaz diye biliniyordu.)

Onu yanıma alarak konu sinir hücresi üremesi olunca, beynin en heyecan verici bölümlerinden birini -- hipokampusu gösterdim. Beynin merkezindeki boz renkli yapı hipokampustur. Ve uzun süredir biliyoruz ki bu bölge; öğrenme, bellek, ruhsal durum ve duygular için önemli bir bölge. Ancak, yeni öğrendiğimize göre bu bölge yetişkin beyninin eşsiz bölgelerinden birisi, yeni sinir hücreleri burada çoğalıyor. Hipokampusu bölerek yakınlaşırsak burada gördüğünüz mavi şey, yetişkin bir fare beynindeki yeni doğmuş bir sinir hücresi. İnsan beyninden bahsedersek -- Karolinska Enstitüsü'nden meslektaşım Jonas Frisén hipokampusta günde 700 yeni sinir hücresi ürettiğimizi hesapladı.”

“Peki bu sinir hücreleri niçin önemli ve işlevleri ne? Öncelikle, öğrenme ve bellek için önemli olduklarını biliyoruz. Laboratuvar sonuçlarımıza göre, yetişkin beyninin hipokampusta yeni sinir hücresi üretmesini engellersek bazı bellek yeteneklerini de engelliyoruz. Bu durum, özellikle mekansal algımız için yeni ve geçerli -- şehirde yolumuzu bulabilmemiz buna bir örnek. Hâlâ birçok şey öğreniyoruz ve sinir hücreleri yalnızca bellek sınırı için değil, bellek niteliği için de önemli. Yeni sinir hücreleri belleğimizi geliştirmemize ve benzer anıları ayırt etmemize yardımcı oluyor, örneğin: her gün aynı durağa, ama birazcık farklı bir yere koyduğunuz bisikletinizi nasıl buluyorsunuz?”

Meslektaşım Robert'ın daha ilgincine giden şey, sinir hücresi üremesi ve bunalım üzerine olan araştırmamız. Bir hayvan bunalım örnekçesinde, gördük ki düşük bir sinir hücresi üreme seviyemiz var. Bunalım giderici (antidepresan) verirsek yeni sinir hücrelerinin çoğalması artıyor ve bunalımın belirtileri azalıyor, sinir hücresi üremesiyle bunalım arasında net bir bağlantı sağlıyor. Ancak dahası, yalnızca sinir hücresi üremesini engellerseniz bunalım gidericilerin etkisini de engelliyorsunuz.”
(Evet antidepresanların yeni sinir hücrelerinin çoğalmasını hızlandırması ilginç. Beyni geliştirmenin en kolay yolu antidepresan mı kullanmak acaba. :-) Ya da belki kişinin mutlu olmasını sağladığından, beyin sinir hücrelerinin çoğalmasını hızlandırıyordur.)

“Sıradaki sorumuz: sinir hücresi üremesini denetleyebilir miyiz? Yanıt evet. Ve şimdi küçük bir sınav yapacağız. Size bir dizi davranış ve etkinlik vereceğim ve siz de bana bunların sinir hücresi üremesini arttırıp arttırmayacağını söyleyeceksiniz. Hazır mıyız? Pekâlâ, başlayalım.
Öğrenmek ne yapar desem? Arttırır mı? Evet. Öğrenmek yeni sinir hücresi üremesini arttırıyor.
Peki ya stres? Evet, stres hipokampustaki yeni sinir hücresi üremesini azaltıyor.
Peki ya uyku eksikliği? Aynen öyle, uykusuzluk sinir hücresi üremesini azaltıyor.
Peki ya sevişmek? Vay be!
(Gülüşmeler)
Evet, haklısınız, sevişmek yeni sinir hücresi üremesini arttırıyor. Ancak, önemli olan dengeli olmak. İpin ucunu kaçırıp --
(Gülüşmeler)
aşırı sevişmenin uyku eksikliğine yol açmasını istemeyiz.
(Gülüşmeler)”

“Etkin olmak sinir hücresi üremesini etkiliyor, ama dahası da var. Yedikleriniz de hipokampustaki yeni sinir hücresi üremesini etkiliyor. Burada örnek bir beslenme listemiz var -- yararı dokunan besinleri de içeriyor. Şimdi size birkaçını söyleyeceğim: %20-30 kalori azaltımı sinir hücresini üremesini arttırıyor. Aralıklı yemek yemek -- öğünler arasına zaman boşluğu koymak -- sinir hücresi üremesini arttırıyor. Flavonoid tüketimi, bitter çikolata ya da yaban mersininde bulunuyor, sinir hücresi üremesini arttırıyor. Omega-3 yağ asitleri, somon gibi yağlı balıklarda bulunur, yeni sinir hücresi üremesini arttırıyor. Tersi olarak, doymuş yağ oranı yüksek beslenme biçimi sinir hücresi üremesini olumsuz etkiliyor. Etanol -- alkol tüketimi -- sinir hücresi üremesini azaltıyor. Ancak, umutsuzluğa düşmeyin, Kırmızı şarapta bulunan resveratrolün yeni sinir hücrelerine zararsız olduğu bulundu. Bir dahaki akşam yemeği buluşmanızda "sinir hücresi üremesini etkilemeyen" bu içkiyi tercih edebilirsiniz.”

“Bu yüzden dedik ki beslenme biçiminin zihinsel sağlık, bellek ve ruhsal durum üstündeki etkisine aslında hipokampustaki yeni sinir hücresi üremesi aracı oluyor. Yalnızca ne yediğiniz değil, yiyeceklerin dokusu, yeme zamanınız ve yeme miktarınız da öneme sahip.”

Kök Hücreleri Göz Oluşturdu - Haber

Kök hücreleri, tersine mühendislikle göze dönüştürülebildi. Bunun için, kök hücrelerinin sinir hücrelerine dönüşmesi sağlandı. Çoğalan sinir hücreleri mini beyin oluşturdu. Bu mini beyin gelişmeye devam ettiğinde gözü oluşturmaya başladı. Bu optik küre, mini beyine sinyal gönderebilen, ışığa duyarlı sinir ağlarını içeriyordu. Lens ve kornea dokusu oluşmuştu. Kişinin kök hücreleri, kendisiyle tam uyumlu retina oluşturulmasında, tedavisinde kullanılabilir. İlaç deneyleri bu kök hücrelerden oluşturulan organoidler üzerinde yapılabilir. Kök hücrelerinin, kişiyle tam uyumlu organlar oluşturması sağlanabileceğine bir örnektir, gelecekte. Ama bilim yolun başında henüz.


Bilim insanları, göz gelişimini gözlemek adına mini beyinlerin oluşmasında iki farklı hücre kullandı. Bu hücrelerden biri, embriyo gelişimi sırasında tüm göz küresini oluşturmaya yardımcı olan bir kök hücreden oluşuyordu. Dikkatli bir şekilde yetiştirilen beyin organoidleri, tıpkı insan gelişiminde de olduğu gibi 30 gün gibi kısa bir süre içerisinde optik küre oluşturmaya başladı ve bu yapılar, 50. günün sonunda açık açık görülebiliyordu. Organoidlerin oluşturduğu bu optik küre, ışığa tepki verebilen ve hatta lens ve kornea dokusunu içeren sinir ağlarından oluşuyordu.”

“Bilim dünyasında böyle bir şeyin ilk defa gerçekleştiğini belirten bilim insanları, Cell Stem Cell adlı bilim dergisinde yayınlanan makaleleri hakkında şu sözleri dile getirdi; "Göz gelişimi karmaşık bir süreçtir ve bunun anlaşılması, erken retina hastalıklarında moleküler temelin anlaşılmasına izin verebilir. Bu yüzden, uygun göz oluşumu için gerekli olan, gözün primordiumu olarak adlandırdığımız optik vezikülleri incelemek çok önemlidir."

Araştırmanın başındaki isimlerden sinir bilimci Jay Gopalakrishnan'ın açıklamarında ise şu ifadeler yer aldı; "Çalışmamız, beyin organoidlerinin ışığa duyarlı ve vücutta bulunanlara benzer hücre tiplerini barındıran ilkel duyusal yapılar üretme konusundaki olağanüstü yeteneğini gösteriyor. Bu organoidler, embriyo gelişimi sırasında beyin-göz etkileşimlerini incelemeye, konjenital retina bozukluklarını modellemeye ve kişiselleştirilmiş ilaç testi ve transplantasyon tedavileri için hastaya özel retina hücre tipleri oluşturmaya yardımcı olabilir."


Haber: Tarihte İlk Kez Bir Yapay Beyin, Kendi 'Gözünü' Geliştirdi: İşte Tüm Detaylar

29 Temmuz 2021 Perşembe

Sol Beyine Karşı Sağ Beyin Efsanesi

“İnsan beynini gözlemleyin, yumrulu görüntüsünün sol ve sağ kısımlara ayrıldığını göreceksiniz. Bu yapı, beyinle ilgili en yaygın fikirlerden birisine ilham vermiştir: Sol kısmın mantığı, sağ kısmın ise yaratıcılığı kontrol ettiği fikri.”

“Beynin sağ kısmı, sol kol ve bacak hareketini kontrol eder, sol da tersini. Görsel sistem ise daha karmaşıktır. Her göz, sol ve sağ görsel alanlara sahiptir. Her iki sol görsel alan da beynin sağ kısmına gönderilir ve sağ görsel alanlar da beynin sol kısmına gönderilir. Yani beyin, bütün bir dünya görüntüsü oluşturmak için, iki kısmı da kullanır. Bilim adamlarının, bu çaprazlamaya sahip olmamızın nedenini bilmedikleri kesin.”

“Bu yanılgı 1800'lerin ortalarında, Broca ve Wernicke adlı iki nörolog yaralanmalara bağlı iletişim problemleri yaşayan hastaları gözlemlediklerinde başladı. Araştırmacılar hastaların sol şakak loplarının hasar gördüğünü buldular, bu nedenle beynin sol kısmının dili kontrol ettiğini öne sürdüler. Bu fikir, popüler hayal gücünü yakaladı. Daha sonra yazar Albert Louis Stevenson, Dr. Jekyll ve Bay Hyde karakterleri ile yansıttığı, duygusal bir sağ yarı küre ile rekabet eden mantıksal bir sol yarı küre fikrini ortaya çıkardı. Fakat doktorlar ve bilim adamları, bir yarı küresi eksik olan veya iki yarı küresi ayrı olan hastaları incelediklerinde, bu fikir desteklenmedi.”

“Sonraki araştırma, beynin bir kısmının, bazı işlevler açısından, diğer kısımdan daha aktif olduğunu gösterdi. Dil solda daha yerleşiktir, dikkat ise sağda. Yani, beynin bir kısmı daha fazla iş yapabilir, fakat bu, kişiden çok, sisteme göre değişiyor. Bireylerin beyinlerinde baskın kısımlarının olduğu veya mantık ve yaratıcılık arasında sol-sağ ayrımı olduğu fikirlerini öne sürmeye yetecek herhangi bir kanıt yok.”

“Yani, insanlar özellikle mantıklı veya yaratıcı olabilirler, fakat bunun, beynin kısımlarıyla bir ilgisi yoktur. Hatta, mantık ve yaratıcılığın birbirleriyle anlaşamadıkları fikri de desteklenmemektedir. Karmaşık matematik problemlerini çözmek, yaratıcılık gerektirir ve birçok canlı sanat eserinde de karmaşık mantıksal çerçeveler vardır. Neredeyse her yaratıcılık ve mantık becerisi, beynin bir bütün olarak çalışmasının izlerini taşımaktadır.”

Hasarlı Beyin Kendisini Onarabilir mi? - Konferans

“Bu beklenmedik bir onarma. Şaşırtıcı ve gerçekleşti çünkü beyinde kök hücreleri vardır, hatta, hasarlı sinirlerin üzerine yeni myelin, yeni izolasyon döşenmesini mümkün kılarlar. Bu gözlem iki sebepten dolayı çok önemli. Birincisi tıp fakültesinde öğrendiğimiz inançlarımızdan birine meydan okur, en azından benim öğrendiğim bir inanç, kabul edebiliriz ki, son asırda, beyin kendini onaramaz inancı, kemik ya da ciğerin aksine. Ama aslında onarır, sadece yeteri kadar değil. İkincisi de şu, bize yeni tedavi yolları için çok net bir yön verir — Demek istediğim burada ne yapılacağını bilmek için roket mühendisi olmanıza gerek yok. İç sebeplerden, kendiliğinden zaten olan onarmaları desteklemek için yöntemler bulmalısınız.”

“Kök hücre kullanabiliriz ve özellikle insan kök hücreleri kullanabiliriz. İnsan kök hücreleri olağanüstü ama basit hücrelerdir ve iki şey yapabilirler: kendilerini yenileyebilirler ya da kendilerini çoğaltabilirler, ama aynı zamanda uzmanlaşıp kemik, ciğer, ya da çok önemli olarak, sinir hücreleri ve belki de motor sinir hücreleri ya da myelin hücreleri üretebilirler. Zorluk uzun süredir, bu gücü, kök hücrelerinin şüphe götürmeyen bu gücünü, yenileyici nöroloji için vaadettiklerinin farkına varmak için kullanabilir miyiz idi. Bence yapabiliriz, öyle düşünüyorum çünkü birkaç ana keşif yapıldı son 10, 20 yıl içerisinde. Bunlardan bir tanesi burada Edinburgh’taydi, herhalde tek meşhur koyun, Dolly. Dolly Edinburgh’ta yapıldı, ve Dolly yetişkin bir kök hücreden ilk klonlanan memeli örneğiydi. Ama bence asıl önemli yenilik bugünkü tartışmamızla ilgili olarak 2006’da Japon bir bilim adamı Yamanaka tarafından yapıldı. Yamaka’nın yaptığı, fevkalade bir bilimsel aşçılık diyebiliriz, bize gösterdi ki dört madde, sadece dört madde, etkili bir şekilde herhangi bir hücreyi, yetişkin hücreyi, ana kök hücre haline dönüştürebilir. Bunun önemini abartmak zor çünku bunun anlamı, bu salondaki herhangi birinden, ama özellikle de hastalardan, sipariş üzerine, şahsa özel doku onarım takımı üretebilirsiniz. Bir deri hücresini alın, ana pluripotent hücreye dönüştürün, böylelikle bundan kendi hastalıklarıyla ilgili hücreler yapabilirsiniz, hem araştırmak hem de tedavi için. Şimdi bunun düşüncesi bile tıp fakültesinde -- bu yinelenen bir tema değil mi? ben ve tıbbiye? — oldukça gülünç olurdu, ama bugün mutlak bir gerçeklik. Ve ben bunu yenilenmenin, onarmanın ve umudun temel taşı olarak görüyorum.”

“Hastayı alırsınız, diyelim ki motor nöron hastalığı olan bir hastayı, doku örneği alırsınız, pluripotent yeniden programlamasını yaparsınız, az önce bahsettiğim gibi ve canlı motor sinir hücreleri üretirsiniz. Bu çok basittir çünkü, bunu yapmak pluripotent hücreler için doğaldır. Ama en önemlisi bunların davranışını eşdeğer sağlıklı benzerleriyle karşılaştırırsınız, etkilenmemiş bir akrabadan olması en ideali olur. Bu şekilde genetik varyasyona göre eşlersiniz.”

“Buradaki en önemli nokta ilaç keşfetmek için fevkalade bir tahliliniz var çünkü ilaçtan istediğiniz şu ve bunu otomatik eleme sistemi kullanarak yüksek işlem hacmiyle yapabilirsiniz. İlaca dersiniz ki bana tek bir şey ver: Bana kırmızı çizgiyi mavi çizgiye yakınlaştıracak bir ilaç ver, bu ilaç çok yüksek değeri olan bir aday olacağı için muhtemelen doğrudan insanlar üzerinde test edebilirsiniz ve daha önce bahsettiğim ilaç keşfini en çok yavaşlatan hayvanlarla ilgili aşamayı hemen hemen atlarsınız, anlatabildim mi bilmem.”

“Hepimizin beyninde kök hücreler var, hastalıklı beyinde bile ve ilerisi için en akıllı olanı halihazırda beyninizde olan kök hücreleri desteklemek ve etkinleştirme yolları bulmak öyle ki hasara uygun şekilde tepki ve karşılık versinler ve onarabilsinler. Gelecek bu olacak. Bunu yapan ilaçlar olacak. Ama diğer yöntem temelde hücreleri indirmek, içeri nakletmek, ölen ve kaybolan hücrelerin yerine geçirmek, beyinde bile.”

“Kemik iliğinden alınan kök hücreler sinirlerini koruyabilir mi? Yaptığımız şey kemik iliğini alıp, laboratuvarda kök hücreleri yetiştirdik ve damara geri enjekte ettik. Çok basitleştirerek anlatıyorum. Birçok insanın beş yılını aldı, tamam mı? Ayrıca saçlarımı ağarttı ve birçok soruna yol açtı. Ama kavramsal olarak, temelde çok basit. Damardan geri verdik, tamam? Bunun başarılı olup olmadığını ölçmek için, optik sinirleri ölçtük sonlanım ölçüsü olarak. M.S. için bu iyi bir ölçü çünkü M.S. hastaları maalesef görme bozuklukları da yaşar -- görme kaybı, bulanık görme. David Miller ile tarayıcılar kullanarak optik sinirin boyunu ölçtük üç kez, 12 ay, altı ay ve infüzyondan önce -- hafifçe düşen kırmızı çizgiyi görebilirsiniz. Bu size optik sinirin küçüldüğünü anlatıyor, mantıklı çünkü sinirler ölüyor. Sonra kök hücre infüzyonunu verdik ve ölçümleri iki kez tekrarladık -- üç ay ve altı ay -- ve bizi neredeyse şaşırtarak çizgi yukarı çıktı. Buradan ortaya atılabilir ki müdahale koruyucu oldu. Bence sanmıyorum ki burada olan kök hücreleri yeni myelin ya da yeni sinir hücresi üretmiş olsun. Burada olan bence endojenöz kök hücrelerini ya da öncül hücreleri işlerini yapmak üzere harekete geçirdiler, uyanıp yeni myelin üretmeleri için. Böylece kavramı ispatladık. Bundan büyük heyecan duyuyorum.”

Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Aklı Vücutta Olan Beyin - Zihin Felsefesi
Paket Yapay Sinir Ağı - Yapay Zeka - Alıntı

20 Temmuz 2021 Salı

Yeniden Tasarlamak - Biyoteknoloji

Bir bitki, zararlı böcekleri uzaklaştıracak ya da yok edecek şekilde, genetik olarak kodlanabilir. Bu demektir ki, bitkiye böcek ilacı -maddesel nesne- sıkmak zorunda değiliz. Yani, bitki daha dayanıklı hale getirilmiş olunur aslında.

Mühendislerin gen bilgisi gittikçe artıyor. Sadece bitki tasarımıyla kalınmayacak. Hayvan genleri değiştirilecek. Örneğin kök hücreleri bölünürken, ortaya canlı hayvan çıkacağına sadece et oluşacak. Böylece et için hayvan kesmeye gerek kalınmaz. Yine de insanların bir bölümü uzun süre hayvan kesmeyi savunacaktır, organik olduğunu düşündüklerinden.

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Alıntı: Utandırılmak
Biyoteknolojik Balık ve Yapay Et
  
Tasarım Bebekler
Modern Bitki Aşılama
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
 

Muhtemelen bir kaç on yıl içinde insan genlerinin değiştirilebileceği bilgiye de ulaşılmış olacak. Hastalıklara karşı daha dayanıklı insanlar geliştirilebilecek. Ya da doğacak bebeğin bedeninin sağlığı kontrol altına alınmış olacak, henüz zigot halindeyken. Daha zeki olmasını sağlayacak genler seçilebilecek. Bir çok insan doğal genlerin mükemmel olduğunu düşünür. Tanrı'nın özel olarak tasarladığına inanır. Ama aslında sanıldığı kadar mükemmel değildir. Mesela akraba evliliklerinde hataları daha çok belirginleşir. Bebeklerin engelli oluşmasına neden olur. Gen mühendisleri, Tanrı'nın işi kabul edilen canlı tasarlama görevini yavaş yavaş üstlenmeye başlıyorlar artık. Ve ortaya gittikçe daha kaliteli canlılar çıkacak. Amaca daha odaklı canlı ürünlerinin sağlanması biyoteknolojiyle mümkündür. İnsan genlerinin değiştirilmemesi gerektiğine inanan kişiler olacaktır. Ama kendi bebeklerinin rekabette geri kalmasını da gözleri almayacaktır. Dolayısıyla mümkün olduğunca kaliteli genlerin bebeklerine işlenmesini isteyeceklerdir!

Kurban – Sahne

İbrahim, oğlu İshak'ı kurban etmek üzeredir. :-)
Sağlam göndermeleri var. :-)


Bunlar da İlginizi Çekebilir 
Sehpanın Üzerine İncil İstiyorum - Sahne
Tanrı'ya Dua Etmek - Sahne
Seçimi Sen Yap - Sahne

7 Temmuz 2021 Çarşamba

Gelecekte Robotlar – Yapay Zeka

Tüm gelecek projeksiyonlarında bizim tüm işlerimizi yapabilecek olmaları, sosyal hayatın içinde bize yardımcı olarak bulunmaları, her evde yemekten temizliğe tüm görevleri yerine getirecek şekilde çalışmaları gibi robotların köleleştirildiği senaryolar yer almaktadır. Ancak robotların bu işleri yapmak isteyip istemeyecekleri dikkate alınmamaktadır. Bilinçli olabileceklerini varsaydığımız anda, sadece insan olmamaları gerçeğine dayanarak robotları bu şekilde köleleştiremeyiz, robotların bizim tarafından üretilmiş olmaları bizi onların varlıklarının ve düşüncelerinin sahibi yapmaz (Levy, 2009: 212).
...
(İki farklı bakış açısı olacak.)
İlk gruba göre, yapay zeka temelli robotlar zeka, hedef, yaratıcılık vs. diğer zihinsel özelliklere sahip olsalar bile asla gerçek anlamda fenomenal ve niteliksel olarak bilinçli olmayacaklardır. Zira fenomenal bilincin önkoşulu biyolojik bir yapının varlığıdır. Gelecekteki robotların sahip olabileceği en büyük yeti, bilinçliymiş gibi davranmak olacaktır; davranışsal olarak bilinçli varlıklardan ayırt edilemeyecek olsalar bile gerçek bir bilince sahip olmayacaklardır. İkinci gruba göre ise şu an için gerçek anlamda bilinçli robotlar üretilmediyse bile bu bir zaman sonra mümkün olacaktır çünkü bilinç de tüm diğer zihinsel özellikler gibi berimsel fonksiyonların bir ürünüdür.

Alıntı: Yapay Zeka ve Bilinç Problemi

Robotlar bir kaç on yıl içinde bilinç sahibi olabilirler. Yani artık öz farkındalık kapasiteleri yüksek olacak. İşte o zaman işler biraz karışacak. Onları makine niyetiyle kullanmak kolay olmayacak. Onların da hakları olması gerekecek. Ama önce, gerçekten bilinç belirtisi mi yoksa sadece taklit mi olduğu uzun süre tartışılacak gibi görünüyor -ama bu açıdan bakıldığında, karşınızdaki bir insanın da gerçekten bilinçli mi yoksa bilinçliymiş gibi mi yaptığından çok emin olunamaz-.


5 Temmuz 2021 Pazartesi

İç Sesimiz – Zihin Felsefesi

Düşünmek nasıl mümkün olur! Sürekli iç sesimizi duyarız. Fikirleri iç sesimizle aklımızdan geçiririz. Böyle düşünürüz. Aslında bilincimizin farkında böyle oluruz. Peki doğuştan duyma engelli bir insan nasıl düşünebilir! Son zamanlarda yapılmış olan araştırmalar; dilin beyinde yer alan hafıza, somut düşünme ve kişisel farkındalık gibi bölgelerdeki işleyişlerle doğrudan ilişkisi olduğunu gösteriyor. Doğuştan duyma engelli birinin iç sesi olmayacaktır. Çünkü dil bilmeyecektir. Bu yüzden önemli zihinsel engellerle karşılaşacaktır ne yazık ki. Yeterli bir düşünme yetisi olmayacaktır. Farkındalıkları da zayıf olacaktır.

Doğuştan duyma engelli insanlar için ne yapılması gerekiyor. Hepimiz bebekken dil öğreniyoruz. Duyma engelli insanlara da bebekken dil öğretilir. Ama elbette işaret dili öğretilir. İşte o zaman zihinsel süreçleri normal işliyor. Öz farkındalıkları gelişiyor. Gayet iyi düşünebiliyorlar. Peki onlarda da bir iç ses mi oluşuyor. Hayır. Onlarda iç işaret dili oluşuyor. Onu kullanarak fikirleri akıllarından geçiriyorlar. Onun üzerinden düşünüyorlar.

Bir çok insan en önemli duyusunun “görme” olduğunu düşünür. Bebekken dil öğrenmemizi sağlayan duyma duyumuzdur. Onun sayesinde bir iç sesimiz oluyor. Düşünmemizi sağlıyor. Sanki “duyma” duyumuz daha önemli görünüyor!

Hayvanlar konuşmuyor. İç sesleri varsa bile çok basit. Peki bir maymuna işaret dili öğretilse neler olurdu. Koko, 1972'de San Francisco Hayvanat Bahçesi'nde doğmuş bir goril. İsmi Japoncadaki Hanabiko, yani "havai fişeklerin çocuğu" sözcüğünün kısaltmasından geliyor. Çünkü ABD'nin bağımsızlık günü 4 Temmuz'da doğdu. 1972'den beri uzun dönem bakıcısı Francine Patterson ("Penny" takma adını kullanıyor) tarafından kendisine Amerikan İşaret Dili öğretiliyor. Söylediğine göre Koko, kendisinin Goril İşaret Dili dediği dilde 1000 kelimeyi anlıyor. İngilizce konuşma dilinin ise 2000 kelimesini rahatlıkla anlayabiliyor. Yine de Noam Chomsky ve Steven Pinker gibi uzmanlardan bazı itirazlar geliyor: Bu maymunların 2-3 yaşındaki insan bebeklerinin davranışlarından öteye geçemediğini belirtiyorlar.


İlgili Belgeler:
Duyma engelli bireylerin düşünme süreci nasıl işliyor? - Uplifers
İnsan-Goril Dostluğu: Koko ile Bir Diyalog – Evrim Ağacı

29 Haziran 2021 Salı

Öz Farkındalık Seviyesi - Zihin Felsefesi

Bir hayvan karnının aç olduğunun farkındadır. Üşüyüp üşümediğinin farkındadır. Canının acıyıp acımadığının farkındadır. Bunlar gibi kendisi hakkında sınırlı bir farkındalığı vardır. Bir ben hissi vardır. Bu ben hissini oluşturan bileşenler sınırlıdır. Biraz daha zeki hayvan türlerinde duygular da belirmeye başlamıştır. Ben hissine o bileşenler de etki etmeye başlar.

Gordon Gallup Jr.'in yaptığı deney ilginçtir. Bir maymunun karşısına ayna koymuştur. Maymun

Resmin Sahibi: Vikipedi
aynadakinin başka bir maymun olduğunu düşünür. Ama zamanla aynadakinin kendi yansıması olduğunu keşfeder. Aynada çeşitli surat hareketleri yapmaya başlar. Ağzının içine bakar. Dişlerini karıştırır. Gözlerindeki çapakları temizlemek için kullanır. Vücudundaki doğrudan göremeyeceği çeşitli yerlerine bakmak için kullanır. Frans de Waal şunları yazıyor: “Dişiler geri taraflarına bakmak için arkalarını dönerler -bu vücut bölgesinin cazibesi düşünüldüğünde çok mantıklı bir saplantı-. Bazen "süslenecek" kadar ileri giderler. Almanya'daki bir hayvanat bahçesinde, karşısına ayna konan orangutan Suma, kafesinden marul ve lahana yapraklarını toplamış, hepsini üst üste koyup kafasına yerleştirmiş. Sonra da aynaya bakarak sebze şapkasına gönlünce bir şekil vermiş. Nikaha gidecek sanırsınız!” Evet, bu süslenme normalde yapmadıkları bir şey. Yani ayna bilmeyen doğadaki maymunlar bunu yapmıyorlar. Ama ayna karşısında, kendilerini keşfeden maymunlar süslenmek istemeye başlıyorlar. Yani öz farkındalık, kendini keşfettikçe artmaktadır aslında. Ama maymun dışında aynada kendini tanıyabilecek zekaya ulaşmış çok az hayvan türü vardır. Filler ve saksağanlar da tanıyabilmektedir. Elbette bu zekaya ulaşmamış hayvanlarda da ben hissi vardır. Sadece daha basittir. Daha az bileşenle, farkındalıkla temsil edilmektedir. Bu hayvanlar, aynadaki yansımasının kendi türündeki başka bir hayvan olduğunu düşünürler. Çünkü kendi vücutlarının çok az farkındadırlar. Nasıl göründüklerini bilmezler.

Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Sohbet: Öz Farkındalık Oluşturmak - Yapay Zeka
Özgür İrade – Alıntı: Ray Kurzweil
Aklı Vücutta Olan Beyin - Zihin Felsefesi
Hipnoz - Zihin Kontrolü

Bir bebek doğduğunda farkındalığı çok azdır. Karnının acıktığını kısmen farkındadır. Canının yandığının kısmen farkındadır... Zaman geçtikçe daha çok şeyi fark etmeye başlar. Daha doğrusu beyin öğrenmeye başlar. İlk zamanlarda dokunduğu şeyi iyi ayırt edemez. Çok bulanık görür. Ama zamanla beyin, duyu organlarından gelen sinyalleri anlamayı öğrenir. Böylece duyuları daha belirgin hissetmeye başlar. Kendi bedeninin varlığını yavaş yavaş keşfeder. Çevresini keşfeder. Benlik kavramının oluşması ve ben bilincinin -öz farkındalık- gelişimi 22-24 aylar arasında olur. Bu dönemde bebekler üç zamiri (ben, sen, biz) bilir. Aynadaki yansımasını tanır. Resimlerdeki eşyanın ismini söyler, burun ağız gibi yüz bölümlerini tanıyıp gösterir, tuvaletini söyleyebilir, masal dinlemekten hoşlanırlar. Ben hissine bu beş duyu belirgin şekilde dahil olmuştur artık.

İnsan yaş geçtikçe kendisini daha iyi anlamaya başlar. Mesela yapabileceklerini ve sınırlarını daha iyi fark eder. Oysa insana çocukken her şeyi yapabilecekmiş gibi gelir. Bunun nedeni beyin henüz kendisini yeterince tanımadığındandır. Beyin yaş geçtikçe kendisi hakkında yeni şeyler öğrenmeyi sürdürür; bebek beyninin, duyularını, vücudunu zamanla öğrenmesinin devamı olarak. İnsanın sosyal ortamlardan aldığı geri bildirimler, kendisi hakkında daha fazla şey anlamasına yardımcı olur. Ayna karşısında kendisi hakkında daha fazla şey öğrenip öz farkındalığını arttıran maymun da bundan daha alt seviyede kendisi hakkında geri bildirim almaktadır. Öz farkındalık sabit bir ben hissi değildir. Canlılarda seviyelidir. Kendini keşfettikçe daha fazla bileşen ben hissine dahil olur.

Odadan çıkarken lambasını kapatırız. Tıraş olurken dünküyle aynı hareketleri yaparız. Telefonda bir şey kurcalamaya başlamadan önce genelde aynı sırayla programları açıp kapatırız. Günlük yaşamda davranışlarımızın bir kısmı hep otomatiktir. Farkında olmadan yaparız. Yani davranışa özellikle odaklanmadığımız sürece. Bilinç hep aynı düzeyde açık değildir. Böylece beyin daha az yorulur. Belki o davranışları yaparken başka konuları düşünebiliriz. Hayvanlar çok daha fazla davranışı otomatik olarak yapar. Çünkü günlük hayatta beynin farkında olarak yapması gereken çok az değişiklikle karşılaşırlar. Bir şeyler yemeye, tuvaletlerini yapmaya dikkatlerini vermeye çok ihtiyaç duymazlar. Bu yüzden genelde farkında değillerdir. İnsanlardan daha az şeyi farkında olarak yaparlar.


İlgili Belgeler:
Hayvanlar Kendilerini Ayna Karşısında Tanıyabilirler mi? - Bilimfili
Öz farkındalık – Vikipedi
Bebeklerde Ben Bilinci - Acıbadem

28 Haziran 2021 Pazartesi

Tanrı'ya Dua Etmek - Sahne

Usta illüzyonist Stanley bir süredir medyum Sophie'yi gözlemlemektedir. Zira hayatını, insanları sahte vaatlerle kandıran medyumların foyalarını ortaya çıkarmaya adamıştır. Bu nedenle kimliğini gizleyen ve kendini iş adamı olarak tanıtan Stanley'in niyeti, genç kadına yaklaşmak ve iddia ettiği medyumluk güçleriyle insanları kandırıp kandırmadığını anlamaktır.

Ancak bu arada tatsız bir haber alır. Teyzesi trafik kazası geçirmiştir. Durumu kritiktir. Stanley'in morali çok bozulmuştur. Tanrı'ya dua etmeye başlar. İçini döker. Yalnız olmadığını hissetmek ister. Tanrı'nın teyzesine yardım edeceğine inanmak ister...



Stanley:
- Beni duyuyor musun bilmiyorum.
Gerçi her zaman örnek bir hayat sürmediğim ortada,
ve sadece inançsız ve çok da şüpheci biri olmadım.
Daha da kötüsü
yukarıda bir yerlerde bir baba figürü olduğuna inanan insanları
hep küçümseyen, aşağılayan bir adam oldum ben.
Bunu hep çocukça buldum.
İyimserlik dedim.
Hatta ilkel buldum.
Hayatın anlamını abartma hevesiyle
uydurulan bir şey olduğuna inandım hep!
Çektiğimiz bütün sıkıntılar daha büyük bir planın
parçası olamaz dedim!
Ama son dönemde gördüklerim
gerçekse,
demek ki ben her şeyi bilmiyormuşum!
Meğer mümkünmüş.
Hatta mantıklı!
Burası için tasarlanmışız!
Hatta daha büyük bir ideal için!
Ve evet sen belki gerçeksin!
Senden bir şey istemeye pek hakkım yok ama...
Teyzemi çok severim.
O şuan ölümle boğuşuyor.
Senden rica ediyorum.
Ricam şu...
Bir dakika...
Bu resmen hayatımda duyduğum
en saçma en gereksiz olay!
Sağduyum bana diyor ki,
sırf teyzem iyi olsun istediğim için
süslü püslü ve gerçek dışı bir tuzağa adım atmak üzereyim!

Ama olmaz işte. Stanley septik bir insandır...


Bu arada konu Tanrı'dan açılmışken ilginç bir sahne daha var.
Sahne: İşte İnançlardan Bahsetmek
Elbette iş hayatında hatta sosyal hayatta bile iletişim kurmak istediğin insanlara karşı dikkatli olmak gerekir. Tanrı'yı gündeme getirmemek en iyisidir. Fikir ayrılıkları olabilir. Alınabilirler, üzülebilirler. Yani iletişimi zorlaştırabilir. Ve asıl konu dağılır. Larry haklı olarak çıkışır yani. :-)

4 Haziran 2021 Cuma

Artan Chatbot Müşteri Temsilcileri

Son günlerde bankaların chatbot reklamları arttı. Bankaya uğramadan ve bir müşteri temsilcisiyle konuşmaya gerek kalmadan bir chatbotla konuşarak banka müşterisi olunabiliyor. Müşteri banka işlemlerini chatbotla konuşarak yapabiliyor. Artık pratik bir self servis sağlanabilmiş durumda. Bankalar bu hizmeti doğrudan kendileri sağlamıyor. Bu hizmeti yapay zeka şirketlerinden satın alıyorlar. Konuşmalar bu yapay şirketlerinin sunucu bilgisayarlarındaki yapay sinir ağında anlaşılıp ilgili bankaya yönlendiriliyor. Bir chatbot şirketi olan CBOT’un yöneticisi Mete Aktaş’la yapılmış ilginç bir röportaj şöyle:


CBOT nasıl ortaya çıktı? Kuruluş hikayesini anlatır mısınız?

Türkiye’nin, müşteri deneyiminde dijital dönüşüme liderlik eden, diyaloğa dayalı yapay zeka şirketi CBOT’un serüveni 2015 yılında başladı. 2015-2017 arası dönemi Ar-Ge’ye odaklanarak, akademi ile işbirliği yaparak ve kısıtlı sayıda ticari proje hayata geçirerek tamamladık. Bu arada, piyasada, özellikle bankacılık gibi bazı lokomotif sektörlerde yapay zeka tabanlı chatbot talepleri oluşmaya başlamıştı. Biz de bu konuya odaklandık ve ilk müşterimiz olan Türkiye İş Bankası ile birlikte 2017’de Türkiye’nin yapay zeka tabanlı ilk FAQ chatbotunu hayata geçirdik. Daha sonra bu alanda ciddi bir talep oluşmaya başladı. Bankalar, telekomünikasyon şirketleri, büyük pazar yerleri, havayolu şirketleri pazarın öncüleri oldular. Pazarda genellikle global teknoloji şirketleri ile karşılaştırılıyorduk. CBOT’un Türkçe doğal dil işleme konusunda yakaladığı yüksek başarı oranı hızlı bir şekilde birçok büyük kurum tarafından tercih edilmemizi sağladı. 2019 yılında agresif bir şekilde büyümeye başladık. Başarıyı tam anlamıyla hissettiğimiz önemli bir yıldı bu. Ve böylece sanal asistanlar alanında Türkiye’nin lider şirketi olma hedefimize emin adımlarla ilerledik ve 2019 sonunda lider olduk.

Bugün CBOT olarak, alanımızda dünyadaki başarılı projeler hayata geçiren şirketler arasında yüzde 5’lik dilimde yer alıyoruz. Çok önemli projelere imza atarak, Türkiye’nin geneline hizmet veren kitlesel chatbotlar yönetiyoruz. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı gibi dev kamu kurumları için çalışmalar yapıyoruz.

Gartner’ın “Emerging Technologies and Trends Impact Radar: Artificial Intelligence in Banking and Investment Services” adlı raporunda, küresel ölçekte, 16 öncü chatbot ve sanal asistan şirketi arasında yer aldık. Global bir finansal kurumlar topluluğu olan Efma’nın, “Financial NewTech Challenge 2020” adlı yarışmasında finale kalan 10 şirketten fintech’ten biri olduk. Yine global bir ödül programı olan ve geçen yıl 8’incisi düzenlenen CEO Awards’da, EBA Asistan ile “Covid-19 ile mücadele ve etkilerin azaltılması” dalında en iyi teknoloji ödülüne layık görüldük. Fast Company tarafından yapılan araştırma sonucunda, “Türkiye’nin En İnovatif 50 Şirketi 2020” listesinde 12’nci sırada yerimizi aldık. 2021 yılında, yine bir dünya markası olan WhatsApp’ın Türkiye ve Globalde İşletme Çözüm Sağlayıcısı (BSP) olmanın mutluluğunu yaşadık.

Bugün müşterilerimizin yaklaşık yüzde 40’ını bankalar, yüzde 20’sini ise e-ticaret şirketleri oluşturuyor. Dijital alışveriş günden güne arttıkça, e-ticaret alanındaki müşterilerimiz de çoğalıyor. Bugün müşterilerimizin veri odağında kararlar vermelerine ve çözümler geliştirmelerine destek oluyoruz. CBOT olarak kurumlar için, maliyetleri daha etkin yönetmelerini sağlayan, gelirleri artıran, müşteri sadakati ve verimlilik üzerinde olumlu etkiler yaratan yapay zeka tabanlı chatbotlar, yazılı ve sesli kanalda çalışan dijital asistanlar, insan + yapay zeka sistemleri ve diyaloğa dayalı yapay zeka çözümleri sunuyoruz.

Yapay zeka tabanlı ürün ve servisleriniz nedir? Kullanıcı firmalar tarafında ürettiği katma değeri paylaşabilir misiniz?

CBOT’u bir ürün şirketi olarak konumluyoruz ve stratejimizin temelinde Ar-Ge yatırımlarımızı sürdürmek yer alıyor. Platformumuzu sürekli geliştiriyoruz. Gelirimizin %40’ını yeniliğe, geliştirmeye ayıran Ar-Ge odaklı bir şirketiz ve CBOT Platformu en son teknoloji yapısını koruyacak şekilde geliştirmek bizim en önemli önceliğimiz. Hepimizin yakından takip ettiği gibi pandemi iş yapış şekillerini ve özellikle müşteri beklentilerini derinden etkiledi. Şirketlerin karşı karşıya kaldıkları dijital müşteri tipi yepyeni çalışmaları zorunlu kıldı. Diyalogsal yapay zeka tabanlı chatbotlar ve voicebotlar self servis seçeneği ile müşteri hizmetlerinde daha fazlasını, daha hızlı sunmayı sağlıyor. Biz de bir Sesli IVR Çözümü olan CBOT SPEECH’i geliştirerek, CBOT PLATFORM’u uçtan uca hizmet veren bir yapıya kavuştuk. Artık şirketlere dijital müşteri deneyimi noktasında bütünsel bir otomasyon sunabiliyoruz. Bu platformda; yapay zeka ve diyalog yönetim sisteminin bulunduğu CBOT CORE, ses teknolojisinin bulunduğu CBOT SPEECH, entegrasyonların ve diyalogların kod yazılmadan oluşturulabilmesini sağlayan CBOT FUSION, tüm diyalogların detaylı raporlamasının yanı sıra yapay zeka kullanılarak önemli çıkarımlar alınmasını sağlayan CBOT ANALYTICS ve canlı bir müşteri temsilcisiyle ile yazışma yapılmasını sağlayan yine yapay zeka teknolojisi içeren CBOT LIVE CHAT ürünlerimizle bütünsel bir müşteri hizmeti sunuyoruz.

Ürünlerinizin benzerlerinden farkı nedir?

CBOT olarak müşteri hizmetleri alanında uçtan uca bir platform sunuyoruz. Pandeminin müşteri deneyimlerini kökünden etkilemesi artık bu alanda metin bazlı iletişimin yanında sesin de kritik hale geldiğini gösterdi. Diyalogsal arayüzleri ses teknolojisi olmadan düşünmek imkansız hale geldi. Birçok uzman geleceğin ses teknolojisi tarafında şekilleneceği konusunda hemfikir. Özellikle yazmanın mümkün olmayacağı, araç kullanma gibi durumlarda ses teknolojisinin yarattığı fayda çok büyük. Kurumların IVR sistemlerine entegre olan ses teknolojileri, çağrı otomasyonu ile hem kullanıcı tarafında işleri çok kolaylaştırıyor hem de şirketin maliyetlerini düşürüyor. Bu bakış açısı ile önemli ARGE yatırımları sayesinde ses alanındaki yapay zekamızı hayata geçirdik.

CBOT’un ses tanıma ve metni sese çevirme teknolojilerini içeren bu modülünü platformun çok önemli bir bileşeni olarak görüyor, yeni özellik ve teknolojik yetkinlikler eklemeye devam ediyoruz. CBOT SPEECH şirketlerin çağrı merkezlerinde bulunan sesli yanıt sistemlerine (IVR) dahil olarak artık sesli çağrılarda da otomasyon sağlayabiliyor. Çağrı merkezini arayan bir müşteri CBOT’un yapay zeka teknolojisi ile karşılanıyor ve canlı bir insan ile konuşur gibi bir deneyim sunularak, chatbot ile otomatik yanıtlanıp çağrı sonlandırılabiliyor. Böylece kurumların müşteri hizmetleri operasyonlarında insan + yapay zeka çözümleri konumlandırılarak söz konusu hizmet daha verimli ve etkin hale getiriliyor. CBOT, Sesli IVR çözümünün de da eklenmesi ile artık, metnin ve sesin dahil olduğu insan, yapay zeka arasında işbirliğine dayanan, uçtan uca bir müşteri hizmetleri otomasyonu platformu olarak hizmet veriyor.

Şu an üzerinde çalıştığınız, geliştirmekte olduğunuz yeni bir proje var mıdır? Son bir yılda şirketinizde ne gibi gelişmeler oldu? 2021 yılı ve 2022 yılları için ne gibi planlarınız var?

Şu an chatbot ve sanal asistan projelerinde ciddi bir talep artışı yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Canlıdaki sanal asistanlarımızın yanında, üzerinde çalıştığımız, canlıya almaya birkaç adım kalan pek çok projemiz var. 2020 CBOT için tam anlamıyla bir sıçrama yılıydı. Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte EBA Asistan ve MEB Asistan adlı iki önemli sanal asistan projesini hayata geçirdik. Bunun yanında salgın başlangıcında hayata geçirdiğimiz Koronabot’la insanların salgınla ilgili doğru bilgiye anında ulaşmasını sağladık. Kısa sürede uzun bir yol aldık, hızlı ama sağlam adımlarla ilerledik. 2020’de farklı yaş gruplarından, farklı sosyo-ekonomik gruplardan ve farklı sektörlerin kullanıcılarından ve çalışanlarından gelen 400 milyon konuşma gerçekleştirdik. Hayata geçmiş ve çalışmaları devam eden işlerimiz ile bugün 80 milyonluk geniş bir kitleye hitap ediyoruz. Hem makro politikalar anlamında devletlerin, hem de şirketlerin yapay zeka ve otomasyon etrafında şekillenen geleceğe hazır olması gerekiyor. CBOT olarak bu öngörülerden yola çıkıp platformumuzu Ar-Ge odağında geliştirmeye devam ederek globale açılmayı hedefliyoruz.

Hangi şirketlerle çalışıyorsunuz?

Bugün, iş ortaklarımız arasında; T.C Milli Eğitim Bakanlığı, Anadolu Hayat Emeklilik, ASDA, Avrasya Tüneli, Brisa, BTC Turk, Defacto, Digiturk, Doğtaş Kelebek, Eureko Sigorta, Fibabanka, Fiverr, Ford, Garanti BBVA, Garanti Emeklilik, Getir, GittiGidiyor (eBay), HDI Sigorta, ING, Koçtaş, Kosgeb, Manchester United, McDonalds, Mercedes Benz, n11, Obilet, Osmanlı Yatırım, Papara, Pegasus, QNB Finansbank, QNB Finansinvest, Remed Assistance, Singapur Hükümeti, Türk Telekom, Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Unilever ve Ziraat Bankası gibi ulusal ve uluslararası pek çok kurum yer alıyor.

Türkiye ve globaldeki stratejiniz nedir?

Bugün, bir yapay zeka modülü hayata geçiriyorsak onun altında ciddi bir Ar-Ge süreci bulunuyor. Dolayısıyla şimdiden geleceğin teknolojilerinin prototipleri üzerinde çalıştığımızı büyük bir heyecanla söyleyebilirim. Ar-Ge çalışmalarımızda üniversitelerle işbirliğimizi hep devam ettirdik. TÜBİTAK Projelerinin içinde yer almaya devam ediyoruz. Hep şunu söyledik, biz bir yapay zeka şirketiyiz ve gücümüzü geliştirmekte olduğumuz teknolojik altyapımız ve edindiğimiz diyalogsal deneyim uzmanlığından alıyoruz. Bir yandan hızla yeni projeler hayata geçirirken, diğer yandan artık adını koyduğumuz ve ürünleştirdiğimiz teknolojimizin piyasada bilinirlik kazanması için çalışmalara ağırlık veriyoruz.

Bizim için en stratejik noktalardan bir diğeri, dünyada olup biteni çok iyi takip etmek, bir Türk şirketi olarak global bir arenanın oyuncusu olduğumuzu bilmek ve en baştan kendimizi orada konumlamaktı. Bu bakış açısıyla, global araştırma kurumları ile birlikte çalışmaya başladık. Çok yoğun şekilde görüşmeler yapıyor, hem ürün hem de iş stratejimize dair görüş ve öneriler alıyoruz. Analist ve danışmanların görüşleri ve global alanı takip etmemizi sağlayan araştırma ve raporlar, stratejimizi ve aksiyonlarımızı şekillendirme konusunda ışık tutuyor.


Röportaj: “Şirketlere Dijital Müşteri Deneyiminde Bütünsel Otomasyon Sunuyoruz” - TRAI

12 Mayıs 2021 Çarşamba

Elon Musk'un İtirafı - Haber

Sıra dışı olarak yoğun davranışlar, ilgiler ve eylemler gösterir. Özel ve dar ilgi alanları ile ilgilenmek bu sendromlunun en çarpıcı özelliklerinden biridir. Bir konuya odaklanıp, üzerinde çok fazla yoğunlaşırlar. Zamanlarının çok büyük bölümünü verebilirler. Kafa hep o konuyla meşguldür. Dolaysıyla bu sendromu yaşayanların içinden başarılı insanlar çıkar. Bu özel ilgiler zaman zaman değişiklik gösterebilir, mesela uzun süre tatmin olamadıklarında. Bu sendromu bilenler için Elon Musk’un itirafı sürpriz değil teyit olmuştur. :-) Elon Musk'ın, Mark Zuckerberg'in ve Bill Gates'in ortak bir tarafları vardır. Bu sendroma sahip olmaları aslında şaşırtıcı değildir. :-)


Resim https://www.ntv.com.tr/galeri/yasam/elon-musk-asperger-sendromlu-oldugunu-acikladi,G5KGVOOtNkWaTBBLirIyOg 'den alınmıştır.
Resim https://www.ntv.com.tr/galeri/yasam/elon-musk-asperger-sendromlu-oldugunu-acikladi,G5KGVOOtNkWaTBBLirIyOg 'den alınmıştır.


Dün (Cumartesi) gece SNL programına sunuculuk yapan Elon Musk, konuşması sırasında asperger sendromuna sahip olduğunu ilk kez açıkladı. İletişim konusunda tecrübelediği durumları mizahi bir yolla anlatan Musk’ın konu hakkındaki ifadeleri şu şekilde oldu:

“Saturday Night Live’ı sunmak onur verici, bunu içtenlikle söylüyorum. Bazen bir şey söyledikten sonra ‘içtenlikle söylüyorum’ diye eklemem gerekiyor, böylece insanlar içtenlikle söylediğimi anlıyorlar. Çünkü her zaman geniş bir tonlama çeşitliliğiyle konuşmuyorum. Bana söylenene göre bu durum iyi bir komedi malzemesi. Aslında bakarsanız bu gece SNL’i sunan ilk asperger sendromlu kişi olarak tarih yazıyorum; en azından itiraf eden ilk kişi olarak. Bu yüzden bu gece konuklarla çok fazla göz teması kuramayacağım. Ancak merak etmeyin; emülasyon modundayken gayet insanca davranabiliyorum.”

Elon Musk, daha önce Neuralink’in şizofreni, alzheimer ve hatta otizme çare olabileceğini söylemişti. Otizmin bir hastalık değil, doğuştan gelen bir davranış kimliği olduğu biliniyor. Belki de Musk, otizmin neden olabildiği günlük sorunlara çözüm bulunabileceğini kastetmişti. Yeni açıklamalarıyla bir otizm türü olarak bilinen asperger sendromuna sahip olduğunu öğrendiğimiz Musk, konuşmasına devam ederken Twitter’da paylaştığı gönderileri de dalgaya aldı:

“Bazen garip şeyler söylediğimi ya da paylaştığımı biliyorum. Beynim böyle çalışıyor, hepsi bu. Gücendirdiğim herkese şunu söylemek istiyorum: Elektrikli arabaları tekrar icat ettim ve roketlerle Mars’a insan gönderiyorum. Sakin ve normal biri olacağımı mı düşündünüz?”


Haber: Elon Musk, Canlı Yayında 'Asperger Sendromu' Olduğunu Açıkladı

İlgili Belgeler:
Asperger sendromu

9 Mayıs 2021 Pazar

Hırs - Sahne

 


Cosmê: Bay Bayfield, ben gayet ciddi bir piyanistim.
Hırslıyım. Ben yani...
Bay Bayfield: Oh, benim hırsım yok muydu sanıyorsun.
Ben iyi bir aktördüm.
Ama aslında, büyük bir aktör olamayacaktım.
Çok çok zordu,
bunu kendime itiraf etmek!  
Ama bunu bir kez yaptığımda,
kendimi hırsın zorbalığından özgürleşmiş hissettim!
Yaşamaya başlamıştım.
Bizimkisi mutlu bir dünya, diğ mi Cosmê. Eğlenmiyor muyuz! (Gülümseyerek)

Bazen itiraf edebilmek gerekir, hırsın zorbalığından özgürleşip rahatlayabilmek için. :-) Belki sonucunu daha rahat görüp mutlu olunabilecek ilgili diğer hedeflere zaman ayırmak iyi fikir olabilir. :-)

1 Mayıs 2021 Cumartesi

Nükleer Enerjiyle Yolculuk

Nükleer enerji protesto edilir. Ama pek kimsenin haberi olmadığı ilginç bir şey daha vardır. Nükleer reaktörlü gemiler yıllardır kullanımdadır. Nükleer reaktörlerle yüksek itme gücü oluşturulabilir. Üstelik enerjileri de hemen bitmez. Nükleer reaktörlü gemiler aylarca yeni yakıt almadan gidebilir. Bu gerçekten uzun bir süre. Uçak gemilerinde kullanılır. Dizel motorun aksine oksijene ihtiyaç duymadığından denizaltılar için de iyi bir seçimdir.


Bir Nükleer Uçak Gemisi. Resim https://en.wikipedia.org/wiki/Nimitz-class_aircraft_carrier 'dan alınmıştır.


Sivil gemilerde de kullanılmaya çalışılmıştır. Ama işletme giderlerinin yüksekliğinden yaygınlaşamamıştır. İnsanın aklına “daha ucuz elektriği vadeden nükleer enerjinin, işletme giderlerini nasıl yükselttiği” gelebilir. Bu düşündürücü. Şu açıdan bakılabilir. İnsanlarda nükleere karşı tepki var. Dolaysıyla kullanmak isteyenler az olacaktır. Yine de kargo gemilerinde kullanılabilirdi. Ama korku limanlara da yansıyor. Her liman, nükleer gemilerin yanaşmasına izin vermiyor. Bu da gemiyi işletmeyi zor ve pahalı hale getiriyor olabilir.

Nükleer yakıtlar oksijene ihtiyaç duymaz. Sera gazı yaymaz. Aslında en temiz enerji kaynağıdır, gerçekçi seviyede elektrik üretimi yapabilmek için. Ama elbette güvenlik standartlarını tam olarak sağlamak gerekiyor. ABD 80’den fazla gemi işletmektedir. On yıllardır kullanmaktadır. Günümüze kadar hiç kaza yapmamıştır. Rusya ise arada bir yapmıştır.

NASA’nın Mars’a astronot gönderme planı var. Sadece gidiş 9 ay sürecek. Gerçekten uzun bir süre. Bu sürenin biraz daha cazip hale getirilmesi iyi olurdu. Bu nedenle NASA’nın ilgilendiği başka bir roket tipi daha var. Nükleer yakıtlı bir roketle bu süre 3 aya düşürülebilir. Çünkü kimyasal yakıttan çok daha yüksek itme gücü oluşturulabilir. Böylece astronotlar daha az uzay radyasyonuna maruz kalacaklardır. Üstelik nükleer yakıtlı bir roket, kimyasal yakıtlı bir roketten daha uzak yerlere gidebilir, daha uzun süre yetecektir.

Nükleer enerjiye karşı olanlar güneş enerjisini savunmaktadır. Ama unuttukları bir şey var. Güneş enerjisini de güneşteki nükleer tepkimeler oluşturmaktadır. Dünyadaki güneş panelleriyle, bu enerjinin çok az kısmından faydalanılabilmektedir. Dünyada da güneşteki nükleer tepkimeler taklit edilmeye çalışılmaktadır. Başarıldığında büyük bir enerji kaynağı elde edilmiş olacak. Nükleer reaktörlere gerçek bir alternatif gelmiş olacak. Üstelik bu güneşteki nükleer tepkime taklidi, radyasyon da yaymıyor olacak. İşte o zaman ortada nükleer enerjiyi savunan kimse kalmayacak! Daha doğrusu, şimdiki nükleer fisyon (çekirdek parçalanması) enerjisi yerine, elbette çok daha verimli olan nükleer füzyonu (çekirdek kaynaşması) savunacaklardır. 1000 MW enerji üretmek için yılda yalnızca birkaç metrik ton Lityum yeterli olabilecektir. Okyanuslar trilyonlarca metrik ton Lityum içerdiğinden, milyonlarca yıl boyunca tedarik sorunu olmayacaktır. Hem çok enerji hem sürdürülebilir bir kaynak sağlanmış olacaktır. Az bulunan radyoaktif maddelere artık gerek kalmayacak. Aslında şuanda da nükleer füzyon gerçekleştirilebilmektedir. Ama henüz tepkime kontrollü şekilde sağlanamadığından sadece bomba olabilmektedir.


İlgili Belgeler:
Nükleer Gemiler
Nükleer Enerjiyle Uzay Yolculuğu
Füzyon Enerjisi

Nükleer Enerjiyle Uzay Yolculuğu

2035'e kadar Mars'a astronot göndermeyi hedefleyen Amerikan Havacılık ve Uzay Kurumu (NASA), bu yolculukta nükleer roket kullanma seçeneğini değerlendiriyor.

CNN'in haberine göre, böylece 225 milyon kilometre uzaklıktaki Kızıl Gezegen'e yapılacak yolculuğun süresi en az yarı yarıya azaltabilecek.

Mevcut teknolojiyle Mars'a insansız uzay yolculuğu en az 7 ay sürüyor. İnsanlı yolculukta bu süre en az 9 aya çıkıyor.

Seattle merkezli Ultra Safe Nuclear Technologies (USNC-Tech) şirketi ise üzerinde çalıştığı, Nükleer Termal Tahrik (NTP) sistemli bir motorla bu sürenin üç aya düşebileceğini savunuyor.

'Kimyasal motorlardan iki kat daha güçlü'

Şirketin mühendislik biriminin sorumlusu Michael Eades, nükleer yakıtla çalışan roketlerin günümüzde kullanılan kimyasal motorlara kıyasla iki kat daha güçlü ve etkin olduğunu, roketlerin daha hızlı gitmesini ve daha uzun mesafe kat etmesini sağladığını söylüyor.

Eades, bu teknolojinin uzay seyahatlerini mümkün kılarken galaktik iş fırsatları yaratacağını da belirtiyor.

NASA Uzay Teknolojisi Misyon Birimi Baş Mühendisi Jeff Sheehy de, "Bugün roketlerin çoğu kimyasal motorlarla çalışıyor. Bu motorlarla da Mars'a gidebilirsiniz. Ama uzun zaman alır. Gidiş-geliş en az üç yıl sürer. NASA, Mars'a daha hızlı gitmek, ekibin dış uzayda geçirdiği süreyi asgariye indirmek istiyor" diyor.

Yolculuk süresinin kısalmasıyla astronotların uzay radyasyonuna daha az maruz kalacakları belirtiliyor.

Uzay radyasyonunun "radyasyon hastalığı", merkezi sinir sistemi sorunları ve dejeneratif hastalıklarla kanser riskini artırabileceği söyleniyor.

Sheehy ayrıca, yolculuğun süresinin kısalmasının genel anlamda misyonu daha az riskli hale getireceğine dikkat çekerek "Dışarıda ne kadar çok kalırsanız işlerin yanlış gitme riski de o kadar artar" diye konuşuyor.

NASA'nın bu nedenle nükleer yakıtla çalışan bir roket geliştirmek istediği belirtiliyor.

NTP sisteminde ısının uranyum yakıtından elde edildiği bir nükleer reaktör kullanıyor. Bu termal enerji, likit iticiyi (genellikle likit hidrojen) ısıtıyor. Isınma sonucu sıvı, gaza dönüşerek itme kuvveti yaratıyor.

NTP roketlerinin birim başına itme kuvvetinin kimyasal roketlerininkinin iki katı olduğunu söyleyen Sheehy, "Bu teknolojiyle astronotların iki yıldan az bir sürede Mars'a gidip gelmeleri mümkün olabilir" diyor.

'2 bin 426 derecede çalışabilen yakıt'

Ancak NTP motoru için nükleer termal motordaki çok yüksek sıcaklıklara dayanabilecek uranyum yakıtı bulmak en büyük zorluklardan biri olarak kabul ediliyor.

USNC-Tech ise 2700 Kelvin'e (2426 santigrat derece) kadar sıcaklıkta çalışabilecek bir yakıt geliştirdiğini iddia ediyor.

Yakıt, tank zırhlarında kullanılan bir madde olan silisyum karbür içeriyor.

Bunun gaz sızdırmayan bir bariyer oluşturarak reaktörden radyoaktif madde sızmasını önleyeceği ve astronotları koruyacağı söyleniyor.

USNC-Tech ile birlikte benzer teknolojiler geliştiren bazı şirketlerin de NASA'ya sunum yaptığı belirtiliyor.

Sheehy tasarımlarla ilgili bilgi vermemekle birlikte "Bu tasarımlar nükleer motorların Mars yolculuğu için uygun bir seçenek olabileceğini gösteriyor" dedi.

Nükleer motorlar güvenli mi?

Yolculukların kısa sürmesi, mürettebatı uzay radyasyonuna maruz kalma süresini de düşürecek ancak nükleer reaktörden çıkan radyasyonun uzay aracının içindeki olası etkisi hâlâ endişe kaynağı.

Eades, bunun roket tasarımıyla asgariye indirileceğini belirterek, "Mürettebatın bulunduğu kabinle motor arasındaki bölüme yerleştirilen likit iticiler, radyoaktif parçacıkları engelleyerek olağanüstü bir radyasyon kalkanı görevi görüyor" diyor.

Sheehy ise mürettebatla reaktör arasındaki mesafenin tampon görevi göreceğine dikkat çekerek herhangi bir NTP tasarımında insanlarla reaktörün roketin iki ucunda konumlandırılacağına dikkat çekiyor.

'Roket yörüngede ateşlenecek'

Jeff Sheehy, yerdeki insanları korumak için NTP uzay aracının doğrudan Dünya'dan fırlatılmayacağını, kimyasal motorla yörüngeye taşınan nükleer reaktörün buradan ateşlenebileceğini belirtiyor.

NASA yetkilisine göre, patlamalar ve termal radyasyon boşlukta ilerlemeyeceği için yörüngedeyken reaktörün vereceği zararın sınırlı kalacağını, bir felaket sonucu parçalanması durumunda bile parçaların on binlerce yıl boyunca Dünya ya da başka bir gezegene düşmeyeceğini vurguluyor.

Sheehy'e göre bu süre içinde radyoaktif madde bozularak zararsız hale gelecek.


Haber: NASA, Mars projesinde nükleer roket kullanabilir: 'Yolculuk süresi 3 aya inecek'