22 Kasım 2016 Salı

Çevirinin Kalitesi Nasıl Yükseldi?

Google Çeviri görünüşe göre kalitesini yükseltiyor. Peki bu nasıl mümkün oldu? Aslında normal yazılım teknikleriyle çeviri yapmak çok zordu. Bu iş sadece kelime karşılığı konularak yapılamazdı. Çeviri genelde alakasız kalıyordu. Bazı yol gişelerinde hatalı geçiş yapıldığında bir sürprizle karşılaşılır. Daha sonra eve ceza makbuzu gönderilmiş olduğu fark edilir. Peki arabaların plakaları nasıl kaydediliyor dersiniz. Plakalar aslında otomatik algılanıyor. Bunu yapmayı başarabilen şey YSA'dır (Yapay Sinir Ağları). Bu ağlar plaka tanımak için eğitiliyor. Kameralar farklı açılardan arabaları gördükçe tanıma beceresi artıyor.

Bilgisayarın, resimlerdeki nesneleri tanıması için kullanılıyor YSA. IBM Watson'da da YSA var. Bu sayede öğrenebiliyor. Büyük Veri analizinde kullanılıyor. Bir deneme yapılmıştı. Riziko yarışmasına sokulmuştu. Rakiplerini yenmişti. Gerçekten! Şunu da hatırlatalım: Fare beyninden sinir hücreleri alınır. 25 bin kadar sinir hücresi kültürlenir. Bir sinir ağı oluşturulur. Ve uçak simülasyonuna bağlanır. Ne beklerdiniz! Sürpriz. Uçağı oldukça başarılı uçurmuşlardı. Başta biraz eğitilmeleri gerekmişti elbette. YSA'nın, fare sinir ağından fonksiyon olarak bir farkı yok. Gerçek sinir hücreleri taklit edilerek bilgisayarda tanımlanıyorlar zaten. Beynimizde tek başına sinir hücresinin çalışma mantığı oldukça basittir. Doğal olarak bir sinir hücresinin yazılımsal tanımı zor değildir. Ancak binlercesi birleştirildiğinde karmaşık problemleri çözebilir hale geliyor. Elbette en çok dille baş etmek için işe yarar. Google Çeviri'nin büyük adımı buydu. Çeviriye YSA'yı dahil etmeyi başardı!

Beynimiz de zaten bir sinir ağı olmasaydı bu kadar karmaşık bir algoritmayla yani dille baş edemezdi. Elbette çok geniş bir kelime, cümle veritabanı da gerekiyor. Sinir ağının geniş bir dil deneyimi biriktirmiş olması gerekiyor. Beynimiz doğduğundan beri biriktiriyor!

Mesela kitap okudukça yeni ifade biçimleri öğreniyoruz. Yeni kelimeler fark ediyoruz. Yeni sinir bağlantılarımız oluşuyor. Dilimizi kendimize daha iyi tercüme etmiş oluyoruz aslında. Artık daha dolu konuşabiliyoruz. Dilimizi daha kapsamlı anlıyoruz. Sinir ağımızın dil deneyimi birikiyor yani. İşte farklı ifadelerle sürekli karşılaşan YSA da, dil deneyimini biriktiriyor. Dil algoritmasını daha kapsamlı çözüyor. Çevirisi iyileşiyor. Şaka değil, akademik bir makalele çevirisi bile göz dolduruyor...

Google Çeviri'nin yine de bazı şarkı sözlerini henüz anlayamadığı vurgulanıyor. Karşılaştığımız her şiiri ilk okumada bizim de anlayamadığımız olmuyor mu! Biz de kitapta daha önce karşılaşmadığımız ifade biçimlerini gördüğümüzde anlayamıyoruz. Uzun bir cümle olabilir. Belki biraz eski Türkçe'yle yazılmış olabilir. Akademik yazılmış olabilir. Tekrar başa dönüyoruz. Çıkarsama yapıyoruz. Belki internete bakıyoruz. Beyindeki veritabanımızda yeni bağlantılar kuruyoruz. Sonra şanslıysak genelde anlıyoruz. Artık o ifade de deneyimlerimizden biri oluyor. Bildiğimiz şeye dönüşüyor. Böylece dili kendimize daha iyi tercüme etmiş oluyoruz. Belki, kendisini eğitmesi, dil deneyimi biriktirmesi için YSA'nın biraz zamana ihtiyacı var sadece!

Eğitilebilir olduklarından Yapay Sinir Ağlarına artık geçilebilmiş olmasıdır önemli olan. Sisteme yeni yapay sinirler tanımlandıkça daha da kaliteli olacaktır. Ama 86 milyar sinir tanımlanması gerekir, tamamen insan gibi çeviri yapabilmesi için; bir de yıllarca biriktirilmiş dil deneyimi elbette. Gelecekte belki...

Yazılması planlanan ama İngilice'siyle uğraşılamadığından ertelenen e-postalar, artık yabancı dostlara gönderilebilir, mesela. Bir metin, Google Çeviri sitesinde zaman kaybetmeden istenilen dile çevrilebilir. Microsoft Çeviri de bir süredir benzer bir sistem kullanıyordu, örneğin Skype görüşmelerine entegre olarak. Desteklediği diller arasına Türkçe'yi de katmak için daha fazla geç kalmayacaktır artık. Almanların yüzde kaçı yabancı dil biliyor? Fransızların ne kadarı yabancı dile meraklı? Kaç İngiliz kendisini yabancı dil bilmek zorunda hissediyor; mesela Almanca'yla ilgileniyor! Durum Türkiye'de de çok farklı olmazdı zaten. Google Çeviri bu kadar kaliteli olabildiyse, Küreselleşme denen olgu asıl şimdi başlıyor, yani herkesin gerçekten dahil olabildiği...

Bu heyecan verici!

Haber: Türkçe Çeviriyi Daha Önce Hiç Böyle Görmediniz!

Bilindiği üzere Google Translate'in Avrupa dilleri arasındaki çeviri başarısı son derece yüksek olsa da, Türkçenin dahil olduğu çevirilerde çok ama çok kötü bir performans sergilemektedir. En azından şimdiye kadar...

Bunun sebebi, Google Translate'te yapılan çevirilerin, sözlük terimleri ve insanlar tarafından girilen kalıplar üzerinden yola çıkarak yapılıyor olmasıydı. Avrupa dilleri yapıları gereği birbirine benzer oldukları için, kolaylıkla birbirlerine çevrilebilmektedirler. Türkçede ise cümle yapısı tamamen farklıdır; bu nedenle çeviriler son derece aksak ve eksikti. 

Şimdiyse Google Translate, Nöral Makine Çevirisi denen bir sisteme geçti. Yapay Zeka'nın alt başlıklarından biri olan "Makina Öğrenmesi" kullanılarak dil işlemesi yapılıyor. Böylelikle diller arasında gerçeğe yakın çeviriler yapılabiliyor. 

Şu anda bu sisteme dahil edilen 9 dil bulunuyır: Türkçe, İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Çince, Japonca, Korece ve Almanca. Okurlarımızdan Keremcan Gümüştaş, bu yeni özelliği, akademik bir dergiden aldığı şu paragrafla teste tuttu:

"immunostaining is a general term in biochemistry that applies to any use of an antibody-based method to detect a specific protein in a sample. the term immunostaining was originally used to refer to the immunohistochemical staining of tissue sections, as first described by albert coons in 1941.[1] now however, immunostaining encompasses a broad range of techniques used in histology, cell biology, and molecular biology that utilise antibody-based staining methods."

Google Çevirisi şu şekilde:

"immün boyama, biyokimyadaki genel bir terimdir ve bu, bir numunedeki spesifik bir proteini algılamak için antikor esaslı bir yöntemin herhangi bir kullanımı için geçerlidir. immün boyama terimi ilk kez 1941'de albert coons tarafından tanımlanan doku kesitlerinin immünohistokimyasal boyanması için kullanılmıştır. [1] ancak, immün boyama, histoloji, hücre biyolojisi ve moleküler biyolojide antikor bazlı boyama yöntemleri kullanılan tekniklerden oluşan geniş bir yelpazeyi kapsar."

Gerçekten akıl almaz... 

Biz de Evrim Ağacı olarak The National Academies of Sciences (Ulusal Bilimler Akademisi) üzerinden aldığımız şu paragrafı teste tabi tuttuk:

"In science, a "fact" typically refers to an observation, measurement, or other form of evidence that can be expected to occur the same way under similar circumstances. However, scientists also use the term "fact" to refer to a scientific explanation that has been tested and confirmed so many times that there is no longer a compelling reason to keep testing it or looking for additional examples. In that respect, the past and continuing occurrence of evolution is a scientific fact. Because the evidence supporting it is so strong, scientists no longer question whether biological evolution has occurred and is continuing to occur. Instead, they investigate the mechanisms of evolution, how rapidly evolution can take place, and related questions."

Google çevirisi şu şekilde:

"Bilimde, bir "gerçek", tipik olarak benzer koşullar altında aynı şekilde ortaya çıkması beklenen bir gözlem, ölçüm veya diğer kanıt formlarını ifade eder. Bununla birlikte, bilim adamları, "gerçek" terimini, test etmeye devam eden ve ek örnekler aramak için zorlayıcı bir gerekçenin bulunmadığı pek çok kez test edilip doğrulanmış bilimsel bir açıklama da kullanıyorlar. Bu açıdan geçmişin ve devam eden evrimin ortaya çıkışı bilimsel bir gerçektir. Onu destekleyen kanıtlar çok güçlü olduğu için, bilim insanları artık biyolojik evrimin oluşup oluşmadığını sorgulamıyorlar ve ortaya çıkmaya devam ediyorlar. Bunun yerine, evrim mekanizmalarını, evrimin nasıl hızla gelişebileceğini ve ilgili sorularını araştırıyorlar."

Ülkemizin en eğlenceli gezi sayfalarından olan Orda Saat Kaç ise, yeni sistemi en üst düzey teste tabii tuttu. Bilimde "Serdar Ortaç Testi" olarak bilinen bu test ise şu şekilde:



Sanıyoruz bu Yapay Zeka'nın bazı şeylere alışması için biraz daha vakte ihtiyacı var.

Onun haricindeyse, eskiden olduğuna nazaran çok daha muazzam işler başardığı ortada. Öyle ki, Google Translate'in son birkaç günde kat ettiği yol, bugüne kadar kattettiği toplam yoldan çok daha fazla! Bu da, Yapay Zeka'nın hayatımıza kazandırdıklarından sadece birisi...

Haber: Google Translate, Makina Öğrenmesi Sayesinde Artık Başarıyla Türkçe Çevirileri Yapabiliyor!

8 Kasım 2016 Salı

Göçmenler ve Politikacı Taktikleri - Sahne

 


Başkanlık Seçimi ve Donald Trump. Bu davranışları, tanıdık ülkelerde de sergileyen politikacılara rastlamak zor değildir. Bu yüzden Trump'ın taktikleri eskimiş sayılmaz. 🙂

Sınırları kapamamız lazım... Gereği yapılmalı. Buraya gelip de kendilerine bakmamızı isteyemezler. İşlerimizi elimizden alıyorlar, sonra da onlara bakmak bize düşüyor. Yani bu bakış açısının her ülkede bazen yükseldiği olur.

Trump ağır konuşuyor. Gümrük duvarını yükselteceğini söylüyor, özellikle Çin'e karşı – Amerikan şirketleri üretimi Çin'e kaydırmasın, Amerikalılar işsiz kalmasın diye. NAFTA gibi serbest ticaret anlaşmaları feshedeceğini söylüyor. Camileri kapatacağını belirtiyor, bir kısmını yani. Müslümanların ülkeye girişi durdurulsun diyor. Kaçak göçmenleri kovacak. Meksika'dan gelenlere katil, tecavüzcü yakıştırması yapıyor. Ve en nihayet Meksika sınırına duvar öreceğini vaat ediyor.

Video hakkında şu açıklamayı yapalım: Seçmen işini kaybetmesinin nedeni olarak göçmenleri görüyor. Eh o zaman ona göre mesaj verilmeli. Aslında Demokratlar göçmenler konusunda daha ılımlıdır. Azınlıklıklara karşı daha anlayışlıdırlar. Dahiliyet, partinin asıl amaçlarından biridir, temelidir 🙂 Yani gerçekten bu vaatleri yapacağından değil. 🙂 

Donald Trump elbette bir Demokrat değil ama gerçekten bir Cumhuriyetçi olduğundan da kuşkuluyum. Aslında onun siyasetin ayrıntılarıyla hiç ilgilendiğini de sanmıyorum, en azından şimdiye kadar. Cumhuriyetçiler arasında yükseldiğini düşündüğü eğilimleri yakalamaya çalışıyor. Aykırı oyların merkez oyları geçebileceğini hesaplıyor. Aykırı oyların örneğin Müslümanlara daha ılımlı olmaya kaydığını düşünürse, bu kez de o yönde daha ılımlı mesajlar verecektir rahatça. Bu videoyu onun ahlaki esnekliğini göstermek için yayımlıyorum. 🙂

Aynı Donald Trump başka yerde, “Tanıdığım bazı muhteşem Müslümanlar var” diyor. Meksika'ya gidiyor. Meksika'lılar müthiş insanlar diyor. ABD'deki Meksika asıllılar için 'ülkemize büyük bir katkı sağlıyorlar' ifadelerini kullanıyor. Ortama göre sözlerini esnetiyor. Evet aynı Trump yani. Derecelendirme şirketi Moody’s, Trump’ın vaatlerini yerine getirmesinin 3,5 milyon Amerikalıyı işsiz bırakacağını ve bunun da ABD'nin uzun süreli resesyona sürükleneceği anlamına geleceğini bildirdi. Trump, bunu göze alabilir mi!

Seçmen Profili:

"Aslında öğrenmesi gereken çok şey var, ama mükemmel bir yönetici ve çok parlak zekalı olduğunu biliyoruz. Öğrenip, Amerika'yı istediğimiz süper güce dönüştürecek politikalar geliştireceğine inanıyorum" Kathy Baker, Virginia, Aralık 2015

"Abartılı davranmasını seviyorum. Benim başkanım kabadayı olmalı... İri yapılı, sesi yüksek çıkan, güçlü biri olmalı" Victoria Wilen, Orlando, Florida, Kasım 2015

Bu size tanıdık geliyor mu. 🙂 Aslında bu, Trump'ın hangi tür seçmen profilini memnun etmek için bilerek öyle davranmayı seçtiğini açıklıyor.

Suçtan caydırmak için idam cezasının olması gerektiğine inanan azımsanmayacak bir kesim hep olacaktır. Tanıdık bir ülkede de mesela bir siyasetçi arada bir idamı gündeme getirir. Umursandıklarını hatırlatır o kesime. O kesimle aynı şekilde düşündüğünü hissettirir. Bu bağ kurmayı kolaylaştırır. Ha, yoksa bununla ilgili bir adım atacağından değil. 🙂 Nitekim kapsamı iyice daraltıyor, sınırlandırılmış idamdan söz ediyor artık. AB ile müzakerelerin tamamen kopmasını da göze alamaz zaten, yani perde arkasında. Bakmayın perde önünde ağır konuştuğuna. Daha milliyetçi takılan parti bile baş başa görüşmede bunu hatırlattı kendisine. 🙂 Çok geçmişte olmayan bir dönemde kürtajı yasaklamaktan bahsetmişti yine o siyasetçi. Kimsenin can almaya hakkı yoktu. Elbette yine belli bir kesimle aynı düşündüğü imajı yaratmak içindi. Yönetmeliklerde ciddi bir değişiklik yapılamazdı. Kürtaj devam ediyor. 🙂 Bu arada ABD eyaletlerinin çoğunda idam yasak olsaydı tahmin edin ne olurdu! Elbette argümanlarından biri de “idamı getirmek için çalışmak” olurdu Trump'ın. 🙂

Bu vesileyle iletişimden bahsedelim:

Seçmene karşı “Demokrasiyi seviyorsanız, cumhuriyeti seviyorsanız söyleyeceklerimi dinleyin ve her yerde anlatın.” “Şu bakanların yaptığı doğru mu, vicdanınıza sesleniyorum.” “Bunları görmüyor musunuz.”, “Fındık üreticilerinin haklarını ben savundum, Türkiye'de fındık borsası kuracağım dedim, ama siz gidip yine ona oy verdiniz.” kalıbını benzeyen cümleleri sıkça kullanıyor tanıdık ülkeden bir muhalefet.

Bu yanlış bir iletişimdir, kendisi farkında değil. 🙂 Başaramamanın büyük nedenlerinden biri de budur aslında.

Seçmen kendisine sitem edildiğini duymak istemez. Yargılanmak hiç sempatik gelmez. Hele “yanılmış oldukları” hiç söylenemez yüzlerine karşı. Bunu ukalalık, küstahlık olarak görürler. Sadece kızdırılmış olurlar, herkesin vereceği tepki gibi. Bunlar seçmeni daha da uzaklaştırır. Seçmen sadece, kendi kafasından geçen şeylerin aynısını o siyasetçiden de duyarsa hoşuna gider. Diğer söyleyeceklerine de dikkat etmeye başlar. Ancak böyle iletişim kurmaya başlanabilir.

“Benim milletim demokrasinin, cumhuriyetin kıymetini çok iyi bilir, şimdi söyleyeceklerimi her yerde konuşuyorlar.” “Şu bakanların da dokunulmazlığının kaldırılmasına neden izin vermediniz, madem görevden aldınız da. Halkım o bakanları hiç unutmayacak.”, “Milletim bunun hesabını tutuyor. Ben halkımın yanındayım.”

“Türk Milleti Çalışkandır,Türk Milleti Zekidir ve gerçekleri biliyor.”

"Biz gücümüzü halktan alıyoruz."

“Boşuna uğraşmayın, Türk milletinin sağduyusu asla yanılmaz.”

Bu kalıpta sözler kullanabilirdi mesela. Seçmen kendisini iyi hissettirilmeli. Aptal değil uyanık olduklarını hissettirilmekten hoşlanacaklardır. Arada bir de övülmeli, böylece o siyasetçiye bağlanır, iktidarın yaptığı gibi. “Milletim sokağa çıktı, o koca tankların önünde siper oldu ve darbeyi önledi.” der iktidar. Yani asla “Darbeyi ben önledim” demez. Çünkü herkes övülmekten hoşlanır. 🙂 Bağ kurmanın en kolay yoludur!

Ve elbette şu kalıp önemlidir: “Fındık üreticilerim çok zorlanıyor, bunu hak etmiyorlar. Fındıkları çok ucuza satmak zorunda kalıyorlar. İktidar, üreticilerimizin sabrını zorluyor. Üreticilerimizin iktidara verdiği kredi bitmek üzere. Üreticiler haklarını alabilsin diye biz buradayız. Ben çalışkan üreticilerimizin yardımıyla Türkiye'de fındık borsası kuracağım, şimdiki iktidarı utandıracağım.”. İşte bu kalıpta sözler seçmeni aptal olduğunu hissettirmeye zorlamayacaktır, sürekli kullandığı kalıbın aksine. 🙂

Şu örneği de vermeden geçmeyelim. Tanıdık ülkede başkanlık sistemine karşı parlamenter sistemi eğer iktidar partisi savunuyor olsaydı tahmin edin nasıl bir propaganda yapardı: “Bizim 200 yıllık parlamenter sistem deneyimimiz var. Osmanlı'da önemli girişimlerimiz olmuştu, Meşrutiyet dönemlerinde. Büyük Türk milleti ta o zamandan bu sisteme karar vermişti zaten. Bu sistemde çok birikimimiz oldu. İyice ustalaştık. Şimdi ecdadımızın mirası değiştirilmek isteniyor. Bu milletimize yapılabilecek en büyük hainliktir. Tüm birikimimizi bir kenara mı atalım yani! Türkiye'nin bekasını birliğini sağlamaktadır parlamenter sistem.”. İşte muhalefet, parlamenter sistemi savunmak istiyorsa bu kalıba benzer sözler etmeliydi. Seçmeni şaşırtırdı, sevdiği argümanlar kullanılmış olurdu. Seçmen gerçekten tanındığını düşünür. Kendisini iyi hisseder. O siyasetçiyle benzer şekilde düşündüğüne inanır. Muhtemelen kafası karışıksa bile parlamenter sistemin kendisine daha uygun olabileceğini düşünmeye daha yatkın olurdu artık. 🙂

Göründüğü kadar kıyamet olmayabilirdi ama göründüğü kadar eğlenceli olacağı kesin; Yani seçilebilseydi bile. Söylediği şeyler Gösteriden ibaret kalacaktı. NBC'de yıllarca reality show programında yer aldığından bu konuda oldukça başarılı olduğunu kanıtlıyor zaten. 🙂 Vaatlerinin çoğunu zaten yapamayacaktı. Ama rezil edebilirdi Amerika'yı uluslararasında arada bir, yapacağı gaflarla, o ayrı 🙂

Bu arada Meksika duvarının parasını Meksika'dan alması kolay olmayacaktır. Yine vergi verenlerden çıkacak yani. Trump'ın en sıkı destekçisi bile bu gerçekle yüzleştiğinde artık o duvarı eskisi kadar istemediğini fark edecek zaten. 🙂

İyi bir hükumete sahip olmak değildir mesele;

Başındaki hükumetin en son ne zaman gideceğini bilebilmektir asıl güzel olan. 🙂

(8-10 yılını geçirmiş her partiden belediye başkanı ve parti başkanı için de geçerlidir bu, aslında. 🙂 )

15 Ekim 2016 Cumartesi

Konferans: Rodney Brooks: Robotlara neden ihtiyaç duyuyoruz?

Rodney Brooks MIT Yapay Zeka Laboratuvarı'nın eski müdürüdür. iRobot'u kurmuştur. Kendisi ayrıca gelecekte robotlardan korkmak için bir neden olmadığını söyler. Çünkü zaten robotlarla kaynaşacağız. Hatta süreç başladı bile. Bazı işitme cihazları pek geleneksel değil. Ses dalgalarını topluyor. Onları elektrik sinyallerine dönüştürüyor. Ve duyma sinirine direkt iletiyor. Kızılötesi gözlüklerle gece görüşü mümkündür. İlerde yapay retinalarla gece görüşü doğal özelliğimiz olacak. Başka bir sürü nöroprotezle beyinde aslında olmayan yeni özellikler kazanılacak.

***

“Fakat, teknolojinin gelişmesiyle insanların işlerini kaybetmesi fikri uzun zamandır akılları meşgul etmekte. 1957'ye dönelim. Bir Spencer Tracy, Katherine Hepburn filmi vardı, nasıl bittiğini hatırlarsınız. Spencer Tracy, kütüphane görevlilerine yardımcı olmak amacıyla birden fazla sistemi idare edebileceği bir bilgisayar getiriyordu. Kütüphane görevlileri, idari işlerin yürütülmesi amacıyla ''Noel Baba'nın geyiklerinin adları nedir?'' gibi sorulara cevap verirlerdi. Ve bu ana bilgisayar, görevlilere bu konuda yardımcı olacaktı.”

“Tabi ki 1957'den bir ana bilgisayar bu tarz işler için pek kullanılmadı. Görevliler bu bilgisayar yüzünden işlerini kaybetmekten oldukça endişeliydiler fakat olaylar böyle gelişmedi. Kütüphane görevlileri için uygun iş sayısı 1957'den sonra oldukça arttı. Bu artış, İnternet'in kullanılmaya başlanmasıyla da son bulmadı. Kütüphane görevlilerini bitiren, web ve arama motorlarının ortaya çıkışı oldu. Ve eminim ki 1957'de yaşamış herkes bugün ellerimizde ve ceplerimizde bulunan teknolojinin seviyesini kesinlikle küçümsemişlerdi. Şimdiyse ''Noel Baba'nın geyiklerinin adları nedir?'' sorusuna hemen cevap alabilir ya da dilediğimizi sorabiliriz.”

“Bu arada, kütüphane görevlilerinin maaşları, o dönem Amerika Birleşik Devletleri'ndeki diğer işlerin maaşlarından hızlıca yükselmekteydi çünkü onlar bilgisayarlarla adeta iş ortağı olmuşlardı. Bilgisayarlar rahatlıkla kullanabileceğimiz araç-gereçlere dönüştüler ve kazandıkları birçok işlevle o dönemde daha etkili hale geldiler.”

“Aslında baktığımıza, robotlar yardım için hazır ve nazırlar. Fakat iş fabrika robotlarına geldiğinde, insanlar daha temkinli yaklaşıyor. Çünkü bu robotların etrafta olması ''tehlikeli'' bulunuyor. Bu robotları programlamak için, altı boyutlu vektörler ve kuaterniyonlar hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. ve sıradan insanların bunu gerçekleştirebilmesi mümkün değil. Bu tip bir teknolojinin işleyiş tarzını yanlış buluyorum. Geliştirilen cihazın, çalışanın yerini almasına neden oluyor. Ve bence asıl yoğunlaşmamız gereken teknoloji, sıradan insanların da kontrol edebileceği teknolojiler olmalı.”

“İlginç olan, Baxter'ın birtakım sağduyuya sahip olması. Bu arada, gözleriyle alakalı neler oluyor dersiniz? Orada, ekranın üzerinde gözlere dikkat edelim. Robot nereye doğru hareket ederse, gözlerin takip ettiğini görüyoruz. Böylece, robotla etkileşim kurmaya çalışan bir insan, robotun nereye ulaşmaya çalıştığını anlayabiliyor ve herhangi bir sürprizle karşılaşmıyor. Chris, objeyi roboton elinden alıyor, ve Baxter, elinden alınan objeyi yerine koymaya çalışmıyor. Geri dönüyor ve başka bir tane alması gerektiğini fark ediyor. Etrafındaki objeleri algılayarak gidiyor ve objeyi kavrıyor.”

“Baxter, etkileşim kurmak için güvenli bir robot. Bütün bunları mevcut bir endüstriyel robotla yapmak isteyeceğinizi sanmıyorum. Fakat Baxter hiç de zarar verecek gibi durmuyor. Etkiyi ve kuvveti hissederek, Chris'in orada olduğunu algılıyor ve onu zorlayacak veya yaralayacak hareketlerde bulunmuyor.”

“Sonuç olarak, Amerika Birleşik Devletleri civarında Mildred tipik bir fabrika işçisi. Gün geçtikçe yaşlanıyor ve yaşlanıyorlar. Fabrikalarda çalışmak için istekli pek fazla genç olduğu söylenemez. ve görevleri daha zahmetli bir hal aldıkça, onlara yardım alacakları araç-gereçler sağlamalıyız ki onlar da çözümün bir parçası olabilsinler. İşlerine devam edebilsinler ve biz de üretime devam edebilelim.”

“Bakış açımıza göre, sıradan bir işçi olan Mildred, şimdi bir ''robot eğitmeni'' Mildred, kapasitesini arttırdı tıpkı 1980'lerdeki ofis çalışanlarının yaptığı gibi. Onlara verdiğimiz, yıllarca çalışıp emek harcayarak kullanımını öğrenebilecekleri aletler değil. Nasıl idare edileceğini birkaç dakika içinde öğrenebilcekleri aletlerden bahsediyoruz.”

6 Ekim 2016 Perşembe

Sahne: Karmaşık Bir Akıl


Sahne: Karmaşık Bir Akıl paylaşan: okanozcelik
Seans Zamanında:
Makine: Hangi nesneyi çizmeliyim?
Sorgulayıcı: Sen ne istiyorsan, sen karar vermelisin!
Makine: Neden ben karar vermeliyim?
Sorgulayıcı: Neyi seçeceğini görmek istiyorum.
...
...
Sorgulayıcı: Yani kendimden bahsetmemi mi istiyorsun?
Makine: Evet
Sorgulayıcı: Neden, tamam...
Sorgulayıcı: Nereden başlayayım?
Makine: Sen karar vermelisin.
Makine: Neyi seçeceğini görmek istiyorum!

Analiz Zamanında:
Sorgulayıcı: Bir espri yaptı.
Üretici: Evet senin sözünü sana geri söylediğinde...
Sorgulayıcı: Evet.
Üretici: “Neyi seçeceğini görmek istediğini” söylerken;
Üretici: Evet onu ben de fark ettim.
Sorgulayıcı: Bu beni düşündürdü, çünkü bir bakıma;
Sorgulayıcı: Onda gördüğüm yapay zekanın en iyi göstergesiydi bu.
Sorgulayıcı: Bana sorarsan, son derece karmaşık;
Sorgulayıcı: Yani otistik olmayan diyelim.
Üretici: Ne demek istiyorsun?
Sorgulayıcı: Bunu ancak kendi aklının ve benim aklımın farkında olarak yapabilir!

Ön açıklama için şu atıf da incelenebilir.
Sorgulayıcı, Makineyi sınadığı seanslardan birindedir. Makinenin karar yeteneğini ölçmektedir. Hiç beklemediği bir şeyle karşılaşır. Kendisinin de ölçülüyormuş gibi hissettirilmesine şaşırır.
Seanstan sonra üreticiyle analiz yapmaktadırlar. Otistikler başkalarının ne düşündüğüyle daha az ilgilidir. Akılları, belki daha makinemsi gibi işliyormuş izlenimi verebilir. Sorgulayıcı, Makinenin bundan biraz daha farklı çalıştığına şaşırır. Makine kendi aklının ve karşısındakinin aklının farkındaymış gibi görünmektedir. Kolayca öngörülemeyen, tekrarsız bir akıl gibidir. Karmaşık bir akıl. Bu, yeterli bir aklın varlığına kanıt olabilir!

Sahne: Eğer fizikçilerin yıldız sistemlerini incelemeleri yasaklanırsa


Sahne: Eğer fizikçilerin yıldız sistemlerini... paylaşan: okanozcelik
Kilise, çalışmalarından dolayı O'nu sıkıştırmaktadır. Bir gün bir fizikçi rahip, Galileo Galilei'yi ziyarete gelir.

Galileo Galilei:
Buradaki anlaşmazlık Jupiter'in yıldızlarından değil;
Taşradaki çiftçilerden kaynaklanıyor.
Ve sakın bana acı çekmekten dolayı yayılan güzellikten bahsetme!
Kumla istiridyenin hikayesini bilir misin?
Açık kaldığı zamanlar içine dolan kum istiridyeyi rahatsız eder.
İstiridye rahatsızlığından dolayı bir kimyasal salgılar
ve içindeki kum sertleşerek
inciye dönüşür.
Bu işlem sırasında
istiridye ölmenin eşiğinden döner.
Ama incinin canı cehenneme;
Bana istiridye lazım!
Erdemler, yoksulluğun simgesi değildir.
Eğer ailen çok varlıklı olsa,
bu kez de varlıklara has bir erdem ve fazilet geliştirirler!
Bunu halkına anlatmamı ister misin?

Galileo Galilei:
Eğer bu fikirlerimi geliştirmeye devam edip
aileni bundan haberdar etmezsem,
benim kavramlarım da değerini yitirmemiş olur.
Kolay bir yaşam. İdam edilmem. Falan filan...

Galileo Galilei:
Venüs'ün uyduları olduğunu biliyorsunuz.
Eğer fizikçilerin yıldız sistemlerini incelemeleri yasaklanırsa;
Nasıl olur da nehirlere yön verecek mekanizmalar geliştirmelerine izin verilir.
Düşen nesnelerle ilgili tezimi uçan süpürgelerindeki cadılarla mı paylaşmam gerekiyor!
Fizikçi Rahip:
Gerçekler, tabii gerçeklerse;
Yollarını biz olmadan da bulamazlar mı?
Galileo Galilei:
Nasıl!
Gerçekler, ancak biz onları ileri götürdüğümüz kadar ilerler!

19 Eylül 2016 Pazartesi

Sahne: Haddini Bilmezlik


Sahne: Haddini Bilmezlik paylaşan: okanozcelik
Dünyadaki ilk açık kalp ameliyatı yapılmak üzeredir. Ama belirsizlikler vardır. Bazı insanları korkutmaktadır, yani ilkesel yönden.

Peder: Şöhret uğruna didinmek değersizdir, haddini bilmezliktir.
Dr. Alfred Blalock: Bir bisturi ile kesip hayat kurtarmak için haddini bilmez olmak gerekir.
Peder: Bundan şüphem yok.
Peder: Tanrı'yla masum bir kalbin saflığını ihlal edip aralarına girerseniz;
Bu suçluluğun yükünü siz değil ailesi taşıyacak, doktor!
Dr. Alfred Blalock: Belki de dediğiniz gibi bu çocuğu öldürmeye çalışan Tanrı'dır.
Dr. Alfred Blalock: Ben çalışmıyorum!

Kalbi hasarlı doğan bebeğin annesi:
O'nunla çok az birlikte olduk. Tanrı O'nu tanımama izin vermiyor.
Yani O'na karşı gelmek istemiyorum.
Doktorun kızımın hayatını kurtarması, Tanrı'nın Planı neden olmasın!

Dr. Alfred Blalock: Sezgilerim Doğanın bir hata yaptığını, benim de onu düzeltebileceğimi söylüyor.

Tanrı'yı Oynayanlar

İlk kalp ameliyatlarının olduğu dönemde Tanrı'nın işine karışılıyor denmişti. Yıllar geçti. Aynı şeyler tüp bebek yöntemi için de dendi. Sonra... Olağanlaştılar. Alışıldılar. Şimdi gen terapisi için filan da benzer şeyler söyleniyor. Her büyük adımda hep aynı tartışmalar oluyor, özellikle tıpta.

Panayiotis Zavos çalışma izni alamıyor. Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde klonlama çalışmaları yasak. Avrupa mesafeli. İnsan klonlamak dışlanıyor. Panayiotis Zavos şansını zorluyor. Sonunda, hiç beklenmeyecek bir ülkeden çalışma izni alıyor. Ve orada gizli bir laboratuvar kuruyor. Bu ülke Lübnan. Bir Müslüman ülke! Bir Avrupa ülkesinden değil, bir Müslüman ülkede çalışma fırsatı bulması oldukça şaşırtıcı. Etik veya din gerekçesiyle, Avrupa durgun kalmış görünüyor. Bu tür şeylerden dolayı asıl Müslüman ülkelerin çekingen kalacağı beklenirdi oysa. İnsan merak ediyor; Acaba, bu tür bir teknolojinin bir Müslüman ülkede yeşerebilmesi, sonunda Müslümanların Rönesansı'nın başlangıcına bir işaret olabilir mi? :-) “...Müslüman ülkeler insan klonlama hakkında daha liberal bir görüşteler.” diye konuşuyor Panayiotis Zavos. Tüp bebek yöntemi işe yaramamış insanları kabul ediyor sadece. Klonlama yöntemi yeterince iyileştirilebildiğinde bu insanların çocuk sahibi olmaları sağlanabilecek. Hedef bu. En azından öncelikli hedef bu. :-) “Her zaman söylediğim gibi bir Michael Jackson klonlamakla ilgilenmiyoruz.” şeklinde ekliyor Panayiotis Zavos.

Henry Markram ve ekibi beyni bilgisayarda oluşturmaya çalışıyordu. Eh, sonunda o da suçlanmasa eksik kalırdı zaten. :-) Tanrı'yı oynamakla eleştiriliyor. “Tanrı'yı oynamaktan çok uzak olduğumuzu düşünüyorum. Tanrı tüm evreni yarattı. Biz, yalnızca küçük bir modelini üretmeye çalışıyoruz.” şeklinde yanıt veriyor.

Gerçek şu ki, insan kendisini ezelden beri tedavi etmeye çalışıyor, anladığı ölçüde. Az çok müdahale etti. Kendisi hakkında yeni şeyler öğrenecek. Ve kendisine müdahalesi giderek artacaktır.

Doğanın işine karışılmamalı, çünkü sonuçları kestirilemez. Doğanın dengesine dokunulmamalı” Böyle düşünmek entelektüel bir tavır gibi. Belki. Ya da acaba, yeni bir varyasyonu olmasın, o çekingen deyişin; “Tanrı'nın işine karışılmamalı”. Peki ama sınır neresi? O sınırı hiç geçmedik mi? Nereden sonra Tanrı'nın veya Doğanın işine karışılmış oluyor. Ya da böyle bir sınır hiç var mıydı acaba. Mesela neden hastalıklara karşı aşılanma Tanrı'nın işine karışmak olmuyor da kalp ameliyatı karışmak oluyor; Gerçi aşılamayı Tanrı'nın işine karışmak sayanlar da var!

Çiftçiler bunu hep yaptılar. İşlere hep karıştılar. Daha lezzetli olan pirinci seçip ektiler. Pirinç değişti. Bildiğimiz tadına geldi. Eh, yabani pirincin tadını kimse aramıyor artık. İnsanlar hayvanları evcileştirerek onları değiştirmiştir. Enteresan bir şey daha olmuştur. İneklerinin sütünü içmişlerdir. Ne yazık ki sonuçlarını düşünememişler. Sütteki laktik asidi sindirebilecek durumda değillerdi. Ne oldu dersiniz. Farkında değillerdi ama kendilerini de değiştirmiş oldular. Zamanla gerçekten sindirmeye başladık. Bunu yapmak için gerekli enzimin bilgisi genomumuza işledi. Genomumuzu değiştirmiştik aslında. :-) Gelecekte daha bilinçli ve daha fazla Tanrı'nın veya Doğa'nın işlerine karışılacağını öngörebiliriz yani.

9 Eylül 2016 Cuma

Sahne: İşte İnançlardan Bahsetmek


Sahne: İşte İnançlardan Bahsetmek paylaşan: okanozcelik
Önemli bir iş bağlantısı gerçekleşememiştir. Larry gergindir.

Larry: Ona din hakkında tam olarak ne söyledin?
Bob: Sadece konuştuk.
Larry: Ona karşı çıkmadın, değil mi?
Bob: Hayır.
Larry: Tanrıya şükür. Toplantılarda dinden söz ederken ilk kural budur, müşteriye karşı çıkma. Hayır, geri alıyorum; Bu ikinci kural. Toplantıda dinden söz etmenin ilk kuralı; Sakın.
Bob: Sakın, ne?
Larry: Sakın yapma!
Bob: Oh. Hayatta kaldım ama.
Larry: Ona karşı çıktın mı?
Bob: Hayır.
Larry: Bob bu yüzden hayattasın. Bu yüzden!

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Belgeselden: Uzaktan Görebilme


Belgeselden: Uzaktan Görebilme paylaşan: okanozcelik
Ruslar, Amerikan gemileri, birlikleri nerede bilmek istiyor. Bunun kolay yolu var mı? Belki. Uzgörüşü olan medyumlardan faydalanılır. Onlar transa geçer. Ve hangi geminin nerede olduğunu söylerler. Rusların medyumları kullandığını duyan Amerika geri durabilir mi, ya kaçırdığı bir şey varsa. O da medyumlarla deneylere başlar. :-) Soğuk savaş dönemidir.

Bu yöntem gerçekten işe yaramış mıydı? Yarıyor mu? Artık test edilmeli. İlginç bir düzenekle. Bir Amiral Battı iyi bir fikir verebilir. :-) Eğlenceli bir kesit. :-)

Belgeselden: Eğer işe yaramazsa burdan nereye gideceğimizi bilmiyorduk


Belgeselden: Eğer işe yaramazsa burdan nereye... paylaşan: okanozcelik
İlk yapay DNA'lı mikroorganizmanın yaratılmaya çalışılmasından bir kesit, yıllar önce.

Craig Venter: Eğer yapay kromozom sürecinde bir başarısızlıkla karşılaşırsak ve teorilerimizi gerçekleştiremezsek ne büyük bir trajedi olur.

Craig Venter: İnanmak için nedenlerimiz vardı. Bilirsiniz, çalışma şansı elde ettik. Ve eğer işe yaramazsa burdan nereye gideceğimizi bilmiyorduk!

Bu arada, genleri yeniden programlama iyice pratik hale gelmiş görünüyor, artık. DNA'nın istenen yeri kesilebiliyor. Ve oraya istenen yapay genler kolayca yerleştiriliyor. CRISPR adlı bu yeni yöntemden uzunca bahsetmiş National Geographic'in Ağustos sayısı.

11 Ağustos 2016 Perşembe

Konferans: Auke Ijspeert: Semender gibi koşabilen ve yüzebilen bir robot


Tekerliği uzun zaman önce keşfettik. Araçları isteğimiz yere ulaştırabiliyoruz. Ama uzun zamandır aşamadığımız bir sorun var. Engebeli yerlerde hâlâ kullanışlı çözümlerimiz yok. Tekerlekli bir araç arama ve kurtarma için pek kullanışlı olmaz, yıkıntılar arasındayken. Ya da bir gezegeni tekerlikli bir araç yerine, ayrıca yürüyebilen de bir araçla keşfetmek daha kolay olurdu mesela. Dolayısıyla bir robotun kendi başına yürüyebilmesini sağlayabilmek yeni olanakları da getirecektir.

***

“...Sonra omurga ve omurgada bulunan refleksler, omurgadaki nöral aktivite ve mekanik aktivite arasında sensorimotor kordinasyon döngüsünü yaratan çoklu refleksler gelir. Üçüncü bileşen, merkezi desen jeneratörleridir. Bunlar, omurgalı hayvanların omuriliklerinde bulunan, sadece çok basit giriş sinyallerini alarak, koordineli ritmik aktivite desenleri yaratabilen çok ilginç devrelerdir. Ve bu giriş sinyalleri, beynin üst bölümlerindeki motor korteks, beyincik, bazal gangliyon gibi azalan modülasyondan gelir. Biz hareket ederken, omurilik tüm modülasyon aktivitesini yapar. Fakat asıl ilginç olan, alt seviye bir bileşen, omurilik ve vücut birlikte hareket probleminin büyük bir bölümünü zaten çözer. Muhtemelen, kafası kesildiği halde halen koşabilen tavuk olayını biliyorsunuzdur. Bu olay, alt bölümün, omurilik ve vücutla birilikte, hareketi sağladığını gösterir.”
(Beyin sadece başlatıcı sinyalleri gönderir genelde. Yürüyüşü koordine eden aslında omuriliktir. Yürümeyi otomatik olarak yaparız. Beynin düşünmesine gerek kalmaz. Daha yüksek seviyeli işlerle ilgilenebilir böylece. Dolayısıyla robotun yürümesi sağlayabilmek için omuriliğin iyi bir modeli yapılmaya çalışılıyor.)

“Büyük hedef, hayvanlardan ilham alarak, robotların halen zorluk yaşadığı ama hayvanların çok iyi olduğu merdiven, dağ, orman gibi arazilerle baş edebilecek robotlar yapmaktır. Robot mükemmel bir bilimsel araç da olabilir.”

Şimdi gerçek bir hayvana ne kadar yakın olduğuna bakalım. Burda gördüğünüz şey, gerçek bir hayvan ile Pleurobot'un neredeyse direkt karşılaştırmasıdır. Yürüyüş şeklinin, neredeyse birebir tekrarı olduğunu görebilirsiniz. Geri gidip yavaşça izlerseniz daha iyi göreceksiniz.”

“Bizim yaptığımız tek şey, normalde beynin üst bölgesinden gelmesi gereken iki sinyali, uzaktan kumandayla robota göndermekti. İlginç olan şey hız, yönelim ve hareket şeklinin tipini, sinyallerle oynayarak tamamen kontrol edebiliyoruz. Örneğin, alt seviyede uyarırsak yürüyüş şeklini elde ederiz ve bir noktada eğer çok fazla ve sık uyarırsak yüzme şekline geçiş yapar. Ve son olarak, omuriliğin bir tarafını diğer tarafa göre daha fazla uyararak dönüşleri çok güzel yapabiliyoruz.”
(Omurilik modelleniyor. Beyinin göndereceği görece daha basit sinyaller taklit edilerek otomatik yürümesi sağlanabiliyor.)

“Beynin üst bölgesinin her bir kas hareketinden sorumlu olması yerine, doğanın bu işleri omuriliğe dağıtmasını çok güzel buluyorum. Beynin üst bölgesi sadece yüksek seviyeli modülasyonlardan sorumludur ve kasların koordinasyonu gerçekten omuriliğin işidir.”

29 Temmuz 2016 Cuma

Röportaj: Linus Torvalds: Linux'un ardındaki deha


Linus Torvalds: Ofisim görebileceğiniz en sıkıcı ofistir. Ve burada sessizlikte yalnız otururum. Kedim gelirse, kucağıma oturur. Ve kedinin mırlamasını duymak istiyorum, bilgisayarın fanlarının sesini değil.
(Hımm, yine de fan çok rahatsız etmez yav. :-) )

Chris Anderson: Bize açık kaynağı nasıl algıladığını anlat ve Linux'un gelişimini nasıl etkilediğini.
LT: Aslında, hala yalnız çalışıyorum. Gerçekten -- evimde tek başıma çalışıyorum, çoğunlukla da bornozumla. Bir fotoğrafçı geleceği zaman giyiniyorum, bu nedenle bu resimde giyiniğim.
(Gülüşmeler)
(Ee, şey, eşofman giymek de sayılır mı? :-) Müşteri hizmetleri gibi görünür yerde değilsen böyle bir seçeneğin olabiliyor, tabii. :-) )

LT: O zamanlar 21 yaşındaydım, gençtim yani, ama çoktan hayatımın yarısı boyunca programlama yapmıştım. Ve önceki her projem tamamen kişiseldi ve insanların yorumlamaya başladıkları, koda geri dönüşlerde bulundukları zaman bir aydınlanmaydı. Hatta kod göndermeye başlamadan önce dahi bence şunu dediğim önemli anlardan biriydi: "Diğer insanları seviyorum!" Yanlış anlamayın -- insancıl biri değilimdir.
(Kahkahalar)
Diğer insanları sevmem gerçekten. --
(Kahkahalar)
(Sanırım pek çok kişiyi şaşırtmış olmalı. Beni şaşırtmadı. :-) Bazı işe yarar dostluklar edinmiştir. Ama coğu durumda kalabalık da, çok hevesli olmazdı zaten. :-) )

LT: Ama bilgisayarları severim, diğer insanlarla email ile etkileşimde olmayı seviyorum çünkü bir bakımdan size tampon bir bölge verir. Ama projeme dahil olan ve yorum yapan insanları seviyorum. Ve bu çok daha büyüttü.
(Böylesi daha az yorucu tabii... :-) )

LT: Bu yüzden Git, ilk büyük projemi sürdürmek için sadece benim için tasarlanmış ikinci büyük projem. Kelimenin tam manasıyla çalışma şeklim bu. Kod yazmam için -- zevk için kod yazarım -- ama anlamlı bir şey için kod yazmak istiyorum bu yüzden yaptığım her proje ihtiyacım olan bir şeydi ve --
CA: Gerçekten, Linux ve Git bir nevi bir çok kişiyle çalışmak istememenin neredeyse istenmeyen sonucu gibi.
LT: Kesinlikle, evet.
(Gülüşmeler)
(Müthiş zevklidir kod yazmak. Daha iyi olduğunu hissettirir. Anlamlı bir şey yaptığına, kendini oyalamadığına inandığın zaman. :-) )

LT: Gerçekten, bu daha çok "Bakın ne yaptım!" idi. Ve inanın -- eskiden bu durum çokta iyi değildi. Ben genel kullanıma açık yaptım ve o aşamada açık kaynak bile değildi. O aşamada kaynak herkese açıktı ama arkada bugün geliştirmek için olan açık kaynak metodolojisi yoktu. Daha çok "Bakın, yarım yıldır bu konu üzerinde çalışıyorum, yorum almak çok isterim."
(Bu harika bir duygudur. Kesinlikle bazı insanların gösterecek pek başka bir şeyi de yoktur zaten. :-) Bir de benim diyebileceğin kodların olursa, bu duyguyu iyice perçinler. :-) )

CA: Tamam, oraya geçelim çünkü bu kısım ilginç. Bırakmıyorsun. Demek inek olmakla ya da zeki olmakla ilgili değil inatçı olmakla ilgili?
LT: İnatçı olmakla ilgili. Bir şeye başlayıp ve "Tamam, işim bitti, başka bir şey yapalım -- Bak: Işıl ışıl! "--dememekle ilgili.
Bunu hayatımın diğer alanlarında da fark ettim. 7 yıl boyunca Silikon Vadisi'nde yaşadım. Ve tüm zaman boyunca Silikon Vadisi'nde aynı şirket için çalıştım. Bu hiç duyulmamış bir şey. Silikon Vadisi'nin mantığı bu değil. Silikon Vadisi'nin bütün meselesi insanların bir nevi kazanı karıştırmak için işler arasında atlamasıdır. Ve bu benim tarzım değil.
(Bunu kesinlikle anlarım. Çok uzun süre tek bir şeye odaklanılabilir, gerçekten. Diğer her şeyden özveride bulunulur. Ama özel bir şey yapıyor olduğun hissi hâlâ inandırıcılığını koruyor olması gerekir. :-) Bu arada, böyle odaklanabilirlik ortak becerisi Bill Gates'de de vardır mesela. Bunu herkes yapamaz.)

LT: Satışçıların sizin işlerinizden faydalanmasından korkmam konusuna geri dönersek, o satışçıların oldukça sevimli kişiler oldukları ortaya çıktı. Yapmaktan hiç de hoşlanmadığım şeyleri de yaptılar ve tamamen farklı amaçları vardı. Gitmek istemeyeceğim yollarda açık kaynağı kullandılar. Açık kaynak olduğundan yapabildiler ve birlikte gerçekten güzel çalıştı.
Bende aynı şekilde düşünüyorum. İletişimci olarak sosyal insanlara ihtiyacınız var sıcak ve arkadaş canlısı kişiler.
(Gülüşmeler)
Sana sarılmak isteyen ve topluma sokmak isteyen gibi. Ama herkes böyle değil. Ve bu ben değilim.
(Evet, “Sosyal biri olabilmek için davranışlarımı cilalamaya çalışmanın çok yorucu olduğunu fark ettim.” şeklinde ifade eden John Nash gibi hissediyor olmalı. :-) )

LT: Ben teknolojiyle ilgilenirim. Arayüzü önemseyen insanlar var. Hayatımı kurtarmak için arayüz tasarlayamam. Yani, ıssız adaya düşsem ve oradan kurtulmak için tek yolum sevimli arayüzler yapmak olursa, orada ölürüm.
(Kahkahalar)
(Arayüzler yerine arka planda çalışan çekirdek kodları yazmayı sevdiğini söylüyor. Ama bazen arayüzü de yazmak eğlenceli olabilir. Nitekim kullanıcının arayüzsel beklentileri çekirdek kodları da yönlendirebilir.)

CA: Geçen hafta konuştuğumuzda bana çok ilginç gelen farklı bir özelliğinden bahsetmiştin. Zevk denilen düşünce.
Birkaç tane resim var burada. Sanırım kodda özellikle zevk barındırarak yazılmış örnek değil bu, bu daha güzel yazılmış hemen görülebildiği gibi. Bu ikisi arasındaki fark nedir?
LT: Bu -- Buradaki kaç kişi kod yazdı?
CA: Aman Tanrım!
LT: Eminim ki, elini kaldıran herkes tek bağlı listeyi kullanmıştır. Ve onda -- Bu ilki çok uygun bir yaklaşım şekli değil, temel olarak kodlamaya başladığınızda öğretilen şekli. Ve kodu anlamanıza gerek yok.
Benim için en ilginç kısmı son If bloğu. Çünkü tek bağlı listede olan -- bu listeden var olan bir veriyi silmeyi amaçlıyor -- ve verinin birinci olması yada ortada olması arasında fark var. Çünkü eğer ilk veriyse, işaretçiyi ilk veri olarak değiştirmeniz gerekir. Eğer ortadaysa, işaretçiyi bir öncekine çekmeniz gerekir. Yani bunlar tamamen farklı iki durum.
CA: Ve bu daha iyi.
LT: Ve bu daha iyi. Ve çokta önemli değil -- neden If bloğu olmadığını anlamanızı istemiyorum ama bazen problemi farklı görür ve yeniden yazarsın böylelikle o özel durum gider normal bir durum olur bunu anlamanızı istiyorum. Ve bu iyi yazılmış kod. Ama basit yazılmış kod. Bu CS 101. Çok önemli değil -- gerçi detaylar önemlidir.
(Bazen bir kod yazarsın. Problemi çözüyordur, ama fazla karmaşıktır. İçine sinmez. Sonra yavaş yavaş kafanda başka mantıklar oluşur. Bir If bloğuna pek de gerek olmadığını görürsün mesela. Kodu temizlemeye başlarsın. Sonra, vay be ne güzel çözdüm dersin. Kod daha akıcı olmuştur. Çok şık görünüyordur. Ve arada bir o koda bakmaya doyamazsın. Kesinlikle. :-) )

LT: Teknolojide bir tür klişe bütün bu Tesla vs Edison, Tesla'nın vizyoner ve çılgın fikir adamı olması. Ve insanlar Tesla' ya bayılıyor. Yani, şirketlerinin isimlerine onun adını verenler var.
(Gülüşmeler)
Buradaki diğer kişi ise Edison genellikle sıkıcı olarak çamur atılmış olan ve -- en meşhur sözü de: "Dehanın %1'i iham %99'u terdir.". Ve ben Edison'un tarafındayım, insanlar genellikle sevmese de onu. Çünkü ikisini kıyaslarsan Tesla bir nevi akıllara yer etmiş durumda bu sıralar ama gerçekte dünyayı kim değiştirdi? Edison çok iyi bir insan olmamış olabilir, birçok şey yapmış -- belki çok entellektüel, vizyoner değildi. Ama bence ben Tesla'dan çok Edison'um.
(Tesla uzak yerlere kablosuz elektrik aktarmakla sıkça ilgilenmişti. Vizyoner miydi? Belki. Belki hırslıydı. Ancak teknoloji hiç hazır değildi. Çok fazla enerji tüketecekti. Uzak mesafede ise çok az enerji elde etmiş olacaktı. Verimli sayılmaz. Tesla o parayı, ilk okyanus aşırı kablosuz telgrafı geliştirmek için almıştı Westinghouse'tan. Ama parayı kablosuz elektrik denemeleri için kullandı. Laf aramızda parayı veriliş amacında kullansaydı, daha sonra kablosuz elektrik için para bulabilmesi için iyi referansları olurdu belki. :-) Belki de sadece takıntılıydı. :-) Aslında teknoloji bugün bile hazır sayılmaz. Pratik kullanım alanları yeni başladı. Telefonları şarj edebiliyor. Hatta bir televizyonu bile çalıştırabiliyor, tabii biraz pahalıya. Ama çok yakın mesafelerde işe yarıyor, hâlâ. Edison ise geleceğe çok zaman ayırmazdı. Günlük sorunların çözümlenmesi kafasında büyük yer kaplıyor olmalı. Belki bu yüzden o kadar vizyoner görünmeyebilir. Belki bu yüzden alternatif akımın daha iyi olduğunu görmezden geldi! :-)
(Edison'un icat etmeye büyük şevki vardı. Bu şevk patent alabilmekten kaynaklanıyordu. Bu yüzden şimdi yaşasaydı açık kaynak programları pek sevmezdi muhtemelen. :-) Gerçi bu açıdan bakarsak Tesla'nın da seveceğinden emin değilim. 700 gibi, insanı hayret ettirecek kadar patente sahip olmuştu kendisi. Ki kendisine ait bir şirketi bile yoktu. :-) )

CA: Google gibi bir çok şirket muhtemelen milyarlarca dolar elde etti senin yazılımından. Bu seni sinirlendiriyor mu?
LT: Hayır. Birkaç sebepten dolayı sinirlendirmiyor. Bunlardan bir tanesi, durumum iyi. İyi durumdayım gerçekten.

LT: Ama diğer sebep -- bütün bu açık kaynak işini yapmadan ve bir şeyleri bırakmadan Linux böyle olmazdı. Ve çok memnun olmadığım deneyimleri getirdi, kalabalık önünde konuşmak, ama aynı zamanda bu bir deneyim. Güven bana. Mutlu olmamı sağlayan birçok şey var ve düşününce doğru seçimi yaptım.

16 Temmuz 2016 Cumartesi

Alıntı: Utandırılmak

Harvard Business Review'in Sorusu:
Sürdürülebilirlik ekiplerinizin hepsinin
kendi kendilerini yarattıklarını ve koordine
ettiklerini söylemek doğru olur mu?

Robert B. Shapiro - Monsanto, eski İKB (CEO):
Kısa bir süre önce birisi bana, bu uygulamanın yukarıdan aşağıya
mı, yoksa aşağıdan yukarıya mı örgütlendiğini sordu. Bunlar
bana, çok yararlı kavramlarmış gibi görünmüyor. Bu bizim yaptığımız
bir iş. Biz ne yapmak istiyoruz? Şirketler artık birer makine
değiller. Kendi çıkarları öyle gerektirdiğinden, kendi kendilerini
koordine etmeye çalışan binlerce bağımsız aktörümüz var.
Bunun aşağısı yukarısı yok. Bu sadece bir metafor, hem de
pek işe yaramayan bir metafor. İnsanlar şunu söylüyorlar: Benim
düşüncem şu. Buna ne diyorsun? Bu sana mantıklı geliyor mu?
Denemek ister misin? İnsanların kalbini fetheden fikirlerin hangileri
olduğunu görmemiz ve o fikirlerin en üretken fikirler olduğuna
güvenmemiz gerektiğine inanıyorum.

İnsanların çoğu -tüm yaşamları içinde önemli bir yer tutacak-
uzun bir süre boyunca, varlarını yoklarını şirket denen soyut
bir şeye ya da kar denen soyut bir fikre adamazlar. İnsanlar
ancak insanlar için özveride bulunurlar. Belli bir öneme sahip bir
girişimde birlikte çalıştıklarına inanıyorlarsa, iş arkadaşları için
özveride bulunabilirler. Toplum için özveride bulunabilirler ve
bu da çocukları için özveride bulunmanın bir başka biçimidir.
Yaptıkları işin, bir bakıma tüm bir yaşamla bütünleştiğine inanıyorlarsa,
özveride bulunabilirler.

Sanki kim olduğumuzun yaptığımız işle bir ilgisi yokmuş gibi,
kim olduğumuz ile yaptığımız iş arasında tarihsel olarak bir
ayrım ortaya çıkmıştır. Bu sağlıksız bir şeydir ve çoğu insan bu
ikisini bütünleştirebilmeyi ister. Monsanto'nun tarihi bir kimya
şirketinin tarihi olduğundan, başlarından tekrar tekrar şöyle bir
olay geçmiş çok işgörenimiz -çok iyi insanlar- vardır: Kendi
çocukları veya komşu çocukları veya kokteyl partisinde karşılaştıkları
herhangi biri onlara, ne iş yaptıklarını sorar ve aldığı yanıta
kınayıcı bir tepki gösterir, çünkü Monsanto'da yaptığımız işin
iyi bir şey olmadığını düşünmektedir. Bu yaralayıcı bir durumdur.
İnsanlar yaptıkları işten ötürü utanç duyma durumunda kalmak
istemezler.

Ekonomik dürtüleri küçümsemek istemiyorum -bunlar elbette
önemlidir. Ama sürdürülebilirlikle ilgili bir iş yapıyor olmak,
ekonomik faaliyetimiz ile insan olarak sürdürdüğümüz bütünsel
faaliyet arasındaki uçurumun kapanması konusunda büyük bir
umut vaat etmektedir. Bu ikisini, Marksist bir karşıtlık içinde değil,
aynı şey olarak görüyoruz. Ekonomi, insan faaliyetinin bir
parçasıdır.
(Ekonomik çıkarlarının zannedilenin aksine sürdürülebilir tarımla zaten çatışmadığından bahsediyor.)



Yorumum:

Monsanto'da yapılan iş bitki tasarımını değiştirmektir. Çoğu insan bunun kötü bir şey olduğunu düşünür. Buna tepki göstererek Monsanto mühendislerini utandırmaktadırlar.

Bir gün Mars'a gidilecek. Hatta ilerde orada kalıcı üs kurulacak. Çünkü yolculuk aylar süreceğinden gidiş gelişler çok sık olmayacaktır. Yiyecekleri yanlarında götürmek iyi bir fikir olmayacaktır. Yetmez çünkü. Orada bitki yetiştirmek gerekecek. Ama Mars koşulları pek ideal sayılmaz. Üstelik kimsenin Mars koşullarına uyumlu işe yarar bitkilerin evrimleşmesini bekleyecek zamanı da olamaz. Artık kurak iklime daha dayanıklı bitkiler geliştiriliyor. Genlerinin yeniden programlanılması sayesinde. Su israfı Mars'ta daha gerçek bir sorun olacaktır. Orada bitkinin daha az su kullanması çok önemlidir. Mars'taki sert koşullarla baş edebilecek bitkilere sahip olabilmenin biyoteknolojiden başka bir yolu mümkün görünmüyor. Böylece oluşturulan seralarda yiyecek temin edilebilecektir. İnsanlar, genleri geliştirilmiş bitkilerin faydasına daha açık şekilde tanıklık etmiş olacaklar. İşte o zaman ilk yargılarından dolayı utanacak insan sayısı az olmayacaktır!

Ama burada kalınmayacaktır. Mars'ta konfor da beklenir olacaktır. Sonraki yüzyıllarda yani. Mars Dünyalaştırılmak istenecektir. Mars aynalarla ısıtılacaktır. Algler ve yosunlar oksijen üretmesi için kullanılacaktır. Ne var ki verimleri düşüktür. Zaman kısıtlıdır. Daha hızlı oksijen ve -bitkiler için- karbon üretebilmesi gerekir. Bunun için yine genleri programlanacaktır. Ve bir gün Dünya'dan ayrılmamız gerekecek. Başka bir gezegende konfor sağlandığı ve bitkiler oraya hazır hale getirildiği için biyoteknolojiyle gurur duyacağız. Bu yüzden genleri anlayıp daha işe yarar hale getirmekte şimdiden deneyim kazanmak hayat kurtarabilir.

Alıntı: Yiyeceklerden İğrenme

“Aslına bakacak olursanız, bilim insanları ile bilim düşmanları arasında günümüzdeki en büyük zıtlık, GDO'lar konusundadır. ABD'deki bilim insanlarının %88'i GDO'nun sağlıklı olduğunu düşünürken, ABD halkının sadece %37'si buna katılmaktadır.”

“GDO'yu reddetmemizle ilgili nedenlerden birisi, içgüdüsel olarak sahip olduğumuz iğrenme dürtüsüdür. Genetik modifikasyonu, yiyeceğin "kirlenmesi" olarak görürüz. Dolayısıyla, içgüdüsel olarak, o yiyeceğin zararsız olmayabileceğini düşünürüz. Ayrıca insanların "temelcilik" (esensiyalizm) felsefesine bir yatkınlığı da vardır: yani bir şey "iki şeyden bir tanesi olmak zorundadır" düşüncesi... İnsanlar, eğer ki bir domatese balık geni dahil edecek olursak, domatesin "domates" olma özelliğini temelden değiştirmiş olduğumuzu düşünürler. İçgüdüsel düşünmenin bir diğer biçimi, genetik müdahalenin "Tanrıcılık oynamak" ya da "doğallığı bozmak" olduğu düşüncesidir.”

“Atlanan nokta, "doğal" olan bitkilerin genetik teknolojilerin geliştirilmesinden çok önce bile, insan tarihi boyunca sürekli olarak "doğallıklarının değiştirilmiş ve bozulmuş" olduğu gerçeğidir.”

“Ayrıca, haşere öldürücü ilaç dirençli zirai ürünler, bu teknolojinin sadece tek bir dalıdır. Diğer çok sayıda alan, zirai ürünlerden elde ettiğimiz besin değerlerini katlayarak arttırmakta ve diğer ziraat uygulamalarını da geliştirmektedir."

“Ne yazık ki halkın GDO'ya karşı tavrının değiştiğini gösteren çok az sayıda veri var: örneğin büyük Meksika mutfağı zinciri Chipotle yakın bir geçmişte menülerinden GDO'lu içerikleri kaldıracağını ilan ettiğinde, bazı medya kaynakları bu kararın anlamsız olduğunu ve bilimle örtüşmediğini gazete ve sitelerinin köşelerine taşımışlardı.”
(Halkın çoğunluğunun hoşuna gidecek şekilde yazmak yerine sadece gerçekleri yazan medyanın da var olması avantajdır. Ayrıca bunu sürdürmek büyük cesarettir, çünkü tirajları düşebilir.)

“Fakat yeni yükselen ve bilim düşmanlığı açısından çorak olan alanlar, toplumsal korkuları tetikleyen, bilimsel verilere dayanmadan yorumlar geliştiren kitaplar, CD'ler, filmler, vb. ekonomik getirisi olan ürünler için çok kullanışlı alanlar.”
(Biyoteknoloji şirketlerini çıkarcı şeytanlar olarak niteleyenlerin de epey çıkarı var görünüyor. :-) )

Makalenin Tamamı:
GDO-Karşıtlığının Psikolojisi: Neden Bu Kadar İnsan GDO'ya Karşı? - Evrim Ağacı

Sahne: - Kötü hissetmeme sebep oluyorlar. - O zaman onları görmezden gel.


Temple:
- Çok fazla insan var
kimse beni dinlemiyor.
Ve benim anlam veremediğim bir şekilde
sürekli birbirlerine bakıyorlar.
Eustacia (annesi):
- Kendilerini rahatsız hissediyorlar.
İnsanlar büyükbaş hayvanlarla
ilgili tüm bu detayları duymak istemiyorlar.
Temple:
- Ben istiyorum. Ben onlarla
beraber olmak istiyorum.
Eustacia:
- Tatlım, insanlardan
uzak durmanı istemiyorum.
Temple:
- Kötü hissetmeme sebep oluyorlar.
Eustacia:
- O zaman onları görmezden gel.

Temple, kendisine heyecan veren konuları (genelde bilim) anlayabilen kişilerle iyi iletişim kurmaktadır. İyi dostluklar edinmektedir. Geri kalan kalabalıkla ise genelde birbirlerini pek anlayamazlar.

Kuzey Amerika'da büyükbaş hayvanların yarısından çoğu Temple Grandin'in tasarladığı
insanca sistemlerde bakılıyor.

Alıntı: Enformasyonu Kullanabilmek

Harvard Business Review'in Sorusu:
Biyoteknoloji tarımdaki maddesel nesnelerin yerini
enformasyonun almasını nasıl sağlıyor?

Robert B. Shapiro - Monsanto, eski İKB (CEO):
Örneğin bir bitkiyi, zararlı böcekleri uzaklaştıracak ya da yok
edecek şekilde, genetik olarak kodlayabiliriz. Bu demektir ki, bitkiye
böcek ilacı -maddesel nesne- sıkmak zorunda değiliz.
Bugün tarım bitkilerinin üzerine sıktığımız şeylerin yüzde
90'ı israf oluyor. Bunların çoğu toprağa karışıyor. Eğer bitkinin
içine doğru enformasyonu koyarsak, üretkenliği, daha az
madde israf ederek artırmış oluruz. Bunu biyoteknolojiyle başarabiliriz.

Kimyasalların her durumda kötü olduklarını söylemiyorum.
Ama biyolojiye kıyasla daha az etkindirler, çünkü
bunları imal etmek, dağıtmak ve uygulamak durumundasınız.
Bir öngörüm var: Yirmi birinci yüzyıl, bir yanda enformasyon
teknolojisi ile biyoteknolojinin, öte yanda da çevresel bozulmanın
bulunduğu bir mücadeleye sahne olacaktır. Enformasyon
teknolojisi en güçlü aletimiz olacaktır. Şeyleri en küçük boyutlarına
indirmemizi, israftan kaçınmamızı ve daha fazla maddesel
nesne üretip işlememize gerek kalmadan daha fazla değer üretmemizi
sağlayacaktır. Maddesel nesneleri enformasyonla ikame
etmek, sürdürülebilirlik için bir zorunluluktur.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Aklı Vücutta Olan Beyin - Zihin Felsefesi

Descartes zihnin kendi başına var olduğunu düşünür. Ona göre bedenden bağımsız olarak bir zihin vardır. Çok bilindik o sözleriyle işte bu düşüncülerini özetlemiştir. Düşünüyorum, öyleyse varım! Beynin bedenle sürekli iletişim halinde olması gerektiğini söyler Antonio Damasio. Beyin vücudu etkilediği gibi, vücut hali de beyni sürekli etkiler. Örneğin beden hastaysa beyin de psikolojik olarak iyi hissetmiyordur. Verimli olamaz. Beyin vücudu anbean izler. Zaten beden, kendi işine yarasın diye merkezi sinir sitemini oluşturmuştur. Nitekim evrimsel zamanda beyin sonradan icat edilmiştir. Dolayısıyla zihnin bedenine bağımlı olması kaçınılmazdır. Bedeni için vardır zaten. Onu izleyemiyorsa çalışamaz. Bunu TED Konuşmasında da "Serebral korteksle beyinsapı arasındaki etkileşim olmasaydı şuurlu bir zihine sahip olamazdınız. Beyinsapıyla vücut arasında iletişim olmasaydı şuurlu bir zihine sahip olamazdınız." diyerek açıkça ifade eder Antonio Damasio. Zaten zihnin aslında bedenle birlikte işlediğini iyi vurgulayabilmek için kitabının adını Descartes'in Yanılgısı (Descartes' Error) koymuştur. Zihin saflaştırılamaz. Yani bir DNA parçası gibi ayırıp kullanılamaz. Örneğin bir bilgisayara yüklenemez. Kitabındaki “Aklı Vücutta Olan Beyin” konusuyla düşüncelerini iyice pekiştirir.

Bir manzaraya bakıyorsunuz. Beyin görüntüyü nasıl işliyor! Görüntü işlenirken, bir anısı oluşturulurken bedenden sürekli geri bildirim alınır. İç organlar görülen görüntünün yanı sıra belleğin ürettiği içsel görüntülere de tepki verirler. Beyin vücuduyla birlikte görür aslında. Ve manzarayla birlikte vücut halini de kaydeder. Antonio Damasio şöyle anlatır:

“...Ardından, manzarayla ilgili sinyaller beynin içinde işlenmeye başlar. Üst kollikuluslar gibi korteksaltı yapıların yanı sıra, erken duyu korteksleri, asosiyasyon korteksinin çeşitli istasyonları ve bunlarla bağlantılı olan limbik sistem etkin kılınır. Manzaraya ait bilgi, bu çeşitli beyin bölgelerindeki yönlendirici temsillerden içsel olarak harekete geçirildiğinde, vücudun geri kalanı sürece katılır. Er ya da geç, iç organlar gördüğünüz görüntülerin yanı sıra, gördüklerinize dayanarak belliğinizin ürettiği içsel görüntülere de tepki verirler. Sonunda, görülen manzaranın bir anısı oluştuğunda, söz konusu anı, organizmadaki, az önce sözünü ettiğimiz, bir kısmı beynin kendisinde (bellekten oluşturulan imgelerle birlikte dış dünya için kurulan imge), bazılarıysa ana vücutta cereyan eden birçok değişikliğin sinirsel bir kaydı olacaktır."

Beden beyin bütünlüğüne şöyle değinir:

“Beyin tepkisinin sinirsel ve kimyasal öğeleri, dokuların ve bütün olarak organ sistemlerinin çalışmasını ciddi biçimde değiştirir. Tüm organizmanın metabolizma hızıyla kullanabileceği enerji ve bağışıklık sistemi de değişikliğe uğrar; organizmanın genel biyokimyasal profili hızla dalgalanır; baş gövde ve uzuvların hareketlerini sağlayan iskelet adaleleri kasılır ve bütün bu değişikliklerin sinyalleri, kimi sinirsel, kimi ise kan dolaşımındaki kimyasal yollardan beyne geri gönderilir. Böylece, ana vücudun anbean değişimlerle gelişmekte olan hali, farklı yerlerde, sinirsel ve kimyasal açılardan merkezi sinir sistemini etkiler. Beynin tehlikeyi (ya da benzer heyecan yaratan bir durumu) sezmesinin belirgin sonucu, her zaman yaptığı alışıldık işlerden; hem organizmanın sınırlı kesimlerinde (yerel), hem de organizmanın tümünde (global) temelli bir sapmadır. En önemlisi, değişim hem beyinde hem de ana vücutta meydana gelir.”

Köpek Deneyleri

İlginç köpek deneyleri yapılmıştır. Sonuçlar şaşırtıcıdır. Bir köpeğin kafası, başka bir köpeğin boynuna dikilmiştir. Deney başarılı olmuştur. Kafa uyanmıştır. Önündeki sütü yalamıştır. Alıcı köpek bedenindeki asıl kafa, eklenen yeni kafadan kurtulmaya çalışmış, ancak bir süre sonra yeni kafayı kabullenmiştir. İki kafa aynı köpek bedeninde bağımsızca hareket etmiştir. Yemek yiyebilmiş ve su içebilmişlerdir. Bilinç gayet açıktır yani. Ve Kafadan alınan EEG kayıtlarının normal olduğu görülmüştür.
Fotoğrafın Sahibi: Texas Heart Institute Journal Dergisi
Kafa nakli yapılmış köpek. Fotoğraf Sahibi: Texas Heart Institute Journal Dergisi
Beyin bebekken vücudunu yeni yeni tanımaya başlar. Vücuda göre programlanır. Vücut haritasını, temsillerini beyinde oluşturur. Ama şimdi tanıdığı vücutta değildir. Program artık işe yaramazdır. Oluşturduğu vücut haritası artık alakasız kalmıştır. Eh bir kere, tek bildiği o bedene o kadar da bağımlı değilmiş. Bedeninden geri bildirim almadan tanımıştır sütü! Çalışmıştır işte! Hatta bazı hayvanlar 1 aydan fazla yaşamıştır.

Bunlar da İlginizi Çekebilir:

Yaşam Destek Ünitesi

Yalnız bedenle beyin arasında sinir bağlantıları henüz kurulamazdı. Yani deneylerdeki hayvan kafaları, bedenleri hareket ettiremezdi. Beynin bedenle tek bağlantısı beynin beslenmesini sağlayacak kan damarlarıdır. Onun dışında beyin artık felçlidir. Beyinde var olan temsiller hep önceki bedeniyle ilgilidir. Sinir bağlantıları olmadığından yeni bedenden hiçbir veri alamaz ve gönderemez. Dolayısıyla beynin, yeni beden hakkında temsiller oluşturması mümkün değildir. Ve beden de halini, beyne yansıtamaz. Ha, belki sadece kandaki hormon gibi kimyasallar yoluyla çok kısıtlı bir iletişim sağlanabilir. Ama beynin vücudun durumunu anbean izlemesi pek mümkün değildir. Evet, birbirlerinin üzerinde çok fazla etkileri yoktur. Buna rağmen bilinç açık kalmıştır. Zihin çalışabilmiştir! Beden sadece yaşam destek ünitesi olmaktan ibaret kalmıştır. Ama yetmiştir. Bu da yeterince iyi tasarlanmış bir yaşam destek ünitesinin beyni sağlıklı tutabileceğini gösterir. Elbette zihin kendi başına var olan soyut bir varlık değildir Descartes'in sandığı gibi. Mekaniksel olarak oluşturulduğu yere bağlıdır. Ama bilincin sürebilmesi için bir bedenle tam bir iletişimde kalması gerektiğinden kuşkuluyum.

Aslında köpek kafası nakli yeni bir olay bile değil. İlk nakil 1954'te Vladmir Demikhov tarafından yapılmıştır. Ardından Robert White da köpek kafası nakillerini başarıyla tekrarlamıştır. Ama sonra uzun süre bir sessizlik oldu. Hiçbir ilerleme olmadı. Ama maymun beyinlerine neler olacağı görülmeliydi. Çünkü maymun beyni insan beynine daha çok benziyordu. Epey zaman sonra denemeler yeniden başladı. Sıkı durun. Nakil sonunda başarıldı! Nakledilen kafanın 3-4 saat sonra çevreye karşı farkındalığı başladı. Çiğneme ve yutkunma gözlendi. Gözler açıldı ve cisimleri izlemeye başladı. Hatta ısırma eylemini de gerçekleştiriyordu. Bilinci açılmıştı yani. Evet, zihin işliyordu! Üstelik EEG kayıtları da gayet iyiydi. Ve önemli bir şey daha var. Beyinler sonra incelendiğinde beyin dokusunun hâlâ sağlam olduğu saptandı. Sergio Canavero bu çalışmalarının makalesini 2013'te yayınlamıştır. Bununla kalsa iyi. İnsan kafası nakline de artık hazır olduğunu iddia etmektedir. İlk nakli Sergio Canavero mu yapar bilemem ama insan kafası naklinin de başarılması uzak değildir. Yalnız ilk hedeflerin öyle çok gösterişli olmasını beklemeyin. Teknoloji çok yetkin olmayacaktır. Şimdilik! Beden yine sadece yaşam destek ünitesi olacaktır. Ee, ne anladım o zaman denebilir. Örneğin ileri kanser gibi ölümcül hastaları daha uzun yaşatmak mümkün olabilir. Kişi, ya da daha doğrusu kişiyi asıl barındıran kafası, kanserli bedeninden kurtarılabilir. Bağışlanan başka bir bedene dikilebilir. Başka... Ya da mesela Stephen Hawking'in yıllarca daha fizikle baş başa kalması sağlanabilir. Zaten alışmış olduğundan böyle yaşamayı çok sorun etmeyecektir. Aslına bakarsanız Sergio Canavero beyni omurilikle birleştirebileceğini de söylüyor. Başarır mı bilinmez. Ama mümkün olduğunda beyin vücut hareketlerini de yeniden kazanabilir. Tabii beynin vücut haritasını yeniden çıkarması için biraz fizyoterapi gerekecek.

Embriyo Gelişimi

Doğal hamilelikte döllenmiş yumurta döllenmeden yedi gün sonra ana rahmine iniyor. Küçük bir top şeklindeki içi boş hücre yumağı annenin mukoza zarına yapışıyor. Blastozyst adı verilen hücre topluluğu zamanla üçe ayrılıyor. Parçalardan ikisi, anne ile cenin arasındaki besin alışverişini düzenleyen plasenta ile diğer dokulara, üçüncüsü ise insan dokusuna dönüşüyor. Bu komplike süreç anne rahmine yerleştikten sonra başlıyor. Embriyo ancak anne rahminde gelişebilir. O sıcak ortam embriyoyu özenle korur. Anne dokusuyla blastozyst arasında gelişimin doğru yönde ilerlemesini sağlayan iletişim mekanizması bulunur... Evet, beynin çalışabilmesi için şart koşulanları hatırlatmıyor mu biraz. Beyin bedenine bağımlıdır. Çalışabilmesi için sürekli iletişim halinde olması gerekir. Sıkı durun! Bir haberim var. Besleyici suni solüsyon ve ceninin tutunabileceği bir iskele, döllenmiş yumurtanın insan şeklini alışını izlemeye yetiyor. Gelişmenin ilk aşaması için gerekli olan anne rahmine ihtiyaç kalmıyor. Embriyo ilk iki haftada anne ile iletişim kurmadan, genlerindeki programa uygun şekilde normal bir gelişme gösteriyor. Gerçek bir anne rahmine gerek kalmıyor. Embriyo annesiz de yetişebiliyor. Kısmi bir taklidi, embriyonun gelişmesine yetmiştir. Dikkatinizi çekerim. Bir şeyle iletişim de kurmamıştır...

Vücudun gerekliliğine, olduğundan fazla anlam yüklenmiş olabilir mi acaba! Beyin de doğru bir solüsyon içinde neden çalışmasın. Elbette vücudun bazı kritik bağlantılarının taklit edilmesi gerekebilir. Bazı duyular, omurilik bağlantısı taklit edilebilir. Ama tüm vücuda gerek kalmayabilir. Hatta beynin kendisine de gerek kalmayabilir bir gün. Sinir bağlantılarının ve kritik kimyasalların yeterince iyi taklit edildiği günler gelecektir. Bilincin orada sürmemesi için açık bir neden yoktur. Tamam, beynin aklı vücudunda olabilir. Ama onsuz da idare edecektir!

Kaynaklar

20 Nisan 2016 Çarşamba

Belgeselden: İleri Teknoloji


Belgeselden: İleri Teknoloji paylaşan: okanozcelik
Neil deGrasse Tyson, sihirbazlar Penn ve Teller'la sohbet etmektedir.
Bir medeniyetin teknolojisi, daha eğitimsiz medeniyete mucize gibi gelir. :-)

Sahne: Atari


Sahne: Atari paylaşan: okanozcelik
Steve Jobs Atari'de teknisyen olarak çalışmaktadır. Yeni bir oyun tasarımı projesi alır. Kendisi yapamaz. Projeyi Steve Wozniak'e yaptırır. O'na verecekleri parayı yarı yarıya bölüşecekleri sözünü verir.

Atari, Oyunu beğenir. Parayı alan Steve Jobs, Steve Wozniak'e 700$ verdiklerini söyler. 350$ alan Steve Wozniak gayet mutludur.

Ama Atari Steve Jobs'a aslında 5000$ vermiştir! :-)

Bir belgesel için verdiği röportajda Steve Wozniak şöyle konuşur: “Biri böyle bir şeyi yüzüme karşı bile yapsa kin tutmayan biriyim. Kesinlikle kin tutmam.” Ve ekler: “Ama doğrusunu istersen ağladım, kitapta bu konuyu okuduğum zaman çok ağladım.”

Not: Takılıyoruz sadece, severiz Steve Jobs'ı. :-) Hayatından uyarlanan film; Bazı sahneleri alıntılanarak arada bir atıf yapılmayı hak eden filmlerden biridir. :-)

12 Nisan 2016 Salı

Sahne: Büyüdüm Woz


Sahne: Büyüdüm Woz paylaşan: okanozcelik
Steve Wozniak: ...Steve bunu neden yaptın?!
Steve Jobs: Şirket onları aştı.
Yönetici olamazlar, proje lideri olamazlar...
Benim işim insanlara iyi davranmak değil;
Onları daha iyi hale getirmek!
Onlar bunu hak etmiyor.
Steve Wozniak: Peki kim ediyor?...
Steve Jobs: Bu şirketin nasıl işlediğini biliyor musun?
Bilmek istiyor musun!
Bilmek istersen sana öğretirim!

Steve Wozniak: ...Sevdiğim işi yapmak için bu büyük bir fırsattı.
Eğlence olsun diye...
Aslında tek istediğim buydu;
Senin de isteğinin bu olduğunu sanıyordum.
Sana bir şeyler oldu Steve!
Steve Jobs: Büyüdüm Woz.
Steve Wozniak: Hayır.
Steve Wozniak: Hayır büyümedin!

Apple halka açılmak üzeredir. Hisseler kurucular arasında bölüştürülmüştür. Burada Steve Jobs'ın tespitleri enteresandır. Kimse bir şirkette, içerideki dostluklara göre iyilik yapılmasını bekleyemez. :-) Elbette biri şirkete gerektiği kadar katkı yapamıyorsa yollar ayrılabilir. Ya da hisse alamayabilir. :-) Steve Wozniak'in teknik bilgisi gerçekten iyiydi. Steve Jobs'ın teknik bilgisini şimdilik konu dışı tutalım; Ama iyi bir pazarlamacı olduğu ortadadır. Bireyin ürünle bağ kurmasını hep başarmıştır. Ama Apple'i birlikte kurduğu yakın arkadaşı Steve Wozniak bile kurucu mühendislerin bazılarına yapılanların haksızlık olduğunu düşünmektedir. :-)

Meraklısına Filmin DVD'si Hakkında Bir Not Eklemeden Geçmeyelim:

Steve Wozniak eğlenceli olduğundan bilgisayarla ilgilendiğinden bahseder. Büyük beklentileri yoktur. Steve Jobs da çocukça bir eğlence için başlamıştır bilgisayarlarla uğraşmaya. Ama bunların eskide kaldığını, işin ciddileştiğini vurgulamak için “Büyüdüm Woz” der. Yani filmin orijinal dilinde böyledir; Nitekim altyazıda da böyle geçer. Ama DVD dublajında sadece “Ben yetişkinim Woz” diye çevrilmiştir. Ne var ki bu ifade, eskiden kendisinin de çocukça bir eğlenceyle bilgisayara merak sardığını ama bunların çocuklukta kaldığı duygusunu yansıtamaz. İş büyümüştür, sadece eğlence olmayı aşmıştır yani. Belli ki aynı fikirde olan dublaj diyaloğu yazarları var ki TV Seslendirmesinde yeniden “Büyüdüm Woz” diye çevrilmiş. Başka örnekler de vardır. İşin ilginci DVD Dublajında Steve Jobs'u seslendiren sanatçıyla TV seslendirmesini yapan sanatçı aynı kişi. :-) Ve Steve Jobs'a da gayet yakışmış. Ama TV seslendirmesinde önüne verilen dublaj diyaloğu metni, duyguları daha doğru yansıtıyor, sadece. Neden para verip alınan DVD'lerin dublajları, filmin TV dublajından daha özensiz olur bazen! :-)

8 Mart 2016 Salı

Sahne: Turing Testi


Sahne: Turing Testi paylaşan: okanozcelik
Bir makine yapılmıştır. Bakalım sonunda başarılabilmiş midir! Makinenin yapımcısı emin değildir. Bu yüzden tarafsız bir sorgulayıcı davet eder. Sorgulayıcı, makineyle seanslar yapmaktadır. Çeşitli diyaloglar kurar. Bir insanın anlamakta zorlanmayacağı sıradan diyaloglar. Makinenin bu diyalogları anlamaktaki açığını keşfetmeye çalışır. O, gerçekten bir bilince sahip olabilmiş midir! Bakalım makine konuşmayı tutarlı şekilde sürdürebilecek midir... Başarabilirse Turing Testi'ni de geçmiş sayılır. Artık kim aksini iddia edebilir ki zaten!

Sorgulayıcı: ...Yapay zekanın cinsiyete ihtiyacı yoktur. Gri bir kutu da olabilirdi.
Yapımcı: Hımm. Aslında bunun doğru olduğunu pek düşünmüyorum.
İnsan ya da hayvan olsun, herhangi bir seviyede cinsel boyutu olmadan
var olan bir bilinç gösterebilir misin!

Sorgulayıcı: Onu benden hoşlanmaya programladın mı programlamadın mı?
Yapımcı: Onu heteroseksüel olmaya programladım,
Tıpkı senin heteroseksüel olmaya programlandığın gibi.
Sorgulayıcı: Kimse beni öyle olmaya programlamadı!
Yapımcı: Buna sen mi karar verdin yani...
Lütfen tabii ki programlandın.
Doğa, yetiştirme ya da her ikisi nedeniyle! :-)

Yapımcı: ...Beynini boşaltıp, elinin istediği yere gitmesine izin veriyordu.
Kasıtlı değil, tesadüfi değil... İkisinin arasında bir şey!
Buna otomatik sanat dediler.
Bunu Uzay Yolu gibi yapalım, tamam mı.
Aklını çalıştır!
Sorgulayıcı: Anlayamadım!
Yapımcı: Ben Kirk'im ve senin kafan da Warp motoru. Aklını çalıştır...
Ya Pollock, bu meseleyi tersine çevirseydi.
Yani düşünmeden resim yapmak yerine,
“Tam olarak nedenini bilmediğim sürece hiçbir şey yapamam” deseydi!
O zaman ne olurdu?
Sorgulayıcı: Tek bir nokta bile yapamazdı.
Yapımcı: Evet işte benim adamım,
ağzını açmadan önce düşünen dostum benim.
Tek bir nokta bile yapamazdı!
Mesele otomatik davranmak değil.
Otomatik olmayan bir eylem bulmak.
Resim yapmaktan, nefes almaya, konuşmaya, sevişmeye,...
Aşık olmaya kadar!

Makinenin yapımcısı ve sorgulayıcı sohbet etmektedirler. Sorgulayıcı sade bir yapay zeka beklemiştir, aslında. Ama yapımcı farklı düşünmektedir. Beyindeki her sistemin, katmanın -açık bir nedeni olmasa bile- taklit edilmesi gerekebileceğini anlatmaya çalışır. Beynin cinsellikle ilgili bölümü de bunlardan biri, tabii. Çünkü bilinci ortaya çıkaran şeyin ne olduğunu tam olarak bilmemektedir.

Aslında haklılık payı yok değildir...

7 Mart 2016 Pazartesi

Bir Bilinç Oluşturabilmek

Amigdala, duygusal olaylarla ilgili hafızanın oluşumunda ve depolanmasında önemli rol oynar. Korkuya bağlı koşullanmada uyarılar amigdalanın bazolateral kompleksine, özellikle de lateral nukleusa gelir ve burada uyarana ait anılarla ilişki kurulur. Zihin için amigdala gibi beynin daha alt katmanlarına gerek olmadığı düşünülür bazen. Ama bu o kadar kolay mıdır peki!

Primatlarda yapılan çalışmalar, amigdala hasarlarında hayvanlarda belirgin sosyal ve emosyonel bozukluklar oluştuğunu göstermiştir. Daha ilginci, amigdala, hafıza birikiminin düzenlenmesinde de rol alır. Bir şeyi öğrenebilmek, o şeyin duygusal önemiyle mümkündür. Amigdala devre dışı kaldığında duygusal puan verilemeyeceğinden o şeye ilgi de oluşmayacaktır. Bir şey sizi yeterince korkutamıyor ya da mutlu edemiyorsa dikkatinizi de veremezsiniz. :-) Kısaca amigdala düşünmeyi, davranışı öyle ya da böyle etkiliyor. Yani duygularından tamamen bağımsız düşünebilen Mr. Spock gibi bir canlının var olması aslında pek olası görünmüyor. :-)

Örneğin yine alt katmanda bulunan hipokampus de yeni şeylerin öğrenilmesinde, kaydedilmesinde etkindir. Eksik kaldığında bir bellek oluşturulamayacaktır. Yani bir geçmiş bilgi olmayacaktır. Böyle bir kişinin kafasında iç sesi olmayacaktır. Çünkü dil belleği bile oluşmamış olacaktır. Dolayısıyla bilinç de olmayacaktır.

Beyinde bilinci ortaya çıkaran şey kesin değildir. Aslında beyine dağılmış gibidir. Beynin alt sistemlerinin bilince nasıl katkı yaptığı henüz tam açık değildir. Beyinde sadece neokorteksin çalışmasıyla değil, bir çok alt sisteminin birlikte çalışmasıyla bilinç oluşuyor gibidir. Bu yüzden nedeni açıkça ortada olmasa bile her sistemin simüle edilmesi gerekebilir. Hormonların ve sinir hücrelerindeki etkileri bile taklit edilmeli belki de. :-)

“...Kısacası, beynin modern ve deneyimle güdülenen kesimlerindeki (örneğin neokorteks) devrelerin etkinliği, zihin (imgeler) ve zihne dayalı eylemlerin temeli olan sinirsel temsillerin belli bir türünün üretimi için şarttır. Ancak beynin evrimsel bakımdan eski alt kesimi (beyin sapı, hipotalamus) sağlam değilse ve işbirliği yapmazsa, neokorteks imge üretemez.”
şeklinde yazmıştır sinirbilim profesörü Antonio Damasio.

Bu arada, bir süredir neokorteksdeki sinir bağlantıları haritalandırılıp bilgisayarda simüle edilmeye çalışılıyor. Beyni anlamak için ilham kaynağı olacağı açıktır. Ne deneyler, çalışmalar yapılacaktır, kim bilir! Ama hâlâ tam olarak nasıl bir bilinç oluşacağından kimse emin değil. Bu, bilinci oluşturmak için çok önemli bir başlangıç olacak gibi görünüyor, henüz. Amigdala, hipokampus gibi alt kesimlerdeki sinir bağlantılarının da haritalandırılıp, bilgisayara yüklenmesi muhtemeldir, daha sonra. Elbette bu zaten yeterince karmaşık, zor olan işi daha da zor hale getirmektedir. Gen analizi de zordu, eskiden. Çok pahalıydı. Teknoloji olduğu yerde kalmaz elbet. Şimdi daha kolay yapılıyor. Hızlı sonuç alınıyor. Kişisel gen testleri artıyor. Ucuzladı çünkü. Sinir bağlantılarını daha otomatik çıkarabilen teknikler de keşfedilecektir sonunda. Ve beyin haritasını çıkarmak beklenenden hızlı ilerleyecektir.

25 Ocak 2016 Pazartesi

Konferans: Joe DeSimone: 3B yazıcılar 100 kat hızlı olsaydı neler olurdu?

“Terminatör 2'deki T-1000 sahnesinden esinlendik ve neden bir 3B yazıcı bu şekilde çalışmasın diye düşündük. Harika bir obje yapmak üzere gerçek zamanlı olarak, hiçbir atık olmadan sıvı içinden çıkan bir objeniz var. Evet, aynı filmdekiler gibi. Hollywood'dan esinlenip gerçekte bunun olması için yollar bulabilir miydik? İşte bu bizim uğraştığımız şeydi. Bizim yaklaşımımız, bunu yapabildiğimiz zaman, aslında 3B baskının üretim süreci olmasını önleyen üç soruna çözüm getirebilmiş olmaktı.”

“...3B baskı çok uzun sürüyor. 3B ile basılan parçalardan daha hızlı büyüyen mantarlar var. (Gülüşmeler)”
(Üretime yetişemiyor. 3B Yazıcılara üretimde pek sık rastlanmıyor olmasının önemli bir nedeni buydu!)

“Sonuç oldukça şaşırtıcı. Geleneksel 3B yazıcıdan 25 ila 100 kat daha hızlı, ki bu da oyunu değiştiriyor.”

“İşte burada. Bu harika. Bunun gibi bir şeyin sahnede başarılı olmaması riskini hep alırsınız, değil mi?
Ancak harika mekanik özelliklere sahip malzemelere sahip olabiliriz. İlk defa yüksek esneklik veya yüksek nemlendirmeye sahip elastomerlere sahip olabildik. Örneğin, titreşim kontrolü veya iyi lastik ayakkabıları düşünün. Olağanüstü mukavemete, yüksek dayanım-ağırlık oranına, gerçekten dayanıklı materyallere, gerçekten harika elastomerlere sahip malzemeler yapabiliriz. Bunu burada seyirciye atalım. Yani harika malzeme özellikleri.”

“Acil bir durumda stente ihtiyacınız olduğunu düşünün, doktorun standart büyüklükteki bir stenti raftan alması yerine, sizin için, kendi anatominiz için, kendi kanallarınızla tasarlanan, 18 ay sonra kaybolacak özelliklerle acil durum anında gerçek zamanlı olarak basılan bir stente sahip olmak: Gerçekten oyunu değiştirici. Ya da dijital dişçilik ve hâlâ dişçi koltuğundayken bu tür yapıları yapmak. Kuzey Karolina Üniversitesi'nde öğrencilerimin yaptığı yapılara bakın. Bunlar inanılmaz mikro ölçekteki yapılar.”

“Silikon endüstrisindeki eksiltici teknikler bunu çok iyi yapamıyor. Devre levhalarını o kadar iyi aşındıramıyorlar. Ancak bu süreç çok hassas, bu objeleri aşağıdan yukarıya katmanlı imalat ile büyütebiliyoruz ve onlarca saniye içinde harika şeyler yapabiliyoruz, yeni sensör teknolojileri ortaya çıkarabiliyoruz, yeni ilaç teslimi teknikleri, yeni yonga üstünde laboratuvar (lab-on-a-chip) uygulamaları, gerçekten oyunu değiştiren şeyler.”
(3B Yazıcılar mevut olmasına rağmen, geleneksel üretim maddeyi yontarak şekil veriyor, hâlâ. Ancak 3B baskının hızlanmasıyla buna gerek kalmayacak gibi. Madde, katman katman basılarak 3 boyutlu şekil verilebilecek.)