12 Aralık 2020 Cumartesi

Vergi Mükelleflerini Soymak - Sahne

 

Bir devlet okulunun yönetimindeki bazı kişiler, okul bütçesini kişisel amaçları için kullanmışlardır. Okulun banka kartını kullanmışlardır. Ve, o bütçeden yüksek miktarda harcamalar yapmışlardır, aslında alınmayan hizmetler için. Hatta okulda önceliği olmayan büyük projeler için milyon Dolarlık harcamalar yapmışlardır. Mesela SkyWalk Projesi için 8 milyon Dolar harcama yapmışlardır. Üstelik bu inşaat için her şirketten teklif de almamışlardır. Sonuçta bazı yöneticiler, milyonlarca Doları zimmetlerine geçirmişlerdir. Ama sonunda açığa çıkar. Soygun, gazetelere ulaştırılır. Gerçek bir olaya dayanmaktadır.

Frank: Böyle bakınca, kötü göründüğünün farkındayım.
Ama benim açımdan bakmaya çalış.

Bob: Kuru temizleme için 30 000 Dolar harcamışsın!
F: Yıllar boyunca harcadım,
ve hepsini geri ödüyeceğim, biliyorsun.
Okulun iyiliği için yaptım.
B: Hayır, sadece güzel görünmek istedin!
B: Hadi ama Frank.
Artık bu, bilinen bir sır!

F: Tamam, tamam.
Yıllar önce bir yemekteydik. Evet, şık bir yer değildi.
Bell bulvarında bir pizzacıydı.
İki Yunan salatası ve içecek istedik.
Bir hata yaptım ve yanlış kartı kullandım.
20 Dalar harcadım.
Okula, Pazartesiye kadar parayı cebimden ödüyeceğimi söylüyecektim.
Pazartesi geldi geçti.
Kimse bir şey demedi, kimse umursamadı!
Salı günü 60 Centlik bir simit aldım.
Bob, para isteseydim eğer;
Wall Street'e giderdim, senin gibi büyük bir evde yaşıyor olurdum.
Ama, bir fark yaratmak istedim.
Tamam mı. Yarattım, yarattım bak.
4 numarayız.
Bizi 4'e kadar çıkardım!
(başarı sıralamasında okulu 4. sıraya getirdiğinden bahsediyor)
Ve bunu, abartılı bir öğretmen maaşıyla yaptım.

F: Kızgın olduğunuzu biliyoruz.
Ama okulun bütçesinin rehin tutulmasını ve 
çocuklarımızın eğitiminin engellenmesine izin veremeyiz.

Bir Veli: Burda büyük bir tezgah var.
İstifa istiyoruz!

Bir Veli: Seni hapse atsınlar, yeter!
Yeter!

Elbette burası gelişmiş bir ülke. Vergi mükellefleri bütçelerin nereye gittiğini gerçekten umursuyorlar. O yöneticiler milyonlarca Doları zimmete geçirmekten tutuklanmışlardır. Yıllarca hapis yatarlar. Bu nedenle, daha geniş kapsamlı bütçeleri soymaya kimse cesaret edemez. Peki gelişmekte olan bazı ülkelerde durum nasıldır. Vergi mükelleflerinin çoğu, bütçelerin nereye gittiğiyle çok ilgili değillerdir. Pek umursamazlar. Bütçeleri kişisel amaçları için kullananlar bundan cesaret alır. Ve daha geniş kapsamlı bütçeleri zimmete geçirmeye başlarlar. :-)

6 Aralık 2020 Pazar

Düşünmeyi Devretmek

“Robot hizmetçi” ve “robot sürücü” hâlâ çok uzak görünüyor ama öbürleri belki de sadece birazcık iyimser tahminlermiş. (1973”ten bakıldığında 2000'e daha çok varmış gibi görünüyordu.)

Bu öngörü başarıları ve başarısızlıkları üzerine, görece bariz görünenler dışında öngörüde bulunmaya tereddüt ediyorum. Ancak, günün birinde, insan zekâsını (ve tüm göstergelerini) yakalayıp geçen zekâ düzeyine sahip insan yapımı nesnelerin var olacağını öngörebilirim. Bu öngörüyü yapmamın sebebi, biz insanların makine olduğuna (çünkü makine değilsek başka ne olabiliriz ki?) ve bizlerin yaptığı her şeyi yapabilecek makineler inşa edebileceğimize, çünkü bunun hem iktisadi hem de bilimsel sebeplerinin var olduğuna inanıyor oluşumdur.


Alıntı: Yapay Zeka - Geçmişi ve Geleceği - Nils J. Nilsson


Böylece ekonomi de ilginç bir şekilde değişecektir. İnsanların işle ilgili kararlar vermesi gerekmeyecek. Artık önemli konuları kafaya takması anlamsız olacak. Çünkü zaten Yapay Zeka her şeyi değerlendirip en iyi kararları veriyor olacak. İnsan zekası zaten bu kadar iyi değerlendirmelere yetişemeyecek. Kararları Yapay Zekaya devretmek en iyi karar olacak gibi görünüyor. İnsan da zaten bir makine olduğuna göre, daha iyi hesaplamalar yapabilen daha iyi öğrenebilen yeni bir makine elbette daha kullanışlı olacaktır! Muhtemelen bunu en kolay yazılımlarda göreceğiz. Gelecekte yazılım kodlarını insandan daha iyi yazan Yapay Zeka olacaktır. Üstelik bunun için bir robot da olması gerekmiyor. O vakitten sonra artık, bir insanın oturup saatlerce kod düşünmesinin ne anlamı olabilirki. :-)

Sonuçta insanlar çok fazla şeyi kafalarına takmak zorunda kalmayacaklar gelecekte. Bir şeyleri düşünmeye devam etmek isteyebilirler, ama bu artık sadece hobi olacaktır. Böylece kendilerine daha fazla zaman ayırabilirler. Yani gelecekte, daha az stresli bir hayatları olacak gibi görünüyor. :-)

5 Aralık 2020 Cumartesi

Gösteri Atı – Sahne

Senatör Lyndon B. Johnson, Demokrat Partinin başkan adayı olmak istemektedir. Senatörlerden oy istemektedir:

Lyndon: Beni neden başkanlık için desteklemedin?
Yarborough: Ama ilan etmedinki. :-)
L: Konumuzla ilgisiz. :-)
Y: Ben daha ziyade...
L: Kennedy’i seviyorsun.
Y: Senatör Kennedy’le birçok ortak prensibimiz var.
L: Bak Yarborough, bir gösteri atı bir de işe koştuğun at vardır.
Kennedy gösteri atıdır.
Göze hitap eder.
Ama tarlayı süreceğin zaman ahırdan çıkmaz asla. :-)

Lyndon B. Johnson amacına ulaşamaz. Demokrat Parti senatörleri başkan adayı olarak John Kennedy’i seçerler. John Kennedy başkan olur. Ve Kennedy, başkan yardımcısı olarak Lyndon B. Johnson’i seçer. :-)

Peki gösteri atı eksik partilere ne olur? Partideki olası gösteri atlarının da önünü tıkıyorlardır. O partiler doğruları konuştuklarını düşünseler de sıradan halkla bağ kurmayı beceremezler. Çünkü o fikirleri anlatmak için hangi güzel ifadelerin seçileceğini bilmek gerekir. Halkı kızdırmadan ve -daha önemlisi- hoşlarına gidecek şekilde ifade etmeyi bilenler ise sadece Gösteri Atlarıdır. Gösteri Atı olabilmek için ilk kural da onlardan biri -halktan biri- olduğunu hissettirmeyi bilmektir. :-)

Elbette bu “Gösteri Atı” benzetmesi, diğer alanlara da uyarlanabilir.

Yeni teknolojileri yaratan ciddi mühendisler vardır. Onlar gerçekten çok çalışırlar. İşte onlar işe koşulan atlardır. Bir de o teknolojiyi anlatanlar vardır. O teknolojinin felsefesini yapanlar vardır. Sıradan insanların dikkatini o teknolojiye çekerler. Yeni teknolojilere karşı hep oluşan ön yargıların azalmasını sağlamaya çalışırlar. Bu kişiler o teknolojinin mühendisliğinin derin ayrıntılarına belki yetişemeyebilirler ama o teknolojinin Gösteri Atı olmakta fena sayılmazlar. :-)

Bazı şirketler yeni ürün tanıtım gösterisini iyi yaparlar. Sahnedeki kişi üründen doğru ifadelerle bahseder. Ürünün özelliklerini iyi bir gösteriyle anlatır. İzleyenlerin ürünle ve şirketle bağ kurmasını sağlamış olur. Bu sayede ürünü biraz daha pahalıya satabilme imkanını yaratmış olur. Sahnedeki kişinin iyi bir tekniker olması gerekmez. Ürünle ilgilenen insanların bağ kurmasını sağlamayı bilen bir Gösteri Atı olması yeterlidir. :-) Şirketlerin, insanların dikkatini çekebilmek için ya da unutulmamak için arada bir gösteri yapması yerinde bir eylemdir.


Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Karşımda gördüğüm adamı, senin uydurduğunu bilen tek kişiyim - Sahne

3 Aralık 2020 Perşembe

Proteinlerin Hangi 3 Boyutlu Şeklini, Hangi Aminoasit Dizisinin Oluşturduğunu Yapay Zeka Çözdü - Haber

Proteinler, hücrelerin şeklini veren temel yapı taşlarıdır. Proteinler, aminoasitlerin zincir halinde birbirlerine bağlanması sonucu oluşan büyük organik bileşiklerdir. Hangi aminoasit dizisine göre, proteinlerin nasıl bir 3 boyutlu şekilde katlandığı anlaşılmaya çalışılıyor. Laboratuvarda gözlemleyerek anlamaya çalışılıyor. Bu yolla, 3 boyutlu proteinlerin şekliyle eşleşen aminoasit dizisinin toplandığı geniş bir veri tabanı oluşuyor. Ama laboratuvarda gözlemlemek oldukça pahalı teknikler gerektiriyor. Bu nedenle bir süredir Yapay Zeka deneniyor. Yapay Zeka bu geniş veri tabanını inceliyor. Hangi aminoasit dizisinin hangi proteinlerin 3 boyutlu şeklini ortaya çıkarıyor olduğunu hesaplamayı öğreniyor. Ve Yapay Zeka yarışmaya sokuluyor. Eşleşmeyi doğru tahmin etmekteki başarısı %90. Bu başarı, laboratuvarda pahalı tekniklerle gözlemlemeye daha az ihtiyaç kalacağını gösteriyor. Bu arada, aminoasit dizisi-proteinlerin şeklini eşleştirmeyi Yapay Zekaya öğretmeye çalışan şirket, Google'in DeepMind şirketi.


Bilim insanları, biyolojinin en büyük gizemlerinden birinin yapay zeka sayesinde "büyük oranda çözüldüğünü" açıkladı.

Proteinlerin üç boyutlu bir şekilde nasıl katlandığını hesaplayabilmek yarım yüzyıldır bilim insanlarının hedeflerinden biriydi.

Bilimsel bir yarışma düzenleyen organizatörler, Londra merkezli yapay zeka laboratuvarı DeepMind'ın bu gizemi büyük oranda çözdüğünü duyurdu.

Proteinlerin şekillerini anlamak, hastalıkları tedavi eden ilaçlar üretmek için kritik öneme sahip.

DeepMind'ın bu buluşunun çok sayıda hastalığa dair araştırmayı hızlandırması bekleniyor. Bunlara Covid-19 da dahil.

Yapay zeka programının pahalı ve uzun zaman alan laboratuvar yöntemleriyle kıyaslanabilecek bir başarıyla proteinlerin şekillerini ortaya koyabileceği belirtiliyor.

Yarışmanın panelinde yer alan California Üniversitesi'nden Dr. Andriy Kryshtafovych, bu gelişmenin "dikkate değer" olduğunu söylüyor:

"Proteinlerin şekillerini bu kadar hızlı ve isabetli bir şekilde belirleyebilmek bilimde bir devrim yaratma potansiyeline sahip."

Proteinler nedir?

Bütün canlılarda bulunan proteinler yaşam için gerekli olan kimyasal süreçlerde temel bir rol oynar. Bu şekiller, proteinlerin işlevlerini nasıl yerine getireceği konusunda belirleyicidir.

Pek çok hastalık proteinlerin kimyasal reaksiyonlardaki katalizör rolleri (enzimler), hastalıklarla mücadeledeki rolleri (antikorlar) veya kimyasal bilgi iletimindeki rolleri (insülin gibi hormonlar) ile ilişkilidir.

Yarışmanın paneline başkanlık eden Maryland Üniversitesi'nden Dr. John Moult "Bu hayati moleküllerin şekillerindeki en ufak değişiklik bile sağlığımızda felaket etkilere yol açabilir" diyor ve ekliyor:

"Bu yüzden bir hastalığı anlamak ve tedavi yöntemi bulmak için en etkili yollardan biri, bu sürece dahil olan proteinleri anlamaktır.

"İnsanlarda on binlerce protein vardır. Diğer türlerde ise milyonlarca. Bunlara virüsler ve bakteriler de dahil.

"Fakat bu proteinlerden yalnızca birinin şeklini anlayabilmek pahalı ekipmanlarla yıllarca süren çalışmalar gerektiriyordu."

Şekilleri nasıl oluşuyor?

1972'de Christian Anfinsen aminoasitlerin dizilimini bildikten sonra proteinlerin şekillerinin hesaplanabileceğini gösteren çalışmasıyla Nobel Ödülü kazandı.

Bunu başarabilmek için her yıl 20'den fazla ülkeden bilim insanlarından oluşan ekipler, aminoasit dizilimleri bilinen yaklaşık 100 proteinin şekillerini bilgisayar programlarıyla hesaplamaya çalışıyor.

Aynı anda biyologlar laboratuvarlarda x-ray kristalografi ve NMR spektroskopi gibi geleneksel yöntemlerle proteindeki her atomun konumlarını ortaya çıkarıyor.

Sonrasında Protein Yapısı Tahmini Tekniklerinin Eleştirel Değerlendirilmesi Üzerine Topluluk Genelinde Deney adlı ekipten bilim insanları tahminler ile gerçekleri karşılaştırıyor.

Deney ekibi tahminlerin doğruluğuna göre 0-100 arasında notlar veriyor. DeepMind'ın AlphaFold adlı programıyla ulaştığı 90 skoru, laboratuvarda kullanılan tekniklere denk olarak görülüyor.

Nasıl başardılar?

AlphaFold programı makine öğrenmesi denilen bir süreçle, Kamusal Protein Veri Tabanı'nda bulunan proteinleri ve şekillerini inceledi.

Yapay zeka, oradan edindiği bilgilerle yola çıkarak yeni proteinlerin şekillerini yüzde 90 oranında doğrulukla hesaplamayı başardı.

Bu bilgi ne işe yarayacak?

Proteinlerin yapısını bu şekilde hesaplayabilmek kanser, demans, bulaşıcı hastalıklar gibi hastalıkları anlamak ve bunlara yönelik ilaç geliştirmek için kritik öneme sahip

Aminoasit zincirlerinden oluşan proteinler sonsuz sayıda farklı türde katlanarak değişik şekiller alabilir.

Bunun örneklerinden biri SARS-Cov-2. Bilim insanları Covid-19 hastalığına yol açan bu virüsün insan hücreleriyle etkileşime girmesini sağlayan taç şeklindeki proteinleri inceliyor.

Deney ekibinin eski katılımcısı ve denetleyicisi olan University College London'dan Prof. Andrew Martin "Proteinin nasıl katlandığı, fonksiyonu açısından belirleyici" diyor ve ekliyor:

"Bunu bilmek sağlık için de hastalık için de önemli. Yalnızca enfeksiyonları değil, kalıtımsal bazı hastalıkları da çözebiliriz."

İngiltere'deki Avrupa Biyoenformatik Enstitüsü'nden Prof. Dam Janet Thornton bunu öğrenmenin evrimi anlamayı da kolaylaştıracağını söylüyor.

Bundan sonra ne olacak?

Diğer bilim insanları yapay zekanın ürettiği verileri detaylıca inceleyecek ve testlere tabi tutacak.

Bu konu etrafında hâlâ bilinmeyen başka şeyler de var. Birden fazla proteinin nasıl bir araya geldiği, proteinlerin DNA ve RNA gibi moleküllerle nasıl etkileştiği gibi konular bunlar arasında.

Dr. Kryshtafovych, "Tekil proteinler için problemin büyük bir kısmı çözüldüğüne göre kompleks proteinlerin şekillerini tespit etmeye giden yol da açıldı. Bunlar yaşamın makineleri" diyor.


Haber: Biyolojinin en büyük gizemlerinden biri yapay zeka sayesinde ‘büyük oranda çözüldü’

2 Aralık 2020 Çarşamba

Hayvanlar Öldürülmeden Üretilen Et İlk Onayı Aldı - Haber

Sonunda ticari kullanıma hazır hale geliyor... Ama henüz seri üretimi yok. Dolaysıyla hayvansal etten oldukça pahalı. Bu yüzden şimdilik bir alternatif olabilecek durumda değil. Yakın gelecekte üretimi arttığında hayvansal etten ucuzlayacaktır. Beslenme alışkanlıklarının yavaş yavaş değişmeye başlayacağını bekleyebiliriz. Bu arada, bu ürün et tadı veren taklit bir ürün değil. İçinde kas hücrelerinin olduğu orijinal bir et. Zaten bu nedenle önemli bir ürün.


Biyoraktörlerde, hayvan öldürülmeden üretilen et, dünyadaki ilk satış onayını Singapur'dan aldı. Guardian gazetesinin haberine göre bu gelişme et endüstrisinde büyük bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.

ABD'li Eat Just adlı şirket tarafından üretilen "tavuk parçaları" Singapur Gıda Ajansı'nın güvenlik onayından geçti ve şirket bu onayın, etin hayvan öldürülmeden üretildiği bir geleceğin kapısını açabileceğini söyledi.

Dünya genelinde onlarca şirket, kültür tavuk, sığır ve domuz eti geliştiriyor. Amaç endüstriyel hayvan yetiştiriciliğinin iklim değişikliği ve doğa üzerinde etkisini azaltırken, daha temiz, ilaçsız ve hayvanların eziyet görmediği bir et üretimi.

Habere göre şu anda her gün 130 milyon tavuk ve 4 milyon domuz, eti için kesiliyor. Dünyadaki memelilerin yüzde 60'ı besi hayvanı, yüzde 36'sı insan ve sadece yüzde 4'ü vahşi hayvanlar.

Eat Just'ın ürünü 1200 litrelik bir biyoreaktörde üretiliyor ve daha sonra bitki bazlı muhtevayla birleştiriliyor. Ürün, normal tavuğa göre çok daha pahalı ve sadece Singapur'daki bir restoranda satılacak, ancak Eat Just üretim boyutları büyüdükçe, daha da ucuzlayacağını belirtiyor.

Hücre bankası kullanılıyor

Üretim sürecini başlatan hücreler, bir hücre bankasından geliyor ve bir tavuğun kesilmesini gerektirmiyor, çünkü bu hücreler canlı hayvanlardan biyopsilerle alınabiliyor. Büyüyen hücrelere verilen besleyici içeriğin tümüyse bitkilerden elde ediliyor.

Singapur'daki üretilen kültür etinde, büyüme ortamında sığır fetüsünden alınan kandan elde edilen serum da bulunuyor, ancak bu tüketimden önce, büyük ölçüde yok ediliyor.

Şirket bir sonraki üretim hattında bitki temelli serum kullanılacağını, onay sürecinin başladığı iki yıl önce Singapur'da bunun bulunamadığını belirtti.

Şimdiki kültür eti üretimi, görece yüksek düzeyde enerji tüketimi ve karbon salımını beraberinde getiriyor. Ancak üreticiler, işin boyutlarının büyümesiyle karbon salımının çok daha düşük olacağını ve normal ete göre çok daha az su ve toprak kullanılacağını vurguluyor.

Haber: Hayvan öldürülmeden üretilen kültür eti, dünyadaki ilk onayı Singapur'dan aldı


Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Sürüyü Kurtarmak – Sahne
Klonlama - Alıntı
Konferans: Andras Forgacs Hayvanları öldürmeden deri ve et üretimi

17 Kasım 2020 Salı

COVID-19 Aşısı Hakkında

Pfizer’in ortak olarak neden BioNTech’i seçtiği insanların genelde pek dikkatini çekmemiş olabilir. Neden başka firma değil de BioNTech. Bunu açıklayayım. Önce bu aşının nasıl çalışacağını açıklamalıyım.

Virüsün mesajcı RNA’sı vücuda verilecek. Bu RNA’lar hücrelere girecek. Dolaysıyla hücreler virüsün protein yapısını –yani virüsün vücudunu- sentezlemeye başlayacak. Böylece virüs vücutta yayılacak. “Ee, virüsü vücudumuz oluşturacak o zaman!” şeklinde düşünülebilir. Elbette virüste bazı değişiklikler yapıldı. Aslında mRNA’sı oldukça kısaltıldı. Sadece virüsün dış yüzeyi de denebilecek diken proteinlerinin bir kısmını kodlayan bölümü vücuda verilecek. Yani hücreler, virüsün dış yüzeyinin bir kısmını oluşturacak. Tamamen işlevsiz virüs parçaları. İnsanın bağışıklık sistemi, bu parçalardan virüsü tanımış olacak. O vücut gerçek virüsle karşılaştığında artık hazırdır. Oysa geleneksel aşı yöntemlerinde, virüsün kendisi vücuda veriliyordu, etkisiz hale getirilmiş olarak. Bu da beklenmedik başka yan etkilere neden olabiliyordu.

İşte BioNTech’in seçilmesinin nedeni budur. Virüs genlerine müdahale edilmesi gerekiyordu. Bunun için bir biyoteknoloji şirketi gerekiyordu. BioNTech de başarılı şirket görünüyor. Çeşitli mesajcı RNA’lar tasarlıyordu zaten. Bağışıklık siteminin, bu yolla kanseri tanıyıp savunma geliştirmesini sağlamaya çalışıyordu! Euronews aşının mülkiyet hakkının BioNTech'e ait olacağını fakat ortaklık gereği Pfizer'a bazı imtiyazlar verileceğini aktarıyor.

Biyoteknoloji geliştikçe, hayatın içinde daha çok yer alıyor. Yapay genler, gittikçe daha fazla soruna pratik çözüm oluyor. İnsanlar genlere müdahale ederek bu konuda deneyim kazanıyorlar. Gelecekte, sebze meyveler başta çok çeşitli alanlarda kullanacaklardır. Belki organ oluşturarak, organ naklini kolaylaştıracaklar. Belki et klonlamak başarılarak zarar gören hayvan sayısını azaltacaklar, etin oluşturulmasını sağlayan şey içindeki genleridir sonuçta. Genler organiğin yazılımıdır. İhtiyaca göre değiştirilir, güncellenir.


Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Domatesin Covid-19 Aşısı Olabilmesi
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
Klonlama - Alıntı

6 Kasım 2020 Cuma

“Kabul Edilmiş Yetersizlikler” Üzerine Düşünceler – Yapay Zeka

Bir sohbet programıyla konuşulduğunu düşünün. Cümleleri ayrı ayrı genelde anlıyor olur. Konuşma uzadıkça bir şey fark edilir. Sohbet programı, ne yazık ki tutarsız konuşmalar yapıyordur. Yapay Zeka belirli bir konuda eğitilebiliyor. Bu konuda uzmanlaşabiliyor. Ama hayatın genel bilgisini almıyor. Sadece o konunun detaylarını öğreniyor. Bu da uzmanlık alanı dışında bir şeyle karşılaşınca ya da önceden öğrenmediği bir durumla karşılaşınca, sağduyudan yoksun yanıtlar vermesine neden olabiliyor.

Peki insanlarda durum nedir. Hayatın genel bilgisi yavaş yavaş verilir insana. Çocukluktan itibaren hayatın bilgisini yavaş yavaş keşfeder. Ailesinden öğrenir. Büyüyünce bir alana yönlenir. O konuda uzmanlaşır. Ama önceden öğrendiği genel bilgi tabanı hazırdır. Uzmanlık bilgisini onun üzerine kurar. Uzmanlık alanında bir karar verirken bu alt tabandan da denetim sağlar. Taban, kurulan bilginin alt dalları oluyor. Bir konuya derinleştikçe ilgili dallardan çok sayıda dallanma başlıyor 

İnsanları alışık olduğu düzenden çıkarın. Başka bir düzene yerleştirin. Örneğin başka bir gezegene götürün. Oranın şartları ne kadar yabancı gelecektir. Çünkü oranın genel bilgisinden yoksundurlar. Affedilmez hatalar yapmaları yüksek olasılıktır. Oraya uygun sağduyulu kararlar vermeyi bilmezler. Orada uzun süre dayanamazlar. Başlarına orayı bilen bir öğretmen -mesela astronot- gelirse işler değişir. Onlara neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretir. İnsanlar oranın genel bilgisini yavaş yavaş öğrenirler. Artık daha oraya uygun sağduyulu karar verebilirler. İşte Yapay Zekanın uzmanlık alanı dışındaki konular böyledir. Genel bilgisi yoktur. Bu arada, 4-5 yaşındaki bir çocukla sohbet etmek de kolay olmaz. Çünkü hayatın genel bilgisi henüz kurulmamıştır. Dolaysıyla sohbet detaylandıkça anlayamaz ve sağduyulu yanıtları azalır. 

Peki insan beyni ile yapay sinir ağı arasındaki fark nedir. Neden genel bilgiyi yavaş yavaş öğrenmiyor. İnsan beyninde 1014 tane sinir bağlantısı vardır. Günümüzde kurulabilen YSA bağlantıları sayısı henüz bunun çok altındadır. Şimdilik YSA’nı bu kadar geniş bir alanda eğitmek çok zordur. Bir sürü genel bilgiyi tutacak ağ kapasitesi zaten yoktur. Ama gelecekte YSA’lar da bir çocuk gibi genel bilgilerle eğitilecektir. Belki internet sitelerinde gezinerek öğrenecektir, bir insan gibi dünyayı fiziksel olarak deneyimlemek yerine. Evet, bir sürü yanlış bilginin etkisinde kalabilir. Ama internete salmadan önce temel bilgisi sağlam tutulabilir. Böylece internette gezinirken yanlış bilgileri daha kolay eleyebilir; -tıpkı, ailelerin daha sağlıklı temel bilgilerle donatan çocuklarının, internetteki bilgileri daha kolay eleyerek öğrenmeleri gibi-. Ondan sonra bir ya da birkaç uzmanlık alanında eğitilecektir, kurulan YSA’nın büyüklüğüne bağlı olarak. İşte o zaman daha insan gibi sağduyulu kararlar verecektir.

Kabul Edilmiş Yetersizlikler – Yapay Zeka

Şampiyon olma niteliğini açıklayan şey ne? Satranç şampiyonlarının, bilgisayarlara kıyasla daha fazla satranç konumuna bakması olası değil. Bununla birlikte, muhtemelen oyun ağacının en önemli dallarında çok daha ileriyi görebiliyorlar. Deneyimleri sayesinde, incelemeye değer aday konumların potansiyelini değerlendirip değersiz konumları irdelemeyi bırakıyorlar. Belki de satranç hamlelerini tek tek gözden geçiren satranç programlarına kıyasla daha stratejik düşünüyorlar.

...

Her ne kadar uzman sistemler, tıp, yerbilim, kimya ve başka sınırlı alanlardaki özgül sorunlar hakkında yarar sağlayacak biçimde (hatta iktisadi yarar sağlayarak) akıl yürütse de, bu sistemlerin “kırılgan” olduğu söylenebilir; yani, kendi alanlarının dışındaki problemlerle, hatta kurallarında belirtilmemiş bilgiye ihtiyaç duyuyorlarsa kendi uzmanlık alanlarındaki problemlerle karşılaştıklarında çökerler. Bir şeyi bilmiyorlarsa bilmiyorlar demektir, dolayısıyla insan uzmanların daha iyi iş çıkardığı durumlarda yanlış yanıtlar verebilirler. John McCarthy, tıp uzman sistemi MYCIN'le bir etkileşiminde, farazi bir hasta hakkında bilgi girerken, hastanın erkek olduğunu ama amniyosentez geçirdiğini yazmış. MYCIN tüm bu bilgileri şikâyetsiz kabul etmiş! Erkek hastaların gebe kalamayışı, MYCIN'e verilmesi gereken “uzman bilgisi”nin parçası sayılmamış demek ki.

Uzman sistemlerin kırılgan oluşunun sebeplerinden biri, “sağduyudan” yoksun olmalarıdır." İnsanlar, eğitim ve mesleki deneyim aracılığıyla elde edebilecekleri uzman bilgisine ek olarak, bol bol genel bilgiye de sahiptir. Örneğin, sadece kadınların gebe kalabileceğini, şemsiyenin güneşe ve yağmura karşı koruduğunu, belirli kuşların göç ettiğini, marketlerden gıda satın alınabileceğini ve milyonlarca ama milyonlarca olguyu bilirler. Michigan Üniversitesi YZ araştırmacısı ve profesörü Benjamin Kuipers (daha önce Austin'deki Texas Üniversitesi'ndeydi), sağduyuyu şu şekilde tanımlamıştı: “Sağduyu bilgisi, dış dünyanın yapısı hakkındaki bilgidir; her normal insan, fiziksel, uzamsal, zamansal ve toplumsal çevrenin gündelik taleplerini makul bir başarı oranıyla karşılamasına olanak tanıyan bu bilgiyi, yoğunlaşmış bir çaba sarf etmeksizin edinip uygulayabilir.”

Çocuklar yetişkinliğe girdikçe ve yetişkinler olgunlaştıkça, bu genel bilgi yavaş yavaş elde edilir. Örneğin, çocuklar olasılıkla küçük plastik şişelerdeki küçük tabletlerin yutulduğunda zararlı olabileceğini bilmez (şişelerin çocuk güvenlikli kapakları olmasının sebebi budur), ergenler, sekiz yaşındakilerin bilmediği pek çok şeyi bilir ve örneğin The New Yorker okurlarına bu derginin kitap ve film incelemelerini anlama olanağı sunan bilgi, genelde ergenlerin bildiklerinin çok ötesine uzanır. Üstelik, farklı ülkelerde ve kültürlerde insanların sağduyu bilgisi elbette farklı olacaktır.

Bana kalırsa her insanın bilgisi, gitgide büyüyen bir ağaç olarak düşünülmeli: Ağacın gövdesi ve alt dalları, “sağduyu”yu meydana getirirken, üst dallar, kişinin öğrenmiş olabileceği özel disiplin “uzmanlıklarını” meydana getirir. Bu ağaç mecazı aynı zamanda, üst dallardaki bilginin, gövdede ve alt dallarda bulunan kavramlardan faydalandığını vurgularken de yararlı.

Önceki bir bölümde, doğal dildeki cümleleri tamamen anlamanın, insanlarda olan ama bilgisayarlarda hâlâ olmayan sağduyu bilgisine gereksinim duyduğunu gördük. Bilgisayarları sağduyuyla donatmaya yönelik göz korkutucu beklenti, birbirine oldukça zıt iki tepki doğurmuştur. Bazılarına göre bu zorluk, yakın gelecek için YZ (en azından güçlü YZ) olasılığını devre dışı bırakıyor. Gerçi başkaları, “bu işi sürdürelim” diyebilir. (Bu hevesli insanların çalışmalarından ileriki bir bölümde bahsedeceğim.) Elbette, nasıl her insanın tüm konular hakkındaki doğal dil cümlelerini anlaması beklenmiyorsa, herhangi bir YZ sisteminin tüm doğal dil cümlelerini anlaması da beklenmez. İnsanların sınırları var, YZ programlarının da kendilerine özgü sınırları olacaktır. Bu beklenti, zeki insanlar yaratma girişimlerimizi nasıl kısıtlamıyorsa, zeki programlar yaratma girişimlerimizi de sınırlamamalı.



Alıntı: Yapay Zeka - Geçmişi ve Geleceği - Nils J. Nilsson

4 Kasım 2020 Çarşamba

Sürüyü Kurtarmak - Sahne

 

“Peki ya biz,
çitleri kesip onları serbest bırakırsak.
Özgürce koşssunlar.
Bu dikkat çekebilir mesela.”

“Ama, sizi uyarıyorum çocuklar.

Şuan bu ülkede, özel mülkün benzer şekilde ihlali,
Vatansever Kanunu'n çiğnenmesiyle terör eylemi olarak kabul edilebilir.
Ve 10 yıl hapis yatabilirsiniz bunun için.”

“Bence şuan Vatanseverler Kanunu'nu çiğnemek, en büyük vatanseverlik olur!”

***

“Evet, ve birşeyler öğrendik.

Ne halt ettiğini bilmeden bir işe kalkışma!”

“Ben anlamadım;

neden içeride kalmak istesinlerki!”
“Evet kabul edelim;
sığırlar pek zeki hayvanlar değil.”
“Kimbilir, belki de içeride hayat daha kolaydır!
Yedikleri genetik yapısı değiştirilmiş pislikler de çimenden daha lezzelidir.” :-)
“Bence korktular.” 

Topluluk sürü psikolojisine eğilimlidir. Hiçbiri, grubu bırakıp uzaklaşmak istemez.


Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Klonlama - Alıntı
Konferans: Andras Forgacs Hayvanları öldürmeden deri ve et üretimi

3 Kasım 2020 Salı

Hamburgerlere Sığır Gübresi Karışıyor mu? - Sahne

Hamburger şirketi Mickey, hamburgerinde sığır gübresi olduğunu keşfeder. Şirketten Don Henderson, et satın aldıkları yeri araştırmaya gider. Don, bu et şirketiyle daha önce iş yapmış olan bir çiftçiyle görüşür.

Don, çiftçiyle konuşmasından sonra, et şirketiyle bağlantıları olan sorumluyla görüşmek ister.


Don: ...ve et, sana bunu söylemem lazım Harry, et mikropluymuş!
İç organlar bölümünde eğitimsiz adamları çalıştırdıklarını biliyor musun!
Harry: Gerçekten mi, iç organlar bölümünde mi...
D: Evet. Yani, Harry etlerimizde dışkı var.
...
H: Kimlerle konuştun bilmiyorum Dan, ama buruda yasa dışı hiçbir şey yok, tamam mı!
Etin pişmesi gerekir.
Ve Mickey’s’teki ızgaralar etin içindeki bütün zararlı şeyleri en ufak zerresine kadar öldürmek için dikkatlice ayarlanır! :-)
D: Bunu müşterilerimize açıklamak biraz zor olabilir tabii. :-)
H: Ee, ne.
D: Etlerimizde sığır dışkısı var, çünkü şeridi çok hızlı çalıştırıyorlar!
H: Pişirirsin yeter. Yapmanız gereken tek şey bu.
İşte bu ülkede beni sinir eden şeylerden biri de bu, gerçekten sinir oluyorum.
Amerikalılar her şeyden tırsan ödlek tavuklar olup çıktı. :-)
Her şeyin sterilize ve mikropsuz olması gerekiyor.
Bence herkesin büyümesi lazım! :-)
Tek gereken bu.

Yalnız, bu açıdan, kasap dükkanlarındaki etlerin daha temiz olduğunun da garantisi yoktur. Zaten bu yüzden kimse, aldığı etleri iyice pişirmeden yemeye cesaret edemez. :-)
İşte konuyla ilgili bir haber. Etlere, dışkı mikroplarının bulaşma riski hep olmuştur. Pişirirsin yeter. :-)
‘EHEC hamburger aracılığıyla bulaştı’

17 Ağustos 2020 Pazartesi

Halkın Sahte Haberlere İnanması - Karikatürize

Facebook her türlü reklamı almaktadır. Elizabeth Warren sahte siyasi reklamları bile aldığını düşünmektedir. Halk yanıltılmaktadır. Kolayca dolduruşa getirilebilmektedir. Trollük yapılmaktadır. Mark Zuckerberg ise o reklamların düşünce özgürlüğü olduğunu düşünmektedir.

Elizabeth Warren, Mark Zuckerberg'i senatoda özel komite duruşmasına bile çıkartır.

Elizabeth Warren, halkın gerçekleri anlamak için çaba harcaması gerektiğini düşünmekteydi. Ama bunun pek mümkün olmadığını artık anlamıştır. İnsanların çoğunun gerçekleri analiz ederek hep mantıklı davranmalarını beklemek de aslında gerçekçi değildir. Çünkü gün boyu çalışıp yorulurlar. Karşılaştıkları her haberi, dedikoduyu teyit edecek enerjileri ve zamanları olmaz. Genelde duydukları gibi inanırlar. :-)

Elizabeth Warren: Başkan Pete, bir haber gördüğünüzde bunun sahte olmadığını nasıl anlarsınız?
Başkan Pete: Haberi okuduktan sonra Farsça okuyorum, birincil kaynaklarla çapraz kontrol yaparak saatler geçiriyorum. :-)
Biraz zaman alıyor. Ama başka ne yapıyım.
Şehrin güvenlik sorunlarını çözmek için mi çalışıyım! :-)
Çok beklersiniz.
EW: Gördünüz mü. Sıradan insanların gerçekleri doğrulayacak zamanı ya da enerjisi yoktur!
Onlar Pete Buttigieg gibi olamaz.
Facebook'un algoritması gerçeği karıştırıyor.
Böylece insanlar New York Times ve ırkçılık haberleri Arnavutluk arasındaki farkı anlamıyor. :-)
İnsanların gerçeği bulmak için bütün bu zırvalarla uğraştırmak en kötü zorbalıktır!
Vatandaşlar: Facebook bitti! Facebook bitti!...

EW: Daha işimiz bitmedi Zuck.
İç politikaları değiştireceğini söyleyen bu bağlayıcı olmayan taahhütü imzalayacaksın.
Buna hesap soran Facebook anlaşması diyorum.
Ve dediğim gibi bağlayıcı değil. :-)
Mark Zuckerberg: Şartları kabul ediyorum.
EW: Muhteşem! :-)
(Facebook'a yaptırım uygulayabildiğinin gösterisini halka yapabilmek de elbette işine yarayacaktır, gerçekte bir bağlayıcılığının olması gerekmez. :-) Başka siyasetçilerin de çeşitli konularda güçlü olduğunun gösterisini halka yapmak için büyük gayret göstermesini izlemek de epey eğlencelidir, gerçekte öyle olması gerekmez. :-))

Aslında Facebook sahte siyasi reklam almayacak bile olsa, bu bir şeyi çözmeyecektir. Troller, kullanıcı hesaplarından yanlış haberleri yaymaya devam ederler. Üstelik sahte haberler sadece Facebook'ta değildir. Twitter, Whatsapp gibi birçok platformdan yayılır. Hem böyle şeylerle sadece internette de karşılaşılmaz. İnsanların çoğu çevrelerinden duydukları dedikodulara da kolayca inanırlar. :-)

Bana hapse gidiyorsun derse; hayır diyeceğim - Karikatürize

 

Donald Trump, Savcı Robert Mueller'in, kabinesinden bilgi sızdırmayı başarmasından dolayı kızgındır. Mike Pence'in eşi: Merhaba sayın başkan, küçük arkadaşlarınız nerede bugün? Donald Trump: Hepsi Robert Mueller'le takılmanın peşindeler. 🙂 DT: Sevgili Bay Mueller. Yanlış yaptığımız şey her neyse, bizi hapse atmak istediğin gerçeğini kabul ediyoruz. Ama olduğumuz kişiler yüzünden ifade vermemizi istediğiniz için deli olduğunu düşünüyoruz.. 🙂 Mike Pence: Senin gibi bir kadını askılı buluz giymiş bir aşüfte için asla değişmem, biliyorsun. Mike Pence'in Eşi: Donald Trump'a karşı gelerek Tanrı'ya karşı günah işlediğim için özür dilerim. Acaba ne düşünüyordumki! 🙂 Mike Pence, porno yıldızıyla yatan kişinin aslında kendisi olduğunu açıklamıştır, Donald Trump'u kurtarmak için. Eşi, Trump'un Tanrı tarafından görevlendirildiğini, bu yüzden sorgulamakta hata yaptığını düşünmektedir, dindar bir kadın olduğu için. Kabine Üyesi: Ah, geri dönmenize çok seviniyoruz. Mueller bizi adaleti engelleme ve gizli işlerle ilgili sorgulamak istiyordu sadece. 🙂 Başka bir şey düşünemez misin sen diyesim geldi. 🙂 DT: Ezik herif. Bana hapse gidiyorsun derse; hayır diyeceğim. 🙂 (Tartışma) Jeff Sessions: Bunu gerçekten yapacak mısınız!? Çünkü bir çok insan bunu yapmanızdan korkuyor! 🙂 DT: ...Ama en önemlisi, gerçekten düşündüğünüzde tek yapmanız gereken Meksika'lıları suçlamaktır. 🙂 Ve zencileri. 🙂 Ve müslümanları. 🙂 Ve... 🙂

İşler umduğu gibi gelişmeyince, tehdit icat edip onu suçlayan siyasetçiler gibi yani. 🙂 Çeşitli yolsuzluklara karışmış olabilir Donald Trump. Bir porno yıldızıyla yatmış olabilir. Susması için de para vermiştir. 🙂 Ama en başından beri bana hiç inandırıcı gelmeyen şeyse, seçimler için Rusya'yla gizli işbirliği yapması. Amerika vatandaşlarının çoğunun hassas yeri de bu Rusya paranoyasıdır işte. 🙂 Dolaysıyla orada da bu hassaslık siyasete alet edilir, doğal olarak. 🙂 Rusya, Amerika için çeşitli konularda tehdit olabilir. Ama bu seçim konusunda değil. Bu komik. Aslında Donald Trump, Putin'den çok Bin Selman'la daha ilgili görünüyor. Bunun nedeni de Suudi Arabistan'ın silahları Rusya veya Çin'den alması yerine ABD'den almasını sağlamak, yani duygusal nedenlerden değil. Zaten bunu da açıkça söylüyor Donald Trump. Rusya'ya bir şey borçlu olan biri bu kadar açık konuşmazdı herhalde. 🙂

Bu arada, Donald Trump karikatürünü Türkçe ses veren Uğur Taşdemir'dir.

Yaptığım hiçbir işte bu kadar başarılı olmamıştım! - Sahne

Bir zamanlar sigaranın reklam yüzü olan Marlboro Adam, şirketin hissedarı bile olmuştur. Zaman geçer. Sonunda o da kanser olmuştur. Artık sigara şirketlerini karalamak, dava açmak istemektedir. Sigara şirketi, para vermek niyetindedir, susması için. Elbette ikna etmekte oldukça başarılı olan Nick Naylor'la parayı gönderirler. :-)

Marlboro Adam: Sen iyi bir adama benziyorsun.
O pisliklerin arasında ne işin var senin?
Nick Naylor: Bu işte iyiyim.
Yaptığım hiçbir işte bu kadar başarılı olmamıştım! :-)
MA: Ah. Boş versene evlat. Ben de Viatnam'lı vurmakta iyiydim.
Bunu kariyer haline getirmedim! :-)
Herhalde hepimizin ipotek ödemesi gerekir.

MA: Evet, evet beni susmaya ikna etmek için mi geldin.
Bu çantanın içindeki şey bu mu?
NN: Evet temel olarak.
Hayır temel olarak değil. Bu kesinlikle o.
MA: Onurum satılık değil!
NN: Bu bir teklif değil.
Bir hediye. :-)
Vergileri çoktan ödendi.
Ne yaparsan yap senin olacak.
Ana fikir, bir şekilde hissedeceğin suçluluğun bizi karalamana engel olması. :-)
MA: Tüm bunları bana söylemen gerekiyor muydu?
NN. Hayır. Sadece özür dilemek. Parayı verip çıkmam gerekiyordu.
MA: Bana bunu neden söylüyorsun.
NN: Çünkü bu şekilde parayı alacaksınız.
MA: Bunu neden yapıyım.
NN: Çünkü kızgınsınız.
...
NN: Buraya geldiklerinde bu çantayı açacaksınız.
(Basın eve geldiğinde)
Ve tüm parayı bu şekilde yere dökeceksiniz.
MA: Neden?
NN: Güvenin bana, bu şekilde daha etkili görünür.
İçindeki tüm desteleri yere dökmeyi unutmayın.
Mümkünse bir iki kere de öksüreceksiniz.
Ve hepsi böyle yerdeyken, bununla ne yapacağınızı söylüyeceksiniz.
MA: Bu parayla ne yapacağım?
NN: Bağışlayacaksınız.
Evet, Lorne Lutch Kanser Vakfı kuracaksınız.
Bir çiftlik olacak. Bir panayır.
Bu harika olacak. Televizyonda... :-)
MA: Dur bir dakika. Peki ya ailem?
Ama Larren, parayı elinde tutamazsın.
(“İstersen parayı kişisel olarak kullanmayarak ne kadar onurlu olduğunun gösterisini yapabilirsin” diyor. :-) )
...
MA: Herhalde sizi, yarısı için karalayabilirim? :-)
NN: Hayır Lorne. Biliyorsun ya hepsi kalacak ya da hepsini vereceksin!

12 Ağustos 2020 Çarşamba

Zihinlerimizi aktarmaya ne kadar yakınız? - Konferans

Zihinlerin bilgisayara aktarılmasının başarılabildiğini düşünün. Ne kadar büyük sosyal etkisi olacaktır! İlk zamanlarında çok pahalı olacaktır. Birçok insan, sadece bazı insanların sonsuz yaşama erişebilmesini çok kıskanacaktır. Bazı insanlar, bilgisayardaki bireyin, gerçek kişi olmadığına inanmak isteyecektir. Bu, ilk başlarda doğru da olabilecektir. Çünkü ilk zamanlarında, beynin tüm içeriğini aktarmakta hatalar olabilir. Dolayısıyla bilgisayardaki birey asıl kişiden biraz farklı birey olabilir. Ama zamanla beynin tüm içeriğinin aktarılması konusunda yapılan hatalar giderilecektir.

Yine de artık iki birey vardır. Ve zamanla düşünüşleri birbirinden farklılaşmaya başlayacaktır. Çünkü hep aynı etkilere maruz kalmazlar artık. Sonuçta birbirlerinin geçmişini çok iyi bilen iki farklı birey şekillenir. Bu da zamanla rahatsız edici olabilir. Bu nedenle zihnini bilgisayara aktararak sonsuz yaşamı seçmiş bireyler, bedenlerinin uyutulmasını tercih edebilirler. Ölümden sonra yaşama inanan insanlar için çok şaşırtıcı olacaktır bu durum. Çünkü birey ölmemiştir, bilgisayarda yaşamaya devam etmektedir. Bunu kabullenmekte zorlanacaklardır. Ama yeterli paraları olsa, kendileri de zihinlerinin bilgisayara aktarılmasına hayır diyemeyeceklerdir.

Bilgisayardaki zihinlerin hakları ne olacaktır. İnsan gibi düşündüğünü gösterebiliyorsa, yani bir seviyenin üstünde aynı tepkileri veriyorsa insan demektir. İnsan haklarına o da sahip olmalıdır.

Ama elbette beynin bilgisayara aktarılmasına daha yüzyıllar vardır, konferansta da belirtildiği gibi. Daha tüm sinir bağlantılarını algılamak bile mümkün olmadı, o kadar bağlantının dijital olarak oluşturulması bir yana...



Kimsenin ölmediği bir gelecek düşünün— ölmek yerine aklımızın dijital dünyaya aktarıldığı bir gelecek. Akıllarımız gerçekçi, simulasyon bir dünyada avatar boyutunda yaşayabilirler ve bu halde bile biyolojik dünyaya katkıda bulunabilirler.

Zihin aktarımı kulağa çok çekici geliyor ama bir insanın beynini tarayıp zihnini aktarmak için neler gerekiyor? Asıl sorun beyni, zihni ele geçirecek kadar detaylı tarayabilmek ve o detayları yapay olarak eksiksizce tekrar yaratabilmek.Fakat önce neyi taramamız gerektiğini bilmeliyiz. İnsan beyni yaklaşık olarak 86 milyar nörondan oluşur. Bunlar en az yüz trilyon sinapsle bağlılardır. Beyin nöronlarının bağlantı biçimine yani nöronlar ve onların bağlantısına konnektom denir. Konnektomun şemasını daha çıkaramadık ve sinirsel sinyaller hakkında da öğrenecek çok şey var. Yüzlerce, belki de binlerce çeşit bağlantı türü ya da sinaps mevcut. Her birinin görevi nispeten farklı. Kimisi hızlı, kimisi yavaş işliyor. Kimisi öğrenme sürecinde küçülüyor ya da büyüyor. Kimisi zaman geçse de değişmiyor. Nöronlar arasındaki trilyonlarca 1'e 1 bağlantıların yanı sıra bazı nöronlar nörotransmiter yayıyor. Bunlar biren fazla nöronu aynı anda etkiliyor. Bu farklı etkileşim türlerinin hepsinin şemasını çıkartmak lazım ki insan zihni kopyalanabilsin. Ayrıca sinirsel sinyalleri de etkileyen ve daha tam anlaşılmamış ya da keşfedilmemiş birçok şey var. Mesela, nöronların hareket etme biçimi gliya diye bir hücreden etkilenir. Gliya, nöronları çevreler ve bazı bilim adamlarına göre nöronlardan 1'e 10 oranında daha fazla olabilirler. Gliya önceden sadece yapısal destek için var sanılıyordu ve işlevleri hâlâ tam bilinmiyor ama bazıları kendi sinyallerini üretebiliyorlar. Bu sinyaller bilgi işlenmesini etkilerler.

Beyni, neyi tarayacağımızı bilecek kadar iyi anlasak ve o çözünürlükte tarama yapabilecek güvenli teknolojiyi üretsek bile o bilgiyi dijital olarak yeniden yaratmak da ayrı bir sorun. Bunun önündeki en büyük engeller programlama gücü ve depolama alanı. İkisi de her sene daha da gelişiyor. Aslında bu teknolojik kapasiteye ulaşmaya, zihnimizi anlamak ya da taramaktan daha yakınız. Yapay sinir ağları çoktan internet arama motorlarımızı, dijital aistanları, sürücüsüz arabaları Wall Street ticaret algoritmalarını ve akıllı telefonları işletiyor. Kimse 86 milyar nöron içeren bir yapay ağ icat etmedi ama programlama teknolojisi ilerledikçe o kadar büyük veri setlerini kaydetmek mümkün olabilir.

Tarama ve yükleme sürecinin her aşamasında gerekli bilgileri doğru kaydettiğimizden emin olmalıyız. Yoksa bozuk bir zihin versiyonunun neye dönüşeceğini bilemeyiz.

Zihin aktarımı teorik olarak mümkün ama o teknolojiye ve bilgiye ulaşıp bu fikri gerçekleştirene kadar önümüzde daha yüzlerce yıl var. Bundan önce ahlaki ve felsefik açıdan düşünülmesi gerekenler var. Aktarılmış zihinlere kim erişebilir? Bu zihinlerin nasıl hakları olacak? Bu teknoloji nasıl kötüye kullanılabilir? Zihinlerimizi aktarsak bile geriye "gerçek biz" kalmalı mı?

 

Bu da İlginizi Çekebilir:

Beyniniz Bir Bilgisayar Değil ve Muhtemelen Asla Bilgisayara Aktarılmayacak! - Alıntı

6 Ağustos 2020 Perşembe

Domatesin Covid-19 Aşısı Olabilmesi

Aşıların seri üretiminin, bitki yetiştirme kolaylığında sağlanabildiğini düşünün. Üretimi ucuzlayacaktır. Aşılar daha çok insana yetebilecektir. Aslında Covid-19 gibi pandemilere önlem alabilmenin en verimli yolu, aşıyı bitkiye dahil edebilmektir. Böylece o bitki yetiştirildikçe, aşı da üretilmiş olacaktır.



Aşı üretiminde az bilinir yöntemlerden birisi, bitkileri antijen üretmek üzere bir “biyofabrika” olarak kullanmaya dayanır. Bitkilerin genetiği, örneğin virüs benzeri parçacıkları (VBP) üretebilmesi için değiştirilebilir. Virüs benzeri parçacık dediğimiz şeyler, virüslerin yapısal proteinleri ya da antijenlere birden fazla bölgeden bağlanarak insanlarda bağışıklık tepkisi oluşturan “multi-epitop” proteinleridir.”

“Nicotiana benthamiana, hızla üreyen, laboratuvarda kolaylık sağlayan ve yüksek biyokütle oluşturan tütün benzeri bir bitkidir ve bu yüzden aşı çalışmalarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Fakat bilim insanları aynı zamanda marul, havuç, patates, pirinç, domates ve mısır gibi birçok farklı bitki ile de çalışmalar yapmakta.

2020’nin başından beri HIV, çocuk felci, hepatit-B, kuduz, HPV, kolera ve diğer birçok patojene ait 97 deneysel aşı, bu bitkilerde çoğaltılan antijenler ile üretildi. Çalışmalar MS gibi otoimmün hastalıklar ve kansere karşı bileşen üretiminde bile kullanıldı.

Söz konusu “bitki temelli aşılar”ın bir kısmı, klinik çalışmalara kadar ilerletildi. Medicago tarafından geliştirilen grip aşısı, Fraunhofer malarya aşısı ve Kentucky Biyoprocess tarafından bir antikor serumu olarak üretilen ZMapp adlı ilaç, genetik ile değiştirilmiş (GD) tütünler aracılığıyla üretilmişti. Zmapp, Afrika’da gerçekleşen 2014-2015 ve 2018-2019 tarihli Ebola salgınlarında hastalar üzerinde de uygulandı.

Günümüzde bitki temelli aşılar sadece bir hayal değil. Öyle kibir tanesi piyasaya dahi sürüldü: Gaucher hastalığının replasman tedavisinde kullanılan “taliglucerase alfa” enzimi, GD havuçlarda çoğaltılıyor ve biyoreaktörler yoluyla elde ediliyor.”

Bitkilerde üretilen aşıların kolay taşınması, depolama için soğuk zincir sistemine gerek duymaması ve dolayısıyla düşük maliyetli olması gibi birçok avantajı var. Ek olarak, klasik aşı üretimi yöntemlerinin aksine bitki temelli aşı üretiminde patojen ve toksinlerin çalışanlara bulaşma riski de bulunmuyor ki bu risk memeliler veya mikroorganizmalar üzerinde aşı üretimi sırasında endişe duyulan bir risk.”

“Süregelen COVID-19 aşı yarışında, “biyo-tarım” veya “moleküler tarım” olarak da bilinen bitkilerden yararlanma stratejisi de ihmal edilmiş değil. Yukarda bahsi geçen iki şirket, tütün bitkisini genetik ile değiştirerek virüs benzeri parçacıkları bitkiden elde etmek ve dolayısıyla antijen üretmek için çalışıyor. Bunlardan biri olan Kanada şirketi Medicago, eğer bu yenilikçi metot ve klinik testler Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin onayını alırsa, şirketin ayda 10 milyon doz aşı üretebileceğini belirtiyor. Öte yandan Amerikan şirketi Kentucky Biyoprocessing, kendi ürettikleri hızlı büyüyen GD tütünleri kullandığını, aşı için klinik öncesi testlere başladığını ve haftada 3 milyon doza kadar aşı üretebileceğini duyurdu.”

Yukarıda bahsettiğimiz bitki bazlı aşıların geleneksel aşılara göre bazı avantajları olmasına karşın uygulama yöntemleri hala enjeksiyonu -çocukların korkulu rüyası iğneleri- içeriyor. Peki ya aşı vurulmak yerine direkt olarak bağışıklık kazandıran genetik ile değiştirilmiş besinler -yani bir nevi yenilebilir aşı- tüketebilseydik?”

“Meksika’da UANL (Institute of the Autonomous University of Nuevo León) üniversitesinden genç bir biyoteknolog ve girişimci olan Garza, Cornell Alliance for Science ile yaptığı röportaj’da şunları söylüyor:

Avantajları apaçık ortada olmasına rağmen SARS-CoV-2’ye karşı ‘yenilebilir aşı’ üretim yöntemi, çok az araştırılmış bir alternatif. COVİD-19 sorunu, aşı niteliğinde olacak virüs proteinlerinin domateslerde üretilmesine odaklanarak çözülebilir.”

“Garza, şöyle anlatıyor:

Aşıların geleneksel olarak üretilmesi uzun zaman alan ve oldukça masraflı bir sürü biyokimyasal, immünolojik ve mikrobiyolojik metod gerektiriyor. Kullandığımız “tersine aşı” stratejisi, her bir patojen veya organizma için çok sayıda protein bulmamıza ve içlerinden en iyi antijen aşı adaylarını seçmemize yarıyor. Bu yöntem, klasik yöntemlerle üretilmesi çok karmaşık ve neredeyse imkânsız olan aşıları üretebilmemizi sağlıyor.”

Kısacası, Üretimden önce yapılan biyoenformatik modellemeler, işten tasarruf etmeyi ve patojenlere karşı en etkili antijenlerle çalışmayı; dolayısıyla en etkili aşıyı bulmayı sağlıyor.”

Buna benzer nitelikte literatürde bulunabilen tek çalışma, SARS-CoV antijenleri bulunduran bir domatesin geliştirilmesiydi. SARS-CoV,2002-2003 yılları arasında Güneydoğu Asya’da SARS epidemisine sebep oldu ve günümüzde COVID-19’a sebep olan virüs ile %70 genomik benzerliğe sahipti. Ancak geliştirilen transgenik domatesin farelerde SARS-CoV-1’e karşı yüksek değerlerde antijen üretmesine sebep olduğu kaydedilmesine rağmen klinik çalışmalara devam edilmedi.”

“Garza’nın da açıkladığı üzere, çalışma şu anda aşı üretebilmek amacıyla potansiyel epitopları belirleme ve analizini yapma aşamasında. Proje ilerledikçe şirketler ve araştırma merkezleri yardımıyla aday aşının klinik çalışmaları yapılmaya başlanacak.”

İğnelerin can yakıcılığından kurtulmanın dışında meyve ve yenilebilir bitkilerin insanların hastalıklara karşı bağışıklık kazanmasında aşı olarak kullanılmasının, aşının saflaştırılmadan ve işlemden geçirilmeden direkt olarak yenebilmesi gibi birçok yararı var.

Ham maddenin ek işlemden geçirilmeden doğrudan tüketilmesi (meyvenin direkt olarak yenmesi ya da biyokütle liyofilizasyonu ile sıvılaştırılmış jelatin hap veya tabletler yoluyla alınması), antijeni işlemden geçirme ve saflaştırma maliyetlerinden kurtardığı gibi bitki hücrelerinin midedeki koruyucu rollerinden dolayı antijenlerin mide-bağırsak yolunda bozulmasını da engelliyor.”

Yenilebilir aşıların antijen saflaştırma işleminden geçmemesi, muhtemelen düşük bütçe ile üretilebilmesini sağlayan ana faktör. Masrafın az olması ise düşük gelirli ülkelerde de aşının ulaşılabilir olması demek.

İstatistiklere göre, örneğin Çin’deki tüm insanlara yetecek hepatit-B aşısı için sadece 0.16km2 araziye ihtiyaç var; dünyadaki tüm çocuklar için ise bu rakam 0,8 km2 oluyor.”

“Her kıtadan birçok ülke GDO’ları deneysel olarak geliştiriyor ya da geliştirmiş olsa da, günümüzde sadece 26 ulus GDO’ların ticari kullanımıyla ilgili yasal düzenlemeleri hayata geçirdi. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi, diğer birçok ülkede gerekli yasaların bulunmaması veya geri kalmış, işlevsiz çerçeve yasalar, yenebilir aşıların laboratuvardan piyasaya sürülmesinin nihai maliyetini arttırabilir ve böylelikle küçük-orta çaplı şirketlerin veya kamu kuruluşlarının bu teknolojiyi geliştirmesini zorlaştırabilir.”

“Hâlihazırda domates bitkileriyle COVID-19’a karşı aşı geliştirme çalışmalarının yapıldığı Meksika’da ise, GDO lara karşı olduğunu sık sık belirten bir başkanın rejimi altında yerel bilim insanları zor zamanlar yaşıyorlar. Dahası aynı başkan, genetik ile değiştirilmiş ürün karşıtlığıyla bilinen bir bilim insanını, ulusal bilim harcamalarından sorumlu devlet kuruluşu CONACYT’nin yöneticisi olarak atamıştı.”

“Yine de eğer bu umut vadeden yenebilir aşı çalışması – Meksikalı kamu sektöründe başlatılanlar- başarılı bir şekilde ilerlerse, klinik aşamalara ve üretimin hızlanmasına yönelik gelişmelerin kuzeye, ABD ya da Kanada’ya doğru, şirketlerin zaten COVID-19 moleküler ilaç tarımı yaptığı ve dünyanın en uyarlanabilir GDO hukuki çerçevelerinin olduğu yerlere kayması oldukça muhtemel. Bu durum, Meksika’daki biyolojik ilaç tarımı imkânlarına sahip yerel üniversitelerin yanında, yine Meksika’da bulunan CIMMYT, CINVESTAV ve INIFAP gibi tüm yüksek düzeyli araştırma merkezlerine ve tarımsal biyoteknoloji alanında çalışan dünyanın üst düzey bilim insanlarına rağmen gerçekleşebilir.”

Yenilebilir aşılar için temel problem, insanların GDO’lara karşı yanlış kanılarda bulunmasından ve GDO’nun çevreye ve sağlığa zararlı olduğuna dair keskin yargılarından kaynaklanıyor. Binlerce bilimsel araştırma ve 250’den fazla bilimsel kuruluşun açıklaması, GDO’nun güvenli olduğunu kanıtlarla destekliyor; ayrıca GDO’nun 20 yıllık geçmişi boyunca aksini kanıtlayan hiçbir etki görülmemesine rağmen önyargılar devam ediyor.Bizlere düşen nokta ise, GDO’ya dair doğru bilgileri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kamuya ve kanun yapıcılara bu gibi önemli anlarda yaymak oluyor.”

Belki COVID-19’a karşı başlattığımız aşı yarışında GD yiyecekler, milyonlarca insanı kurtarmakla beraber, yıllardır korkular ve yanlış bilgiler sonucu oluşan önyargıları da kırabilirler.”



Alıntılanan Makale: Genetiği Değiştirilmiş Domatesler, Yenilebilir COVID-19 Aşısı Olarak Kullanılabilir!

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Richard: Değersiz Bir Şey Yapmak İçin Altı Yıl mı Heba Ettik Biz Böyle Şimdi! – Sahne


Richard:
Altı yıl.
Altı yıl bee...
Değersiz bir şey yapmak için altı yıl mı heba ettik biz böyle şimdi!
Dalga mı geçiyorsunuz benimle be. 
Ben iyiyim!
Bir tuvalete gitmem lazım...

Üzerinde çok uğraştıkları yeni internet projeleri vardır. Merkezi olmayan internet. Sunucu bilgisayarlar olmayacak. Tüm internet verileri, tüm kullanıcı bilgisayarlarına yayılacak. İnternet hızlanacaktır.

Bunun bir gösterisini yapmak isterler. Hiç beklemedikleri bir durumla karşılaşırlar. İnternetleri çok yavaştır. Hayal kırıklığına uğramışlardır. Yoksa 6 yıl kafalarını gereksiz şeylerle mi doldurmuşlardır!

Richard, panikle Yapay Sinir Ağına tüm sistemin altyapısına kod yazma izni verir. Olanlar olur. Tüm sistem kapanır.

Bir süre sonra şaşırtıcı bir şekilde tekrar açılır. İnternetlerinin veri hızına bakarlar. Müthiş bir sürprizdir. Veri hızları gittikçe artmaktadır.

YSA'nın kendi kendine yazdığı kod işe yaramıştır! :-)

(Bu arada, Richard'ı oynayan kişi Thomas Middleditch, seslendiren kişi Harun Can'dır.)

Alay Edilmek – Sahne


Temple Grandin hayvanlarla gayet kolay bağ kurabilmektedir. Ama okuldaki öğrencilerle bir bağı yoktur. Kendi halinde projesiyle ilgilenmektedir. Ama öğrenciler onu rahat bırakmazlar, anlayamadıklarından. Çeşitli öğrenciler, yine alay ederek, huzursuz ederek sürekli taciz ederler, elbette basit düşünebildiklerinden. Sonunda Temple Grandin'in sabrı taşar, doğal olarak! Bu öğrencilerin kendileri, bundan çok daha az bir huzursuz edilmeye bile dayanamazlardı. Hemen kavga çıkarırlardı..

Öğretmen: Harika bir şey bu Temple. Gerçekten harika.
...
Öğrenci: Fransız balığı! Fransız balığı!...
Öğretmen: Hey! Burada ne oldu?
Diğer Öğrenci: Sebepsiz ona vurdu!
Öğretmen. Temple.
...

16 Temmuz 2020 Perşembe

T-Etik Davranış Kuralları - Sahne


Gavin, T-Etik Davranış Kuralları Kampanyasını başlatır. Richard, Gavin'in kişisel verilerin toplanmasının etik dışı olduğundan bahsettiğini görünce fena şaşırır. Çünkü Gavin, Hooli'den yeni ayrılmıştır. Hooli kullanıcıların kişisel verilerini toplayan büyük bir şirkettir.

Hooli'in hangi şirketi karikatürize ettiğini açıklamaya gerek yok sanırım. Dikkatli insanlar şirketin adından kolayca çıkarsama yapabilir. :-)

Gavin:
Mesajım beni dinçleştiriyor.
Çok uzun zamandır büyük teknoloji şirketleri
verilerimizi topluyor,
gizliliğimizi ihlal ediyor,
her hareketimizi izliyorlar!
Richard:
Onlar dediğin sensin ikiyüzlü!
Sen yaptın...
O yaptı. :-)

Kişisel Verileriniz Reklam Verenlere Pazarlanıyor

İnternette bir sürü arama yapıyorsunuz. Oluşturduğunuz verileriniz botlar tarafından otomatik toplanıyor. Reklam verenlere pazarlanıyor. Ama kimliğiniz reklam veren şirkete verilmiyor. Botlar reklamları, verilerinize göre eşleştiriyor. Aradığınız konulara göre reklam görüyorsunuz. Yani kimsenin, sizin verilerinizden haberi olmuyor. Ama örneğin bir Google çalışanı, oluşturulan büyük veritabanına göz atıp, mesela tanıdığı bir insanın toplanmış verilerine bakabiliyorsa, işte bu gerçekten can sıkıcı olurdu. Ama verileri “bilinçsiz” botlar düzenliyor. Veriler çalışanlardan gizlidir.

Peki botlar daha çok geliştirildiğinde ne olur. Gelecekte insan bilincine yaklaşabilir. İşte o zaman, bu botların da verilerinize bakması gerçekten huzursuz edici olur. Çünkü artık kimliğini ve ilgi alanlarını anlamaya başlıyor olurdu. Yani bir insanın, sürekli internet verilerinizi gözetlediği hissi verirdi. Ama şimdilik verileriniz, bilinçsiz botların düzenlemesi dışında gizli görünüyor. Bir çalışanın, bir tanıdığının verisine bakmasına izin verileceğini sanmıyorum.

Verilerin pazarlanmasının kafaya takacak bir şey olduğundan çok emin olamıyorum; birinin oturup, sizin kaydedilmiş internet verilerinize bakmadığı sürece. Devlet de girdiğiniz siteleri, yaptığınız telefon konuşmalarını kaydediyor. Mesela adaletine çok da güvenemeyeceği bir ülkenin vatandaşı için, aslında bu çok daha korkutucudur.

Büyük bir arama hizmeti vermek için bir sürü sunucu bilgisayar, bir sürü programcı çalıştırmak gerekiyor. Bunların bir şekilde finanse edilmesi gerekiyor. Kullanıcılar, yaptıkları aramaları bedavaya yaptıklarını unutuyorlar. Örneğin Google, aramaları ücretli hale getirirse bir çok kullanıcı çok fena hayal kırıklığına uğrardı. Ama verilerinizi toplayıp reklam yayınlamasına gerek kalmazdı! Şuanda hizmet bedelini kullanıcılardan değil, reklam verenlerden alıyor. Aslında pek çok kullanıcının da verilerinin toplanıp, reklamlarla eşleştirildiğini umursadığını ya da farkında olduklarını sanmıyorum. Onların umursadıkları, aramaları bedava yapmak, o da böyle mümkün oluyor gibi görünüyor. Ama mesela aramaları ücretli hale getirip, hem de kullanıcının verilerini toplayacak olursa bu gerçekten ahlaksızca olurdu! Youtube'ın Premium üyeliği var. Ücretli üyelik. Bu üyeler video izlerken reklam görmek zorunda kalmıyor. Youtube'u kendileri finanse etmiş oluyorlar. Youtube'ı Google satın almıştı. Başka bir örnek vereyim. Kullanıcılar Windows'u sever. Kullanmak için ücret öderler. Böylece Windows kullanıcıların hareketlerini kaydetmez. Mesela masüstünün bir köşesinde, kullanıcıyı reklam görmeye zorlamaz. Aslında artık çeşitli ürünlerin ve yazılımların da kullanıcı deneyimlerini topladıklarını belirteyim, kullanıcının rızasıyla. Yazılımı veya ürünü daha iyi geliştirebilmek için kullanıyorlar bu verileri.

14 Temmuz 2020 Salı

Öğrenmek Üzerine Bir Deneme

Bazı insanlar çocukken farklı dillerle karşılaşabilir. Ailesi sürekli farklı ülkelerde bulunuyorsa bu mümkün olabilir mesela. Bu çocuk yetişkin olduğunda yeni diller öğrenmekte daha hevesli olur. Çünkü çocukken sinir ağları dillerin ortak yönlerini hissetmesini sağlayacak şekilde kurulur. Dil öğrenmesine bu ağ da dahil olur. Peki çocukken tek bir dille karşılaşan insanlarda durum nasıldır. Sinir ağı büyük ölçüde anadiline göre şekillenir. Farklı diller şekillendirmeye yardımcı olmamıştır. Dolayısıyla dillerin ortak yönlerini kolay hissetmesini sağlayacak bir ağ da şekillenmemiştir. İşte bu insan yetişkinlikte ikinci bir dili bile öğrenmek de çok hevesli olmaz. Üçüncüyü öğrenmekte ise çok zorlanacaktır. Çünkü ilgili sinir ağı tamamen ana dilin ayrıntılarına göre şekillenmiştir.

Elbette bu, her konuda böyledir. Örneğin bilgisayardan örnek vereyim. Genelde bilgisayarı ilk öğrenmeye başlayan bir çocuk tek bir işletim sistemiyle karşılaşır. Bilgisayar öğreniyorum diye o işletim sisteminin arayüz ayrıntılarını öğrenir. O işletim sistemi, bilgisayar ana dili gibi kafasına yerleşir. Bu çocuk yetişkinliğinde farklı işletim sistemlerinin de olduğunu fark ettiğinde şaşırır. Kolay öğrenmek için, ilk öğrendiği işletim sistemiyle benzer yönlerini arar. Çok benzer yönü olmadığını fark edince de sıkılır. Ama bu çocuk bilgisayarı ilk öğrenmeye başladığında farklı işletim sistemleriyle karşılaşsaydı, bilgisayarı biraz daha temelden öğrenecekti. Bilgisayar kullanma dili daha esnek olacaktı, tıpkı çocukluğunda farklı dillerle karşılaşan çocuklar gibi. Yetişkinliğinde farklı işletim sistemlerini öğrenmeye daha hazır olurdu. Evet, istisnalar vardır. Ama insanların geneli böyledir. İşte bu yüzden insanlar başka işletim sistemlerini denemeye isteksizdirler, daha kaliteli olsun ya da olmasın. Kimse ana dilini, daha kaliteli diye başka bir dille değiştirmeye istekli olmaz değil mi. Çünkü çok cahil hissettirir. İnsanlar için en kolay şey, en iyi bildiği şeydir.

Aynı durum ofis programlar için de geçerlidir. İnsanlar baştan tek bir ofis programını öğrenmişlerse artık başka ofis programına çok zaman harcamak istemezler. Kendilerini çok acemi hissettirir. Bu nedenle her yeni bilgisayarında aynı işletim sistemini arayacaktır. Aynı ofis programını edinecektir, orijinal ya da korsan olsun.

Cep telefonlarında durum nedir. Her üretici Android arayüzünü biraz değiştirerek sunuyor. Kullanıcı, telefon kullanmayı öğrenirken her telefonda biraz farklı arayüzle karşılaşıyor. Dolayısıyla artık farklı arayüzleri daha kolay kabul ediyor. Bilgisayarındaki gibi daha sabit bir arayüze bağımlı olmuyor. Ama telefonda da hep karşılaştığı şeyler vardır. Telefon kullanma bilgisini oluşturan sinir ağına bunlar dahil olmuş oluyor. Dolayısıyla kullanıcı sonraki her telefonunda onları arıyor. Mesela YouTube, Play Store, Google Arama Çubuğu vs...; belki biraz daha temelden öğrenmişse apk arıyor. Elbette arayüz çok fazla değişmişse canı çok sıkılır.

9 Temmuz 2020 Perşembe

Makine Çevirileri %100 Başarılı Olabilir mi?

İnsan çevirisi bile %98 başarılı oluyor. %100 olamıyor. Çevrilecek metin çevirenin yabancısı olduğu bir konuysa bu başarı daha da düşecektir. Örneğin çeviren kişinin önüne fizik konulu bir metin geldi. Çeviren kişi fiziğe uzak biriyse çevirmekte oldukça zorlanacaktır. Çünkü cümlenin sadece yapısını çözmek yetmez. Konunun gelişini de takip etmek gerekir. Ama günümüzdeki makine çevirileri sadece cümle cümle çevirmektedir, şimdilik. Basit bir örnek vereyim. Cümlede farklı anlamları olan bir kelime geçebilir. Hangi anlamının kullanıldığı, çevrilen metnin genel konusundan çıkarılabilir. Dolayısıyla cümle cümle çevirmek her zaman yetmez. Ama insan bilincine yaklaştıkça konuyu da takip edebilecektir. Anlamak için bir sürü hiyerarşik çağrışım kurulmalı. Çağrışımların haritalamasının sığabileceği milyonlarca yapay sinir ağı sağlanmalı. Ama gerçek şu ki cümle cümle çeviriden, konuyu anlayarak çeviriye daha epey zaman var. Çünkü bunun için insan beynindeki sinir ağının da büyük ölçüde taklit edilmesini gerektirir. Elbette bu sinir ağı farklı konularda dil deneyimi biriktirmelidir, bir çocuğun konuşmayı öğrenmesi gibi. Ama elbette eksik kalan konular hep olacaktır. O konularda çeviri yaparken hata yapacaktır, tıpkı yabancısı olduğu bir konuyu çevirmeye çalışan bir insan gibi.

Alternatif Makine Çevirisi Hizmetleri

Kaliteli makine çevirisi hizmetleri oldukça az. En popüleri Google Çeviri. Diğer popüler şirketlerin makine çevirileri henüz çok olgunlaşmış sayılmaz. Ama bir şirketin makine çevirisi de gayet iyi görünüyor. Başka işlerle uğraşmayıp, sadece bu işe odaklandıklarından kaliteyi yükseltmeleri daha kolay olabilir. Bu iş ek işleri değil de para kazandıkları asıl işleri olduğundan motivasyonları yüksek olabilir. Üstelik bu işi 1968'den beri yapıyorlar. Epey dil deneyimi biriktirmiş olmalılar. Güzel bir sürpriz de var. Türkçe-İngilizce çeviri desteği de eklemişler. Bu şirket Systran. Arada bir denenebilir. Şu adresten göz atılabilir: https://translate.systran.net/translationTools/text


Yapay çevirinin (YÇ) tarihçesi hakkında çok yazmış olan W. John Hutchins, 1967'den 1976'ya kadar geçen süreyi “sessiz onyıl” olarak nitelemiştir. Bu dönem boyunca alandaki hareketsizliğin nedeni kısmen, ALPAC raporuydu; daha önce belirttiğim gibi bu rapor, yapay çeviriyle ilgili beklentiler konusunda karamsardı. Hutchins şunu ileri sürmüştü: “ALPAC raporunun etkisi derindi. ABD'de on yılı aşkın bir süre boyunca YÇ araştırmalarına uygulamada son verdi ve yıllar boyunca YÇ, tam bir başarısızlık olarak algılanıyordu... YÇ etkinliğinin odağı, ABD'den Kanada'ya ve Avrupa'ya kaymıştı.”

ABD'deki bu on yıllık durgunluğun tek istinası, Petr Toma'nın Systran (System Translator) adlı çeviri programını geliştirmesi olmuştur; Macaristan doğumlu bilgisayar bilimcisi ve dilbilim araştırmacısı Toma, Georgetown Rusçadan İngilizceye çeviri sistemi üzerinde çalışmıştı. 1968'de Toma, daha önce Almanya'dayken başlamış olduğu Systran geliştirme işini sürdürmek amacıyla California La Jolla'da Latsec isimli bir şirketi kurdu. ABD Hava Kuvvetleri, Rusçadan İngilizceye çeviri sistemini geliştirmesi için bu şirketle sözleşme yaptı. Bu sistem. 1969'un ilk yarısında Ohio Dayton'da Wright-Patterson Hava Kuvvetleri Üssünde denendi; “günümüzde de ABD Hava Kuvvetleri Teknoloji Dairesi için Rusça-İngilizce çeviriler yapmayı sürdürüyor.” Systran, evrimleşip başlıca otomatik çeviri sistemlerinden biri olmuştur. Florida Tampa'da Imageforce Şirketi tarafından pazarlanmaktadır.

Peki, Systran'ın çevirileri ne kadar iyi? Bu, performansın nasıl ölçüleceğine bağlı. Margaret Boden, iki ölçüden bahseder, yani “anlaşılırlık” ve “doğruluk”. Bu iki ölçü de insan hükmüne göre değişir. İlk ölçü için, “Çeviri genel olarak anlaşılıyor mu?” sorusu sorulabilir. İkinci ölçü için, “Bir insan 'editör'ün çeviriyi düzeltmesi gerekiyor mu?” sorusu sorulabilir. Boden, “1976'dan 1978'e dek iki yıllık dönemde, Systran'ın yaptığı çevirilerin anlaşılırlığı yüzde 45'ten yüzde 73'e fırladı (ham metin girdisi bakımından)...” der. Ayrıca, insan çevirilerinin başarısının da yüzde yüz olmadığını, ancak yüzde 98'le yüzde 99 olduğunu da belirtir. Çevirinin doğruluğuna gelince, Boden şunu söyler: “1978'de 'insan editörlerin' dokunmadığı sözcüklerin oranı yalnızca %64'tü. Yine de, Systran çıktısının bir sayfasını düzeltmek 1980'erin ortalarında sadece yirmi dakika sürerken, normal (bütünüyle insana ait) çevirinin düzeltilmesi bir saat sürüyordu.”

Alıntı: Yapay Zeka Geçmişi ve Geleceği

26 Haziran 2020 Cuma

İcat Evriltmek – Yapay Zeka

Evrim sürecini taklit etmeyi temel alan bir arama yöntemi olan Genetik Programlamanın (GP) mucidi John Koza, bizzat GP'nin bir "icat makinesi" olduğunu iddia eder. (Aynı zamanda, GP'nin aşağı yukarı YZ kapsadığını da iddia ediyor, çünkü YZ'nin hedefi, zeki programlar yaratmaktır ve GP tam da bu işi yapıyor.) Örneğin, Koza ve meslektaşları, optimal bir anten sistemi evriltmek (otuz bir kuşakta) amacıyla GP'den faydalanmıştır. Ayrıca, optik mercek tasarımları da evriltmişlerdir (yüzlerce kuşakta). Makalelerinden birinde belirtildiği gibi: "Genetik yolla evrilmiş mercek sistemlerinden biri, daha önce alınmış bir patenti ihlal ederken, patentlerde geçen performans tanımlarını tekrarlayan (ya da iyileştiren) ve patentleri ihlal etmeyen yeni tasarımlar da yaratılmıştır." Bu şekilde evriltilmiş tasarımlar arasında elektrik devresi, regülatör, mekanik sistem ve çeşitli cihaz tasarımları da vardı. Bu ekibin hedefi, "insanlarla yarışan tasarımlar" yaratmaktır, yani özellikleri, en başarılı insan tasarımcılarının eserlerini yakalayan ya da aşan tasarımlar oluşturmaktı. Bilgisayarların gücünün artmasıyla birlikte, GP ve GP benzeri arama yöntemleri kullanımının, birtakım ilginç icatlar üreteceğine inanıyorum.

Alıntı: Yapay Zeka Geçmişi ve Geleceği

23 Haziran 2020 Salı

Market Sütüne Göre Açık Süt Daha Sağlıklı mı?

Bazı insanlar açık sütün organik olduğunu düşünür. Ne de olsa üzerinde işlem uygulanmamıştır. Bu nedenle açık süt daha faydalı görünür, besinlerini yitirmemiş görünür. Market sütüne işlem uygulandığından besleyiciliğini kaybetmiştir. Açık süt daha güvenlidir. Ama acaba gerçekten öyle midir! Süt fabrikada mı yoksa evde mi daha ayarlı ısıtılabilmektedir.


Süt, günümüzde sıklıkla adını duyduğumuz gıda gündeminden düşmeyen önemli bir besin kaynağı. İçerisinde bulundurduğu mineral, vitamin ve protein diğer bir çok gıdadan fazla, yetişkin sağlığını korumada ve çocuk gelişimini desteklemede büyük bir rol oynuyor. Birçok ülkenin sağlık birimleri, halkı süt tüketmesi için teşvik ediyor. Buna karşılık, birçoklarının aklında sütü nereden tedarik edecekleri konusunda bir soru işareti var: Kimisi sokak sütü ("açık süt") satın alınmasının tüketiciler için daha verimli olduğunu ve tüketicilerin daha memnun olduğunu savunurken, kimi araştırmacılar ise bunun besin değerini azalttığını ve sağlık açısından bir risk oluşturduğunu savunuyor. Peki hangisine inanmalıyız?

Türkiye'de süt üretiminin önemli bir kısmının kayıt dışı olmasından dolayı, tüketim verilerine ulaşmakta zorluk yaşanıyor. Ancak yapılan bazı çalışmalar Türkiye'deki ailelerin yarıya yakınının açık süt tüketmeyi tercih ettiğini gösteriyor. İstanbul gibi büyükşehirlerde bu oran, %10'lara kadar düşüyor. Açık süt tüketenlerin büyük çoğunluğu "yoğurt yapımına uygun olduğu" için, diğerleri ise "daha sağlıklı" veya "daha güvenilir" olduğunu düşündüğü için açık sütü tercih ettiğini söylüyor. Çalışmalara bakıldığında, ekonomik geliri düşük veya kırsalda yaşayan bireylerde açık süt tüketiminin daha fazla olduğu gözlemleniyor.

Sütün Yolculuğu

Sütün yolculuğu meme hücresinde başlıyor. Sağlıklı bir meme hücresi, süt için güvenli ve steril bir yuva sağlıyor. Meme bezindeki steril süt, direkt olarak ineğin yavrusunun ağız boşluğuna ulaştığından, süte çevreden mikrobiyal bir bulaşma pratik olarak mümkün değil.

Ancak inekten sağılan süt, tüketiciye ulaşana kadar bir çok kontaminasyon (bulaşıcı) kaynağından geçer. Haliyle süte, dışarından patojen (hastalığa neden olan) mikroorganizma bulaşma riski artar. Yani süt, memeden dışarı atıldığı noktadan itibaren insanlara ulaşana kadar bir zehire dönüşme ihtimali de gittikçe artar. Çünkü süt, insanlar için değerli bir besin kaynağı olduğu gibi, diğer mikroorganizmalar için de adeta bir cennettir ve hiçbir canlı beslenmek ve çoğalmak için -neredeyse- bütün olanakları sağlayan bir sütü kaçırmak istemez.

Çiğ Süt, Bakteri Yükü Açısından Tehlikeli!

Bu, bakteriler ve virüsler için iyi bir haber; ancak insan sağlığı için öyle değil. Çiğ süt tüketiminin salgın hastalıklarla ilişkili olduğunu biliniyor. Örneğin çiğ sütte bulunan, böbrek yetmezliği ve ölüme neden olabilecek E. coli (O157:H7), sütle ilişkili salgınların en yaygın sebebi. ABD Gıda ve İlaç İdaresi'ne (FDA) göre çiğ süt, ABD'de 1987-2010 yılları arasında 133 tane salgına sebep oldu. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi (CDC) ise, 1993-2006 arası 121 salgın hastalığı çiğ süt ile bağdaştırıyor ve pastörize süt yerine çiğ süt tüketimi hastalık riskini 13 kat arttırdığı belirtiyor.

Aynı zamanda diğer birçok araştırma, çiğ sütün bakteriyel enfeksiyon açısından önemli bir risk taşıdığını ve çiğ sütün, pastörize süt ile karşılaştırıldığında fazladan bir besinsel faydası olduğuna dair açık bir kanıt olmadığını gösteriyor. Ülkelere göre çiğ süt mikrobiyal yükü değişiklik gösterse de, Ankara’da yapılan çalışmaya göre satılan sokak (açık) sütlerinin hepsi kabul edilemeyecek düzeyde bakteri barındırıyor.

Çiğ Sütü Arındırmak...

Çiğ sütün ne gibi riskler oluşturduğunu biliyoruz ve güvenli bir şekilde sütü tüketmek istiyorsak bu patojenlerden kurtulmalıyız. Bunun yaygın olarak kullanılan bir yolu var: ısıl işlem.

Bakteriler belli bir sıcaklık seviyesinde ölür veya inaktif hale gelir. O zaman, sütü ısıttığımızda veya kaynattığımızda, bu zararlı patojenlerden önemli ölçüde kurtulabiliriz. Ama bunu yaparken, sütün besin değerini azaltma ihtimalimiz de var! Bu noktada sütü ısıtma süremiz ve şiddeti önemli bir rol oynuyor. Çünkü ısı ve süre arttıkça, sütün içerisindeki ısıya duyarlı vitaminlerin ve önemli protein kaynağı olan serum (whey proteini, peynir altı suyu) proteinlerinin kaybı da artıyor.

Yapılan bir çalışmaya göre, evde geleneksel yöntemlerle kaynatılan sütlerde %20-40 arasında vitamin kaybı, karbonhidrat, protein ve yağ oranında önemli değişiklikler ve 24 saat depolama sonrasında vitamin oranında tekrar bir düşüş olduğu gözlemlenmiştir. Başka bir çalışma ise B1, B2, B12 ve C vitamininde %60-100 oranında kayıp, karbonhidrat, protein ve yağ bileşenlerinde ise önemli değişikler gözlemlemiştir. Evde kaynatılan sütlerde ısı ve süre ilişkisi dengelemek zor olabilir.

Bunun için gıda endüstrisi, güvenli süt elde etmek ve besin değerindeki bu değişikliği en aza indirmek adına yaygın olarak pastörizasyon ve UHT yöntemlerini kullanıyor. Süte, 72-80 °C, 15-30 saniye boyunca (pastörizasyon) veya 135-150 °C, 1-10 saniye boyunca(UHT - Ultra High Temperature) ısıl işlem uygulanmasıyla sterilizasyon işlemi tamamlanıyor (IDF). Pastörizasyon, tüm patojen mikroorganizmaları ve bakterilerin bir çoğunu etkisiz hale getirirken, UHT işlemi sütteki miokroorganizmaların tümünü tamamen etkisiz hale getiriyor.

Çiğ süt ile pastörize ve UHT süt arasındaki besin değerleri karşılaştırıldığında, süt pastörize edildiğinde besin değelerinde gözle görülür bir kaybın olmadığı, yalnızca zararlı bakterileri öldürerek insan sağlığına olumsuz riski en aza indirdiğini gösteriyor. Yine de bu işlemlerin besin değerini önemli seviyede azalttığını gösteren çalışmalar da var. Ancak sütü geleneksel yöntemlerle kaynatmanın besin değeri üzerindeki olumsuz etkisi daha fazla.

Pastörizasyon ve UHT işleminde protein miktarı değişmemesine rağmen, serum proteinlerinin bir miktarı (%5.7) denatürasyona uğruyor. Ama sütteki bu denatürasyon bizim için kötü bir şey değildir. Prof. Dr. Barbaros Özer, şöyle anlatıyor:

“Pastörizasyon sırasında sütteki Whey (serum) proteinleri denatürasyona uğrar ve sindirimi kolaylaştırır. Isıtma sonucu proteinin yapısı gevşemekte ve enzimlerin kolayca parçalayabileceği bir hale gelmektedir.”

Özellikle sığır sütü, olumsuz etkileri ile resmen bağlantılı olmamasına rağmen, sağlığa zararlı etkileri olabilecek bir protein kompleksi barındırıyor: ekzosomlar. Bazı çalışmalar, süt eksozomlarının insan gıda zincirine ulaşmaması gerektiği sonucuna varıyor. Pastörizasyon işlemi süt eksozomlarını ortadan kaldırmak için yeterli değilken, UHT işlemi ısının yükselmesi sebebiyle daha etkili sonuçlara varıyor. Tüm bunlara rağmen sığır sütünden elde edilen eksozomların gelecekte kanser tedavisinde ilaç olarak kullanılabileceği düşünülüyor.

Sonuç ve Öneriler

Başta bahsettiğimiz gibi, sokak sütü tercih edilmesinin en büyük sebebi, evde yoğurt yapımına uygun olması. Çünkü marketlerde satılan ısıl işlem görmüş sütlerle yapılan yoğurt istenen tekstür özelliklerine sahip olamıyor. Bunun bir sebebi var: Güzel bir yoğurt elde etmek için önce süte 90-95°C’de 20 dakika ısıl işlem uygulamalıyız. Bu işlem sonucunda kazein ve beta-laktoglobulin kompleksleri oluşur. Böylelikle proteinlerin su bağlama kapasitesi artarak yoğurtta istenen katılık sağlanır.

Sonuç olarak, sütü tüketmeden önce ısıl işleme tabi tutmalıyız ve bu işlem, her ne kadar az da olsa, bir miktar besin kaybına yol açıyor. Markette satılan (UHT, pastörize veya ESL) sütler ise, bu besin değeri kaybını en aza indiriyor ve patojen mikroorganizmaları etkisiz hale getirerek hastalık (bakteri, virüs kaynaklı) riskini ortadan kaldırıyor.

Yine de yoğurt yapmak için veya başka sebeple açık süt tüketmeyi tercih ediyorsanız, sokaktan aldığınız çiğ sütleri kaynatarak (15-20 dk kadar) tüketmelisiniz; ancak kaynatma süresi, ısı miktarı ve hava ile temas söz konusu olduğunda, sütün besin değerinde de (özellikle vitamin değerlerinde) ciddi bir kayıp olacaktır.


11 Haziran 2020 Perşembe

Seçmene Mesaj - Karikatürize



Elizabeth Warren: Hilary yanılıyor. AUVA seçmenlerinin 20 dakikalık öğle yemeği molasında oy vermeden önce bilinçsizce ön yargılarını sorguladıklarını biliyorum. :-)
Herkes bana bakabilir mi. Canımı sıkan nedir biliyor musunuz!
Dot Frank Yasası. Tüketiciler Mali Koruma Bürosu'na gözetim yetkisi verdi ve...
Seçmen: Kapa çeneni. Düşünmemeye ve hissetmemeye çalışıyoruz. :-)
EW: Sadece Washington'daki yolsuzluğu sonlandırabilirsek işte o zaman...
S: Bizi düşündürüp hissettirmeye çalıştı. Ona susmasını söylemiştim. :-)

EW: Hilary sen haklıydın. Nasıl bağlantı kurabilirim? :-)
Medya onlara ne diyor, sıradan Amerikan vatandaşları mı. :-)
Hilary Clinton: Sana yardımcı olacak işsiz sersemleri tanıyorum.
Bana söz ver. Eğer kazanırsan bana başkan diyeceksin. :-)

Elizabeth Warren kendisinin çok entelektüel olduğunu düşünen bir siyasetçidir. Ama entelektüel ve ayrıntılı mesajlarını, seçmenlerin çoğunun anlamıyor olması, kendisini hayal kırıklığına uğratmıştır. Sonunda boşuna çabaladığını anlamıştır. Çoğunluğun sadece ama sadece basit mesajlarla ilgilendiği gerçeği kafasına dank etmiştir.

Çoğunluk, ayrıntılı konuşmalara dikkatini vermez. Hele uzun bürokratik konuşmalardan çabuk sıkılır. Yani uzun entelektüel konuşmalar boşunadır. :-) Böyle yapan siyasetçiler aslında hiçbir mesaj ulaştıramaz seçmene. Tanıdık bazı ülkelerde de durum bundan farklı değildir. Kendisinin çok bilgili, entelektüel olduğunu düşünen siyasetçiler aslında, ironik şekilde bu gerçeği anlayacak bilgi birikimine sahip değillerdir. :-) Mesajlar basit ve kısa olmalıdır. :-)



EW: Hilary Clinton dedi ki eğer üçünüz beni anlarsanız bütün halk beni anlayabilirmiş. Maalesef talimatlarda kapının nasıl açılacağı yazmıyor. :-)

EW: Seçim konuşmamla başlayalım. Şuanda temel politikalarımı açıklayarak başlıyorum. Nüfus ticaretiyle ilgili düzenleme...
Danışman: İşte yeni bir fikir. Her konuşmayı küçük bir oyuncakla yapın. :-)

EW: Ben küçük bir kızken Amerika iyiydi.
Ama sonra kötü adam geldi ve kötüleştirdi!
Ve konuşan kamyonumun yardımıyla tekrar iyi yapmak istiyorum.
Adı Bipbip.
Ve o da benim gibi Amerika'yı seviyor. :-)
BipBip: Aynen öyle.
EW: Teşekkür ederim BipBip.
Beni seçin. Kötü adama veda edin ve her Amerikalı küçük bir oyuncak alsın. :-)
Ben Elizabeth Warren ve iyilikten yanayım. :-)

D: Vay canına. BipBip mitingden önce alkışlandı. Bu inanılmaz. :-)

Elizabeth Warren Demokratların başkan aday adaylarından biriydi. Ama ön seçimlerde pek ilgi görmedi, yani çoğunluk seçmenle bağ kuramadı. Başkanlık yarışından çekildi.

6 Haziran 2020 Cumartesi

Biyoteknolojik Balık ve Yapay Et

Somon balığı nasıl ucuzlayabilir. Üretimi nasıl kolaylaşır ve artar. Bitmedi. Yapay hayvan ürünleri nelerdir. Yapay süt fabrikada üretildiğinde hayvanları zorlamak gerekmez! Peki yapay etlerin ne tür yararları vardır, hayvanları korumak dışında. İşte bu makale, bunları gayet güzel anlatıyor.


İlk çiftçinin, en şişman tavuğunu en yavaş horozuyla eşleyip daha lezzetli ve miskin tavuklar üretebileceğini fark ettiğinden beri insanlar, besinlerinin genetiğini değiştiriyorlar. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) insan tüketimi için genetiği değiştirilen ilk hayvanı onaylaması, hayvan proteini tüketimimizde çok daha bilimsel ve belki de daha etik bir çağın habercisi durumunda.

"Frankeştayn balık" ismi takılan, AquaBounty Technologies şirketi tarafından geliştirilen ve geçtiğimiz günlerde FDA tarafından onaylanan genetiği değiştirilmiş somon balığı, muhtemelen en iyi şekilde, gelecekte karşımıza çıkacak olan şeylerin bir işareti olarak anlaşılabilir. Laboratuvarda üretilen tavuk göğüs eti ve genetiği değiştirilmiş maya hücreleri ile üretilen inek sütünün de dahil olduğu diğer melez proteinler ufukta görünüyor. AquaBounty'nin Panama dağlarının yükseklerinde bulunan özelleştirilmiş somon üretim tankları ile başlayarak, genetiği değiştirilmiş gıda maddelerinin esrarengiz ve heyecan verici yeni dünyasında bir gezintiye çıkalım.

Yemek için epey sağlıklı olmasına karşın, somonları çiftlikte yetiştirmek kolay değildir. Normal bir somon balığının piyasa ebadına ulaşması ortalama üç yıl alır. Bu, fabrika çiftçiliği hayvanlarının dünyasında neredeyse bin yıla eşdeğer. Karşılaştırmak için, eti yenen kuşlar arasında en hızlı büyüyen melez bir Kelt X tavuğu, sekiz hafta kadar kısa sürede kesilmek için hazır hale gelir. Bu durum, somon balığı için fiyatların yüksek tutulmasına yol açarak arz ve talepte dengesizlik oluşturur.

Son 20 yıldır şirket, piyasaya genetiği değiştirilmiş bir somon balığı getirmek için çalışıyordu ve bunu yapmak için Gıda ve İlaç Dairesi'nden uzun süredir beklediği onayı en nihayetinde aldı. Somona yapılan genetik değişimler aslında iki aşamalı. İlk olarak AquaBounty, melez türlerine göre Pasifik somon türlerinin en büyüğü olan Chinook (veya kral) somon balığından bir büyüme hormonu ekledi. Ardından, donma sıcaklığına yakın sularda büyüyebilen ve yılan balığı benzeri bir balıktan (İng. ocean pout) alınmış bir geni ekleyerek canlının büyümesini daha fazla hızlandırdı. Bunun sonucunda, rekor miktarda kısa bir zamanda özellikle iri olacak şekilde büyüyen bir somon balığı elde edildi.

Bunlar da İlginizi Çekebilir


Genetiği değiştirilmiş somon balığına ilişkin bir hayli endişe var; bunlar arasında, bu süper somonların kansere sebep olabileceklerine dair gerçek olmadığı ortaya çıkmış bir efsane ve ayrıca, vahşi doğaya kaçtıklarında neler olacağına dair devam eden bir endişe de var. Bu kuşkular, sonunda, FDA'nın tatmin olmasıyla yanıtlandıysa da, soruların kendisi, insanların kendi ihtiyaçlarına uyum sağlaması için doğayı yeniden tasarlama yeteneğinin artışına dair yükselen gerilimin altını çiziyor.

Genetiği değiştirilmiş somonun tüketim için aslında güvenli olduğunu temin ettikten sonra, FDA'nın en büyük endişesi canlının evrimsel anlamda uyumluluğuyla ilgiliydi. GD somon vahşi doğaya kaçarsa, sıradan somonun soyunun tükenmesine neden olabileceğinden korkuluyordu. Ancak FDA'daki bilim insanları, genetiği değiştirilmiş somonun doğal kuzenlerinden aslında daha hızlı ve boyut olarak daha büyük olacak şekilde büyürken, GD somonun doğal benzerlerinden daha yüksek stres seviyeleri geçirdiğine, bu yüzden de vahşi doğada hayatta kalma yeteneğinin daha az olduğuna karar verdiler. Aslında, balığın doğal olmayan şekilde hızlı bir oranda büyümesiyle sahip olabileceği herhangi bir hayatta kalma üstünlüğü, aynı büyümenin neden olduğu stres tarafından dengeleniyordu.

Fakat FDA'nın AquaBounty'e yeşil ışık vermesi için sadece bu yeterli değildi. GD balığın doğal akrabalarıyla eşleşerek şimdiye kadar test edilmemiş melez bir canlıya yol açabileceği endişesi de bulunuyordu. AquaBounty bunun üzerine Frankeştayn balığa başka bir genetik düzenleme ekledi ve ilave bir X kromozomu ile bütün GD somonlar kısır hale geldi. Bir diğer koruma katmanı olarak, bütün somonlara dişi olacakları şekilde mühendislik uygulandı ve doğal üreme olasılıkları daha fazla azaltıldı.

GD konusunda yaklaşık 20 yıllık mekik dokumadan sonra, elde edilen sonuç nihayet FDA'nın memnuniyetini kazandı ve bundan sonra bu yeni somon filetolarının artan bir sıklıkla tabaklara gelmesini umabiliriz. Fakat pek çok bakımdan Frankeştayn balık, gıda maddelerinin genetiği değiştirilmiş dünyasında işlenmekte olan değişimlerin olağan tarafında bulunuyor. Süt proteini üreten, genetik mühendisliği yapılmış maya hücrelerinden elde edilen peynirin gelişi, GD gıda ürünlerinin geleceğine doğru daha çarpıcı bir zirveye işaret ediyor.

Veganların ve diğer çevresel grupların et ve peynir gibi hayvan ürünlerine karşı sunduğu temel görüşlerden birisi de, çiftlik hayvanı yetiştirme işleminde meydana gelen büyük miktarda çevresel yıkım. Sera gazlarının büyük bir kısmının, et ve süt üretmek için sığır yetiştirmekten kaynaklandığı bir gerçek. Şimdi genetik mühendisliği sayesinde, peynirli keklerimizi elde etmenin ve de onları yemenin daha çevre dostu bir yolu olabilir.

Çözüm, maya hücrelerine mühendislik uygulayarak süt proteini üretmelerini sağlayan bir grup bilim insanından geliyor. Süt proteini elde edilerek, daha sonra suyla ve vegan yağ ile karıştırılarak sıvı bir süt ‘vekili’ elde edilebilir. Yapay süt daha sonra peynire veya diğer süt ürünlerine işlenmek için hazır olur. Buluşun ardındaki RealVeganCheese adlı grup, ürünü pazara getirmek için bir Indigogo (insanların sermaye topladığı internet sitesinin adı) kampanyası başlatıyor.

Yapay olarak mühendislik uygulanmış süt proteinin ardındaki bilim, GD somonun oluşturulması ile karşılaştırıldığı zaman önemli bir üstünlüğe sahip: Canlı bir hayvana fabrika çiftçiliği uygulamanın çok sayıdaki çevresel ve ahlâki sonuçlarından kaçınıyor. Eğer pek çok tarihçi, felsefeci ve çevreci ile konuşursanız, erken 21’inci yüzyılın en büyük ahlâki felâketinin terörizm değil, bunun yerine alışkanlık haline gelmiş ölçekteki fabrika çiftçiliğinin artışı olduğu görüşüyle karşılaşmanız muhtemeldir. Şimdi bildiğimiz üzere fabrika çiftçiliğine konu olan hayvanların pek çoğu karmaşık duygusal yaşamlara sahip ve kendi türümüze çok fazla benzeyen bir şekilde acı ile duygusal travma hissediyorlar.

Bu gerçek hakkındaki farkındalığın artması, çevre topluluklarının harekete geçmesine sebep oldu ve hayvan proteini elde etme aracı olarak fabrika çiftçiliğinin yerine başka bir seçenek bulunmasına dair baskıları artırdı. Zorluğu kabullenip bunun üstesinden gelen ilk bilim insanlarından biri, Hollandalı bir doku mühendisi olan Mark Post idi ve tamamen laboratuvarda üretilen inek kas dokusundan bir sığır eti sentezlediğini ilan ettiği zaman büyük bir ilgi çekmişti. Bu olaydan sonra gözler, laboratuvarda üretilmiş tavuk eti oluşturmak için bir proje başlatan İsrail'in Çağdaş Tarım Kuruluşu'na (MAF) çevrildi. Domuz etinin ardından gezegendeki ikinci en çok tüketilen et tavuktur ve pek çok yerde tavuklar çiftlik hayvanı olarak düşünülmediği için, diğer fabrika çiftçiliği hayvanlarına uygulanan temel sağlık önlemi ve refah seviyelerini sağlayan düzenleyici denetimin pek çoğundan faydalanmazlar. MAF eş kurucusu Shir Friedman şöyle açıklıyor:

"Bizler bir grup duyarlı bireyler olarak, hem çevreye hem de hayvanlara yardımcı olma konusunda dünyanın acilen ihtiyacı olan şeyin herkesin vegan olması olduğu sonucuna vardık fakat bu gerçekçi değil. Bu yüzden laboratuvar ortamında yetiştirilmiş et fikrini duyduğumuzda, bunun hayvanlara ve çevreye verilen zararı azaltmanın yanında insanlara yemek istedikleri eti vermenin bir yolu olduğunu fark ettik."

Şu anda MAF, ticari olarak laboratuvarda yetiştirilmiş tavuk göğsü üretmek için gereken fiyat, tarife ve kaynakları belirleyecek olan bir uygulanabilirlik çalışmasının ortasında bulunuyor. 2016 yılı itibariyle tasarının bu aşamasını tamamlamayı umuyorlar ve bundan kısa bir süre sonra da laboratuvarda yetiştirilmiş bu tavuk göğüslerinin süpermarketlerde ve fast food zincirlerinde ortaya çıkışını görmeye başlayabiliriz.

Laboratuvarda yetiştirilen ete böylesi bir geçişin faydaları çok büyük olacaktır. Uzmanlar, et üretiminin %7 ile %45 arasında daha az enerji, %90 daha az tatlı su ve %99 daha az arazi gerektireceğine ve atmosfere %80'den %90'a kadar daha az sera gazı yayılmasıyla sonuçlanacağına inanıyorlar. Özellikle Hindistan ve Çin gibi ülkelerin, çoğu batılı ülkede beğenilen etçil beslenme düzenlerine kaymaya başlamasıyla, insanların yakın zamanda et istememe olasılığı çok düşük. Bu yüzden, eğer insanlık hayvan proteini arzusu yüzünden kaynaklanan alabildiğine geniş çevresel yıkımdan kurtulacaksa, laboratuvarda üretilen et gibi yenilikler kaçınılmaz olacaktır.



Bunlar da İlginizi Çekebilir