18 Aralık 2014 Perşembe

Yeni Protokol – Teknik Analiz

Hiç dikkatinizi çekti mi? Şöyle ilginç bir durum süregelmektedir. Alışveriş merkezlerinde hiç elektronik üreticilerinin e-okuyucularını görmeyiz. Markası, aynı zamanda kendi mağazasının adı da olan aygıtlar görürüz. Örneğin Nook veya Amazon Kindle gibi. Genelde e-kitap mağazaları, okuyucu üretmektedirler. Daha doğrusu kendileri bile üretmemektedir. Fason ürettirmektedirler.

Neden e-kitap okuyucu üreten şirketler oldukça az? Neden bildik elektronikçiler de aygıt üretmez? Neden bir Vestel ya da Arçelik'in, Samsung ya da Toshiba'nın e-kitap okuyucusu yok?! Bunun en büyük nedeni bir gelenek olsa gerek. E-Kitap endüstrisinde aygıt üreteceksen, ona bağlı bir de kitap mağazası işletme geleneği vardır. Ya da daha doğru bir ifadeyle, zaten bir mağazan varsa aygıt üretirsin. Elektronikçiler çoğunlukla mağaza işletmek istemezler. Bu yüzden aygıt üretmekten de kaçınırlar. Ve evet, haklı nedenleri de vardır. Bir sürü elektronik aygıt, beyaz eşya üretmektedirler. Kendilerine uzak olan kitap satma işiyle uğraşamazlar. Bu yük yüzünden bu endüstriye hiç bulaşmamak istemeleri doğaldır. Böylece kullanıcılar da markası, mağazanın adını taşıyan fason aygıtlarla idare etmek zorunda kalır!

Açıkçası, bu geleneğin sürdürülebilir olduğunu düşünmek pek gerçekçi görünmüyor. Aslında gelecekte mağazalar ayrı var olacak. Aygıtlar ayrı üretilecektir. Mağazayı içerik satmakta uzmanlaşmış şirketler çalıştıracaktır. Aygıtları köklü elektronik şirketleri üretecektir. Herkes kendi işine odaklanabildiği için daha kaliteli sonuç alınacaktır. Daha önce kısaca bahsetmiştim.

Şimdiki durum şuna benziyor: Her TV kanalının kendi markasını taşıyan bir de televizyonu var. Tüketici o kanalı izleyebilmek için o marka televizyonu alması gerekiyor. Böyle deyince durumun ne kadar çarpıcı olduğu ortaya çıkıyor, görüyorsunuz! Tüketici aldığı televizyonla her kanalı izlemek ister. Ve televizyonunu gerçek elektronik üreticilerinden alır. Yalnız emekleme döneminde olur böyle şeyler.

WAP ile Her Telefona Mümkün İnternet

Telefonların çok da akıllı olmadığı günler vardı. İnternete yeni yeni bağlanıyorlardı. Ancak işlem güçleri çok yeterli değildi. Küçük ekranlarında, internet sayfalarında dolaşmak mümkün değildi. Karmaşık sayfa yapısını kaldıramazlardı. Telefonların internetle baş edebilmesi nasıl sağlanacaktı? Sonunda Kablosuz Uygulama Protokolü (WAP) geliştirildi. İnternet siteleri sayfalarını, bu protokole göre tasarladılar. Sayfalar sadeleşti. Artık küçük ekranlarla da sitelerde pürüzsüz gezilebiliyor.

E-Kitap Okyucuların işlem hızı yavaş ama verimlidir. Ekranlarının tazeleme hızı yavaştır. Önemli değil. İnternette gezinmelerini beklemek için henüz erken. Ancak kitabı doğrudan satın alabilmek için mağazaya bağlanmasını bekleyecek müşteriler oluyor. Neden her mağazaya bağlanamasın! Peki bu nasıl mümkün olurdu? E-okuyucu sade bir arayüzle mağazasına bağlanır. Altyapısında aygıt ile kendi mağazası arasında iletişimi sağlayan bir protokol vardır. Sadece kendilerine yetecek kısıtlı bir protokol tabii. Ama gelecekte tüm mağaza ve aygıtları kapsayan bir protokol geliştirilmesi çok mümkündür. Uluslararası bir e-kitap protokolü! Bir WAP gibi. E-Okuyuculara uygun sade bir arayüz sağlanacaktır. Bu protokol üzerinden mağazalar incelenebilir. Kitap seçilebilir.

Düşünce deneyimizi sürdürelim: Kullanıcı, aygıtının Mağazalar bölümüne girer, yani "Mağaza" bölümüne değil. Seçtiği mağazanın adını yazar. Ardından Kullanıcı Adı ve Şifresini girer. Ve ekrana mağazanın kitap listesi gelir. Dilediğini satın alır. Kitap aygıta iner. Altyapısında bu protokol olacaktır...

Evet, böylece gerçek elektronik üreticilerinin mağaza işletmelerine gerek kalmaz. Bu yük ortadan kalkmıştır. Okuyucu üretmek cazip gelmeye başlayacaktır. Aygıt seçenekleri çoğalacaktır. Raflarda bildik markaların aygıtlarını görmeye başlayabiliriz.

Nasıl Farklılık Yaratılacak?

Her mağaza aynı kitabı satacak. Müşteri aradığı bir kitabı A mağazasında da görecek, B mağazasında da. İkisi de aynı kitap. Hele bir de mağazaların kendi özel aygıtlarına gerek olmadığı söyleniyorsa!... Ee, iyi de mağazalar nasıl farklılık yaratacak? Nasıl rekabet edecek? Kitaplara nasıl farklı fiyatlar uygulayacak? Müşteri için ne fark edecek? Neden B mağazası yerine A mağazasını tercih etsin? Cidden, ortak bir protokole uymaya mağazalar neden gönüllü olsun ki?!...

İşte burada e-kitap dosya biçimi gerçekten önem kazanacak. İsteyen mağaza kendi e-kitap dosya biçimini geliştirecek. Sattığı kitapları bu biçimle yayınlayacak. Belki A mağazasının kitapları daha hızlı açılıyordur. Belki daha okunaklı veya süslü bir yazı tipi kullanıyordur. En önemlisi yaratıcı bir sayfa düzeni kullanmış olabilir. Mağaza farklılık yaratmıştır. Müşterinin tercih nedeni olur. Bu sayede yayın evleriyle özel sözleşmeler de yapabilir. Kampanyalar yapabilir. Farklı fiyat etiketi uygulayabilmesinin artık nedeni vardır. Her mağaza kendi kitap dosya biçimini popülerleştirmeye çalışacaktır. Her biçimin iyi ve kötü tarafları olacaktır. Müşteri işine geleni seçecektir. Rekabet kaldığı yerden kızışmaya devam edecektir. Bilgisayarda da bir belge PDF biçiminde, başka bir belge DOC veya ODT biçiminde incelenmeye uygun oluyor, değil mi. Üstelik mağazalar kendi kitap biçimini açma lisansını aygıt üreticilerine satarak epey gelir elde edecektir. Hatta bazı mağazaların işine bedava açma lisansı vermek gelebilir. Çünkü kitapları daha çok aygıtta görünür olacağından satışı artacaktır. Ya da belki kullanıcı hangi mağazaya bağlanırsa kitaplarını açma yazılımcığı aygıtına kurulabilir. Mağazanın kendi politikasına göre, gerekiyorsa kullanıcıdan lisans bedelini alır.

Bakalım ilerde, uğurlarında yeni bir protokol oluşturmaya değecek kadar değerli görülecek mi kitaplar. Ve bununla da kalmayabilir. Telefonlar aynı işletim sistemini kullanmaya başladı. Kullanıcılar genelde Android'i talep ediyorlar. Böylece elektronik üreticileri telefonun işletim sistemiyle uğraşmak zorunda kalmıyor. Acaba gelecekte e-kitap okuyucuların da ortak işletim sistemi olacak mı dersiniz! Gerçi şuanda bile Android'den uyarlama işletim sistemleri kullanıyorlar. Ama standart değiller, şimdilik. Artık elektronik üreticileri işletim sistemi derdinden de kurtulmuş olacaklar. Hep yaptıkları gibi, kullanacakları elektronik devrelere, ürün kasasının estetiğine odaklanabilecekler. Bataryayı daha verimli yapmanın yollarını arayacaklar. Protokoller standart, işletim sistemi bir! İşte o zaman, elektronikçilerin bu endüstriye girmesinin tam zamanı.

27 Kasım 2014 Perşembe

Amazon da Yalnız Kalmasın – İşletme Analizi

Amazon'da bol çeşit vardır. İlk internet mağazalarından biridir. Jeff Bezos kitap satmak üzere kurmuştur. İnternet çok yeniydi. Belirsizliklerle doluydu. İşin başarılı olacağından emin olamamasına rağmen yatırım şirketindeki güvenli işinden ayrılarak kurmuştu. İş iyiye gitti. Film ve müzik de satmaya başladı. Sonra her çeşit ürün satılmaya başlandı. Şimdi başka satıcıların da Amazon'da dükkan açabilmesine imkan verdi. İş büyümeye devam ediyor görünüyor. Başlarda kitap satarak başladığından olsa gerek e-kitap işinin geleceğinin parlak olduğunu ilk fark edenlerden olmuştu. Artık Kindle mağazası en bilenenlerdendir. Şimdi bir düşünce deneyi yapalım. Amazon e-kitap gelirini artırabilir mi!

Kişi e-kitap okuyucusunu alır. Sonra on beş günde bir yeni bir e-kitap almaya başlar. Hatta belki haftada bir kitap okuyanlar da vardır. Sık sık kitap alınır. Ama aygıt bir kere alınır. Ve en azından birkaç yıl kullanılır. Kişi aygıta parayı bir kere verir içeriğe sürekli. Zaten belli ki aygıt satışından değil, e-kitap satışından daha çok gelir sağlamaktadır Amazon. Bu işe başlarken de böyle planlamıştır. Esas olan e-kitap satışıdır. Amazon sonuçta elektronik üreticisi değildir. Endüstride baskın aygıt üretici olması zordur. Sadece Amazon.com'un tanınırlığını artırması yeterlidir. Ulaşılırlığını kolaylaştırmalıdır. Enerjisini e-kitap içeriğini zenginleştirmeye odaklayabilir. Kendi e-kitap dosya yapısını güzelleştirmeye zaman harcayabilir.

Amazon hedef kitlesini büyütmek isteyecektir. Sadece Kindle aygıtı sahipleriyle sınırlı kalmak istemez. Amazon, PC'de okunabilsin diye PC İçin Kindle uygulaması çıkardı. Aynı şekilde Android için de uygulaması var. Peki bunlar yeterli olacak mı!

Her Yerde DivX

DivX Video Biçimi oldukça yaygınlaşmıştı. Bu biçimdeki videolar az yer kaplamasına rağmen yeterince kaliteli oluyordu. Filmlerin küçük boyutlu dosyalara sığdırılması internetten erişimini daha mümkün kılıyordu. Kullanıcı PC'sine DivX Codec yazılımını yüklüyor ve filmleri rahatça oynatıyordu. Eh, kullanımı neden sadece PC ile sınırlı kalsın. DivX şirketinin aklına ilginç bir fikir geldi. Video aygıtlarını sertifikalandırmak. DVD Oynatıcı üreticilerine DivX oynatma lisansı satıldı. Kullanıcı DVD oynatıcısından DivX filmleri de izleyebilmeye başladı. Bilgisayarını televizyonuna bağlamaya gerek kalmamıştı. Artık DivX daha kullanışlı hale gelmişti. Aslında daha çok insanı DivX'e alıştırdı. DivX Şirketi bununla kalmamış. Şimdi çoklu ortam oynatıcılı ekranlı otomobil üreticilerine de lisans satmaya başlamış.

Kindle'a dönelim. Kitaba PC'den ya da akıllı telefondan sadece göz atılır. Kitap asıl e-okuyucuda okunacaktır. Neden farklı e-okuyucularda da Kindle kitapları okunamasın. Başka aygıt üreticilerine Amazon Kindle E-Kitapları açma lisansı verilebilir. Geniş okur kitlesi de Amazon'dan kitap alabilir. Sırf elindeki alet Kindle olmadığı için Amazon'dan uzak durmak zorunda kalmaz. Artık siteye arada bir uğraması için bir nedeni olacaktır. Kindle mağazası daha çekici olmaya başlar. Daha erişilir olur. Zaten esas olan e-kitap satışı değil miydi! Üstelik başka e-okuyucu üreticilerine satılan lisanslardan da epey gelir elde edecektir Amazon. Yoksa acaba Kindle Mağazası'nın lisans satabilecek kadar olgunlaştığından henüz emin olamıyor mu Amazon. Diğer e-kitap mağazalarından daha farklı daha zengin içeriğe sahip olduğunu iddia ediyorsa eğer, aygıt üreticilerine lisans almak cazip gelebilirdi oysa. Kindle For Readers gibi bir şeye cesaret edebilecek mi göreceğiz. Yani üreticiler PDF belgelerini açabilmek için seve seve Adobe Reader Mobile lisansı alıyorlar değil mi!

Bu sayede kendi e-kitap dosya biçimini (AZW) istediği gibi şekillendirmeyi sürdürebilir. Ve hep olmasını istediği gibi yayınevleriyle yaptığı sözleşmeler üzerindeki kontrolünü sürdürebilir. EPUB'u özellikle desteklemeyeceğine göre en azından böyle yapması Amazon için en hayırlısı olacak gibi.

Amazon'un Savunması

Şimdi Amazon'un bunlara savunması şöyle olabilir: Apple, ITunes'le sadece kendi ürünlerine içerik satıyor. Google, Google Play ile Android gibi sadece kendi ürünleriyle uyumlu yazılımlar satıyor. Hatta Microsoft da Windows mağazasını açtı. Windows'a içerik satıyor. Biz onlardan farklı bir şey yapmıyoruz. İçeriğimizi sadece kendi aygıtlarımıza satıyoruz.

Bunda haklılık payı var. Yalnız bu mağazalarda satılanlar genelde hızlı tüketim ürünleri gibidir. Alınır. Kısa bir süre kullanılır. Sonra onca yazılım arasında kaybolur gider. Varlığı bile hatırlanmaz. Evet hızlı tüketim ürünü kitaplar da yok değildir. Okuyup geçilir. Bir daha yüzüne bakılmaz. Ama ilelebet sahip olunmak istenecek kitaplar çoktur. Bu da unutulmamalıdır.

Her Bilgisayarda Windows

Apple Mac bilgisayarı üretmişti. Onunla uyumlu işletim Mac OS'u da üretti. Ne Mac'le uyumlu başka işletim sistemlerinin çıkmasına izin verdi. Ne de başka üreticilerin Mac bilgisayarla uyumlu parça üretmesine izin verdi. Tüm kontrolü elinde tutmak istedi. Bir kapalı devre gibi üretim yaptı. Microsoft ise işletim sistemini tek bir ürüne yüklemekle yetinmedi. Her üreticiye lisans sattı. İnsanlar her bilgisayarda Windows'u (veya daha önceleri DOS'la birlikte) gördüler. Windows'u tanıdılar. Windows'a alıştılar. Bu da aldığı her yeni bilgisayarda Windows'u aramasını sağladı. Apple dar bir kesime ürünlerini tanıtabildi. Açıktır ki Apple'ın Mac gelirinden daha fazlasını Microsoft, lisans satışından elde etti. Gerçi şimdi işler değişmiş görünüyor. Apple tablet ve akıllı telefonda Microsoft'u geride bıraktı. Ama bilgisayar pazarında dar bir alanda kalmıştı. Yani Amazon'un da daha çok insanın Kindle mağazasına bağlanmasını, e-kitaplarına alışmasını istemeyeceği düşünülemez.

İş Ciddiye Biniyor

İlk başlarda e-kitap okuyucular oyuncak gibiydi. Yani her elektronik işinin ilk zamanlarında olduğu gibi, mesela PC'ler de başlarda sadece elektronik hobisi olanlara hitap ediyordu. İşte biraz kitapları rahat okutabilmesi tatmin ediyordu. Bu yüzden emekleme döneminde bir aygıtın sadece bir mağazaya bağımlı olması pek göze batmazdı. Endüstri olgunlaşıyor. İş ciddiye bindi. Beklentiler yükseliyor. İnsanların bilgileri internette. Bilgilerine her aygıttan ulaşabiliyor. E-postaları, sosyal ağları hep yanlarında. İnsanlar Bulutun kullanışlılığını keşfetti. E-Kitap endüstrisinden daha azını beklemeyecektir. Satın aldığı kitaplar mağazadaki hesaplarında zaten yedekli. Bunlara tabletlerinden, akıllı telefonlarından ulaşmak istiyorlar. İnternette, bunu denerken karşılaşılan problemlerle ilgili kullanıcı soruları artıyor. Hatta belki gelecekte kitaplara aldıkları notları da mağazadaki hesaplarına yedekleyebilecekler. Ellerindeki aygıtın eksiksiz bir elektronik kütüphane olmasını isteyenler az değildir. Elbette kütüphaneler zamana meydan okumalıdır. Bu yüzden on yıl sonra sahip olacakları bir e-kitap okuyucuyla da ulaşmak isteyecektirler. Amazon tüm bunları garanti edebilir mi! Tamam Jeff Bezos akıllı olabilir. Daha lisedeyken, lise öğrencileri arası yarışmada yazdığı “Karasineğin Yaşlanma Hızı'nda Sıfır Yerçekimi'nin Etkisi” makalesiyle NASA tarafından ödüllendirilmişti. Yalnız elektronik tüketicileri de az uyanık sayılmazlar. İnternet forumlarından bilgiler paylaşılır. Kullanıcılar bir aygıt alacak olduklarında ilk önce her sitede satılan kitapların okunabildiğinden emin olmak istiyor. Örneğin hep, Türkiye'de satılan kitaplar kesin açılabiliyor mu diye sorulur. Bu açıdan Amazon Kindle kullanıcılara pek sevimli gelmeyebiliyor.

Böyle bir yenilik yüzünden Amazon'un gelirlerine yönelik oluşabilecek bir tehlike, gerçekten başka satıcıların Amazon'da mağaza açmasıyla oluşabilecek bir tehlikeden daha mı büyük görünüyor! Yani Amazon'da mağaza açan bir satıcı özel bir ürünü Amazon'dan daha ucuz satabilir. Müşteri Amazon yerine bu alt mağazadan sipariş verebilir. Ve Amazon sadece aldığı komisyonla yetinmek zorunda kalır. Diğer aygıt üreticilerinin de genelde kendi mağazaları var. Ancak her mağazanın kitabını açabiliyor. Barış var. Kendi mağazalarından alışveriş yapacak müşteri potansiyelini arttırmış oluyorlar. Müşterilerin seçenekleri çoğalıyor. E-Kitap okuyucu üretmek isteyen ama e-kitap mağazasıyla uğraşmak istemeyen elektronikçiler de olacaktır. Bu aygıtların kullanıcıları potansiyel Amazon müşterisi de olabilirdi. Ve içerik zenginse muhtemelen olurlar. Biraz uyum olsun. Amazon da yalnız kalmasın.

Aslında gelecekte mağazalar ayrı var olacak. Aygıtlar ayrı üretilecektir. Mağazayı içerik satmakta uzmanlaşmış şirketler çalıştıracaktır. Aygıtları köklü elektronik şirketleri üretecektir. Herkes kendi işine odaklanabildiği için daha kaliteli sonuç alınacaktır.

18 Kasım 2014 Salı

Eski Kitaplarla Zaman Yolculuğu Yapabilmek

Daha önce EPUB notlarından bahsetmiştim. Uluslararası Dijital Yayıncılık Forumu şartnameyi hazırlamış bile. Yani henüz taslak olsa da. Önümüzdeki aylarda asıl şartname de tamamlanabilir. Sonraki birkaç ayda da üreticiler e-okuyucularının yazılımlarına ekleyecektirler. Şartnameye buradan ulaşabilirsiniz.

Üstelik kuralları Dünya Çapında Ağ Birliği (W3C) belirliyor. Böylece notlar EPUB'dan da kapsayıcı olacaktır. Açık Not Standardı oluşturuluyor. Farklı metin dosya türleriyle de uyumlu olacaktır. Yani sadece EPUB kitaplarına alınan notlar değil PDF gibi popüler dosyalara alınan notlar da iyi bir standartla saklanıyor olacak. Ama elbette farklı dosya türleriyle uyumlu standart yaratmak teknik olarak daha zor olmaktadır. Son kullanıcılar için hazır hale gelmesi biraz daha uzun zaman alacaktır. W3C Çalışma Grubu'na buradan ulaşabilirsiniz.

Yıllar sonra eski bir kitabımıza göz atmak isteyebiliriz. En sevdiğimiz yerlerini aldığımız notlarla kolayca hatırlarız. Şimdi e-kitap üzerine aldığımız notlar da kalıcı oluyor. Yıllar sonra, göz atmak istediğimiz eski bir e-kitabın en sevdiğimiz yerlerini hemen bulabileceğiz. On yıl önce aldığımız bir e-kitabı okurken yaşadığımız duygulara zaman yolculuğu yapabileceğiz. Fiziksel kütüphanelerde olduğu gibi. Elbette cihazdan bağımsız olarak. Elektronik hızlı gelişiyor. Bu kadar uzun sürede cihazlarımız kim bilir kaç kez değişecek. Ama kitaplarımız ve yaşatmış olduğu duygular korunacak. Evet, bu iş de bittiğinde kütüphanelere gerçekten eksiksiz bir seçenek olacak elektronik kütüphaneler. Elektronik kitap endüstrisi gelişmeye devam ediyor!

11 Kasım 2014 Salı

Sahne: Sahip olduğum tek şey bu


Sahne: Sahip olduğum tek şey bu paylaşan: okanozcelik

John hangi konuya odaklanacağına uzun süre karar verememiştir. Tezini yazamamıştır. Neredeyse dönem sonuna kadar böyle gider.

Kendisiyle aynı üniversitede olan Einstein'a imrenmektedir. Bazen saygı duyduğu hocalarının yürüyüşlerini davranışlarını taklit etmektedir. (Filmde de saygı duyduğu bir hocasının yürüyüşünü taklit etmesini tasvir eden kısa bir sahne vardır. :-) )

Belirsizlik daha uzun sürmemiş görünüyor. Tünelin sonundaki ışığı belli belirsiz görebilmiş olmalı. Ve böylece harekete geçebilmiş gibi görünüyor. Hocalarından biri dünya çapında saygındır. John von Neumann Oyun Teorisi üzerine çalışmaktadır. Eh, bu da Oyun Teorisi'nin yeterince önemli olduğunu gösterir. John sonunda odaklanabileceği konuyu bulmuştur. Bu konuda yeni bir şey yaratmak farklı, değerli olacaktır. Teori üzerine bastırır. İşte Nash Dengesi böyle doğar. :-)

Hocası:
- John.
- Orada ne yapıyorlar, görüyor musun?
- Kalemlerini veriyorlar.
- Ömür boyu gösterdiği başarılardan ötürü
bir öğretim üyesine layık görülür bu onur.
- Ne görüyorsun John?
John Nash:
- Takdir.
Hocası:
- Başarı nasıl elde edilir anlamaya çalış.
John:
- Bir fark var mı?
Hocası:
- Sen daha ne yapacağına karar veremedin.
- Üzgünüm ama, şu ana kadar yaptıklarınla
bir yere kabul edilmen mümkün değil.

John Nash:
- Başarısız olmamalıyım.
- Sahip olduğum tek şey bu.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Sahne: Başka Şeyler de mi Vardı Hayatta :-)


Sahne: Başka Şeyler de mi Vardı Hayatta :-) paylaşan: okanozcelik
John:
- Riemann varsayımını çözmeye çalışıyorum.
Arkadaşı:
- Öyle mi?
John:
- Onları şaşırtırsam...
beni tekrar işe alırlar diye düşündüm.
Ama ilaç alırken bu pek kolay olmuyor...
çünkü çözümü görmek...
zorlaşıyor.
Arkadaşı:
- Kendini zorlamamalısın John.
İşten başka şeyler de var hayatta.
John:
- (Hüzünle) Neymiş onlar?

Vardır böyle insanlar da:
Yaptıkları işe öyle inanırlar ki;
Hayatlarının büyük bir döneminde yaptıkları işe gömülürler.
Hayat ondan ibaretmiş gibi;
Başka şeylere zaman ayırmak neredeyse akıllarına hiç gelmez;
Gözleri başka şey görmez. :-)
Ve bir gün...
Şu ya da bu nedenle yaptıkları şeyden koparlarsa!
Büyük bir şey eksilir.
Belki...
Yavaş yavaş, her şey normalleşir.
Yeni ilgiler, yeni aşinalıklar bulabilirler.
Ama kendilerini onlara tam olarak veremezler.
O eksiklik hep hissedilir!

John Nash matematiğe saplantılıydı. Geliştirdiği Nash Dengesi sadece matematikte değil, biyolojide ve farklı alanlarda da kullanılmaktadır. Yıllar sonra bu teoriyle Nobel almıştır. Tabii matematik dalında değil, ekonomi dalında aldı. :-) Hayatı filme de uyarlanmıştır.

Bir başka örnek de Bill Gates'dir: İlk yıllarında kendini bir projeye verdiği zaman etrafında başka hiçbir şey görmezdi (Bill Gates Anlatıyor, sayfa 69).

8 Ekim 2014 Çarşamba

Belgeselden: Büyük İddia


Belgeselden: Büyük İddia paylaşan: okanozcelik
Hükumet insan genom diziliminin belirlenmesini hedeflemektedir. 1990'lı yıllardır. Çoğu bilimci anca 15-20 yılda tamamlanabileceğini öngörmektedir. Eh, önlerinde uzun bir zaman var. Ama dizilimin belirlenmesinde yeni bir yöntem hayal eden bir oyunbozan çıkagelir. Çok daha az maliyetle ve sadece 3 yılda tüm dizilimi çıkarabileceğini ummaktadır. İlk çıkışını yapmak üzeredir, Craig Venter. Ama ya başaramayacak olursa!...

Meslektaşı:
- Craig 300 milyon Dolar için 3 yıldan daha kısa bir süre içinde tüm projeyi tamamlayacağını duyurdu.
- Açıkça söyleyebilirim ki; Pek çok meslektaşımız Craig'in bu kadar acımasız olması karşısında dehşete düştü. Oldukça şaşırdılar!

Craig Venter:
- Başarısız olma ihtimali oldukça yüksekti. Bu yüzden tüm dünya yaptığımız herşeyi izliyordu.
- Eğer bu deney başarısız olsaydı, bu bilim tarihindeki en muazzam tükenmişliklerden biri olacaktı.

Craig Venter:
- ...Bilim dünyasının en büyük başarılarından birini elde etmiştim.
- Çalışmalarınızı tamamlamadan önce, eğer bir dizi başarı elde ederseniz, sonrasında birkaç başarısızlık yapabilme şansına sahip olursunuz. :-)

Asıl ilgi alanı olan yapay yaşam üzerine çalışmaya ara veriyor. İnsan genomu üzerine çalışarak bir başarı elde etmenin, asıl ilgi alanında daha rahat çalışma fırsatını yaratacağından bahsediyor.

Belgeseli Sunan:
- Cesareti yerine gelmiş ve finansal olarak yüksek seviyede başarı sağlamış olan Craig, yıllardır düşlediği hayallerin peşinden gitmek için doğru zaman olduğuna karar vermişti.
- Kimyasallardan bir yaşam yazılımı üretme hayali...

Bu profesörün bu kadar açık sözlü olması beni hep şaşırtmıştır. Yazdığı kitapta işinden, kendisinden oldukça ayrıntılı bahsetmektedir. Yaşadığı ruhsal gerilimleri yazmaktan çekinmemiş. Belki arkadaşlarınla, iş arkadaşlarınla kendin hakkında bu kadar açık konuşabilirsin. Ama kamuya açık olan bir kitapta kaleme alması büyük cesarettir. Zaten bu yüzden yazdığı kitabın adını Şifresi Çözülmüş Bir Yaşam koymuş olmalı. Ve şimdi kendisi hakkında hazırlanan belgeselde de bunu sürdürmüş. Çoğumuz kendimiz hakkında bu kadar bilgiyi kamuya açık paylaşmayı sakıncalı buluruz. Haklı nedenlerimiz vardır. Eh, kendisinden bu kadar açık bahsedebilmenin cesaretini başardıklarından alıyor olmalı. :-)

7 Ekim 2014 Salı

Replik: Utangaçlık :-)

Mr. Grey:
- Utangaç mısın?
Ben utangacım.
Lee
- Sen utangaç değilsin.
Bir avukatsın. :-)
Mr. Grey:
Utangacım.
İşlerin yapılması için...
....utangaçlığımın
üstesinden geldim.

Bir avukat müvekkilini savunmalıdır. Utangaç olabileceği kimin aklına gelir ki. :-) İş hayatında şaşırtıcı bir çelişkiye değinmiş.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Konferans: Ray Kurzweil: Hibrit düşünmeye hazır olun

Ve beyinlerimiz de Buluta bağlandığında...

- Artık yaşayan bir beynin içini görebiliyoruz. Tekil nöronlar arası bağlantıların oluşumunu gerçekleştiği sırada, ateşlendiği anda görebiliyoruz. Beyninizin, düşüncelerinizi yaratışını görebiliyoruz. Düşüncelerinizin, beyninizi yaratışını görebiliyoruz, ki bu gerçekten nasıl çalıştığına dair kilit noktadır.

- Peki bugün ne durumdayız? Bilgisayarlar neokortekse benzer tekniklerle insan diline gerçekten de hâkim olmaya başladılar. Aslında algoritmayı tanımladım. "Hiyerarşik saklı Markov modeli" denen şeye benziyor; 90'lardan beri üzerinde çalıştığım bir şeydi. "Riziko (Jeopardy)" çok yaygın doğal bir dil oyunudur ve Watson en iyi iki oyuncunun toplamından daha yüksek bir puan almıştır. Şu soruyu doğru bilmiştir: "Krema kaplı turtayla söylenen uzun ve sıkıcı konuşma," ve hemen cevap vermiştir, "Mereng nutku nedir?" Ve Jennings ile diğer adam bunu anlamadılar. Bilgisayarların insan dilini gerçekten anladıklarına dair oldukça iyi bir örnek ve aslında edindiği bilgiyi Wikipedia (Vikipedi) ve diğer başka ansiklopedileri okuyarak öğreniyor.

Yeterince ilerlemiş teknoloji büyüden ayırt edilemez diye bir söz vardır. Yeterince ilerlemiş dil anlama algoritması düşünmekten ayırt edilemeyecektir. Konuşmayı anlayan bilgisayarın düşünmediğini iddia etmek çok zor olacaktır. Otomatik ile düşünmek arasındaki çizginin ne kadar belirsiz olabileceğine tanık olacağız. Konferansta, fütürist Ray Kurzweil'in de bir tekniker gibi algoritma geliştirerek, beyin gibi çalışan bilgisayar projelerine zaten katkı yaptığını anlıyoruz. Bu da hoş bir şey.

- Bundan yirmi yıl sonra nano robotlarımız olacak, çünkü bir diğer katlanarak artan eğilim de teknolojinin küçülmesi. Kılcal damarlar aracılığıyla beynimize gidecekler ve esasen neokorteksimize ilave sağlamak üzere, neokorteksimizi buluttaki sentetik neokortekse bağlayacaklar. Yani bugün, telefonunuzda bir bilgisayar var, ancak karmaşık bir araştırma yapmak üzere birkaç saniyeliğine 10.000 tane bilgisayara ihtiyaç duyarsanız, bulutta bir-iki saniyeliğine buna erişebilirsiniz. 2030'larda eğer biraz ekstra neokortekse ihtiyaç duyarsanız, doğrudan beyninizden buna bulutta bağlanabileceksiniz. Yani yürüyorum ve şöyle söylüyorum, "Ah, işte Chris Anderson. Bana doğru geliyor. Söyleyecek akıllıca bir şeyler düşüneyim. Sadece üç saniyem var. Neokorteksimdeki 300 milyon modül bunun için yeterli olmayacak. Bir milyar daha fazlasına ihtiyacım var." Buna bulutta ulaşabileceğim. O zaman düşünmemiz biyolojik ve biyolojik olmayan hibrit bir düşünme olacak, ancak biyolojik olmayan kısmı benim artan geri dönüşler yasama tabi olacak. Katlanarak artacak şekilde büyüyecek.

Buluttaki 10 binlerce bilgisayar bir beyin gibi çalışmaya başlayacak. Beyinlerimiz doğrudan bağlanabilecek. Artık bir NeoNeoKortekse sahip olacağız. Buluttaki bu dev beyin bizim beynimizin yeni üstkatmanı gibi görev yapacak.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Olay Oluşturmak - Örnek Algoritma

Visual Basic'te yeni bir Olay oluşturmak da eğlencelidir. Örneğin Form1'e yeni bir Olay ekleyelim.

    'Design'de Giriş adlı TextBox eklenecek.
    Public Event RakamGirildi(ByVal Rakam As Byte)
    'Artık Form1'in RakamGirildi adlı yeni bir Olay'ı var.

    Private Sub Giriş_TextChanged(sender As Object, e As EventArgs) Handles Giriş.TextChanged
        'Giriş metni sadece rakamsa RakamGirildi olayını oluşturuyoruz.
        If Giriş.Text Like "[0-9]" Then RaiseEvent RakamGirildi(Giriş.Text)
        'Elbette aynı şekilde başka TextBox'larda da bu olay oluşturulabilir.
    End Sub

    Private Sub Form1_RakamGirildi(Rakam As Byte) Handles Me.RakamGirildi
        'İşte Olayın  prosedürü
        'Olay oluştuğunda yapılacaklar....
        'Örneğin bir mesaj kutusu göstermek.
        MsgBox(CStr(Rakam) & " tercih edildi")
    End Sub

Visual Basic.Net 2013 ile uyumludur.

Elbette Olay özellikle yeni bir Araç'a eklenirken gerçekten kullanışlı oluyor. Biraz daha karmaşık bir Olay yaratma yöntemi SudokuÇözer'de var. Burada Bölüm adlı Araç'a yazılmıştır.

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bu Uygulama Sistemde Çalışıyor mu? - Örnek Algoritma

Bu uygulama sistemde şu anda çalışıyor mu? Nasıl bir kodla denetlenebilir. İnternet aramalarında çıkan ilk sonuçlar pek verimli değil. Çalışabilir tam hazır kod bulunamıyor. Bu yüzden kendi örneğimi yazdım.

    'Design'de Denetle adlı Timer eklenecek. Enabled özelliği True yapılacak.
    Private Function UygulamaÇalışıyor(UygAdı As String) As Boolean
        'Fonksiyon'da UygAdı değişkeni, denetlenecek uygulamadır. 
        'Çalışan her işlemin (uygulamanın) bilgileri tek tek İşlem değişkenine yükleniyor.
        For Each işlem As Process In Process.GetProcesses
            'Sıradaki İşlem Adı UygAdı ile karşılaştırılıyor.
            If işlem.ProcessName = UygAdı Then
                'UygAdı, bu İşlem Adı'yla aynıysa,
                'Uygulama İşlem listesinde bulunmuştur, çalışıyordur.
                'Fonksiyon'dan True döner.
                UygulamaÇalışıyor = True
                Exit Function
            End If
        Next
    End Function

    Private Sub Denetle_Tick(sender As Object, e As EventArgs) Handles Denetle.Tick
        'Örneğin WinRAR'ın sıkıştırmaya devam edip etmediği denetlenebilir.
        If UygulamaÇalışıyor("WinRAR") Then
            'Bu uygulama çalışıyorsa yapılacak komutlar,
        Else
            'çalışmıyorsa yapılacak komutlar.
        End If
    End Sub


Bu Kod Visual Basic.Net 2013'le yazılmıştır.

Bu Fonksiyon örneğin şu amaçlar için kullanılabilir: Projenizden ardarda birkaç program çalıştırmanız gerekebilir. Bir program başlatılır. O'nun görevi bittikten sonra başka bir program başlatılabilir. İşte bu fonksiyonla programın görevinin hâlâ sürdüğü denetlenebilir. Ve görevi bitince diğer program başlatılabilir. Diğer bir amaçsa projenin başına iliştirilebilir. Projenin bir kopyası sistemde zaten çalışıyorsa yeni bir kopyasının çalıştırılması önlenebilir.

15 Ağustos 2014 Cuma

Haber: Şeffaf Canlılar

Samsung filan şeffaf çamaşır makinesi tasarlamıştı. Kullanıcı makine çalışırken izleyebiliyor. Peki şeffaf canlıya ne dersiniz!
***

Kesme işleminin bazı dokulara zarar vermesi nedeniyle organizmayı açmadan inceleme yapabilmek için bilim adamları derisi alınan ölü farelerin damarlarına yağları çözen özel bir jel enjekte etti. Jel, bir pompa sayesinde farelerin tüm bedenine dağıtıldı.
      
Farelerin böbrekleri, kalbi, ciğerleri ve bağırsakları 2-3 gün içinde saydam hale geldi. Hayvanların beyni ve diğer organları da 2 hafta içinde saydamlaştı.
      
"Cell" dergisinde yayımlanan araştırmanın sonuçları hastalıkların, sinir sisteminin ve hücreler arasındaki etkileşimin daha iyi anlaşılmasına ışık tutuyor.
      
Daha önce yapılan benzer bir araştırmada farelerin beyni kısmen saydam hale getirilmişti. Tüm bedenin saydam hale gelmesini sağlayan bu yeni yöntemde ayrıca enjeksiyonun yol açtığı doku şişmeleri sorunu da giderildi.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Belgeselden: Sınırsız Enerji


Belgeselden: Sınırsız Enerji paylaşan: okanozcelik
Stephen Hawking:
- Sırada yeni bir enerji kaynağı yaratmaya ne kadar yakın olabileceğimizin hikayesi var!
Hem de yıldızların gücünden...

Jim Al-Khalili:
- Modern dünyamızın enerjiye karşı bir tutkusu var.
Her sene çok daha fazla enerji tüketiyoruz ve tükettiğimiz bu enerji 2050'de 2 katına çıkacak!
Fosil yakıtları tüketiyoruz.
Yenilenebilir enerji boşluğu dolduracak gibi görünmüyor!
Ve nükleer enerji Japonya'da olan son olaylar sonrasında tekrar ön plana çıktı...
Bu olanlar biraz umutsuz görünse de bir fizikçi olarak bir alternatifin olduğunu biliyorum.
Ve neredeyse sınırsız bir enerji kaynağı neredeyse hiçbir kirlenmeye sebep olmuyor!
Gerçek olamayacak kadar iyi.
Ben bunun o kadar da uzak olmadığına inanıyorum...

Ed Moses:
- Yakıtınız nedir.
Yakıtınız okyanustaki su.
Ne kadar gerek.
1 milyon insana birkaç yüz varil 1 sene yeter!
Ve kullandığınız yakıtta karbon yok.
Yani çevreyi kirletmiyor fisyon aktivitesi yok.
Yani uzun vadeli kirlilik de yok!
...
Milyarlarca insana güç sağlayabilir!

Burada anlatılan füzyon tepkimesini ateşlemek için bir trilyon Watt'dan fazla elektrik gücüne gerek var. Ateşlendikten sonra sürekliliği sağlanmaya çalışılıyor. Başarılabilirse belki, enerjiyi nasıl elde edeceğimizi bir daha düşünmeye gerek kalmayabilir.
Enerjisinin %80'ini nükleer santrallerden üreten Fransa deney için gerekli gücü üretebileceğinden, bu reaktörün denendiği ITER'in Fransa'da kurulması tesadüf sayılmaz. Tabii bunda, klasik nükleer santralden bu kadar faydalanmış olan Fransa'nın füzyon çekirdek tepkimesinin daha da yararlı olacağını zaten anlamış olduğunun da etkisi vardır.
Neredeyse hiçbir kirlenmeye sebep olmayan neredeyse sınırsız enerji kaynağına ulaşmanın yolu yine klasik nükleer santrallerle mümkün olacağı enteresan bir ayrıntıdır.

12 Ağustos 2014 Salı

Haber: İnsan Beyni Gibi Çalışan İşlemci

Bir bilgisayar çipi insan beyni gibi çalışabilir mi? IBM’e göre bu mümkün. Şirketin araştırmacıları, insan beyninin çalışma prensiplerini baz aldıkları bir bilgisayar çipi geliştirdiklerini açıkladı.


ABD merkezli IBM şirketi, geliştirdikleri TrueNorth adını taşıyan bilgisayar çipinin insan beyni gibi çalıştığını duyurdu. Yapılan açıklamaya göre 5.4 milyar adet transitöre sahip olan çip, sadece 70 mw enerji harcıyor.
İşitme cihazlarından bile daha az enerji harcayan çip, zaman içinde günümüz süper bilgisayarlarını bile geride bırakabilir.
Bilgisayar sektörüne yeni bir soluk getirebileceği öne sürülen çipin sahip olduğu elektronik nöronlar, kullanıcının kendisine verdiği komutu insan beyninin yaptığı gibi saptıyor ve tanımlıyor.
IBM’in geliştirdiği çipin, fazla yer kaplamamasından dolayı makinelere entegre olabileceği düşünülüyor.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Konferans: Sheila Nirenberg: Körlük Tedavisinde Bir Protez Göz

Konferansta, geliştirdikleri biyonik gözü anlatmakta. Beyinle doğrudan iletişim kurabilen bir makine. Bu, şu an bize imkansız gibi görünen bir çok şeyin gelecekte mümkün olabileceğini gösteriyor. Belki 2-3 yüzyıl sonra beyne bağlı robotlar geliştirilebilir, Cyborglar. :-)

- Cihaz iki parçadan oluşuyor, birisi kodlayıcı diğeri ise dönüştürücü. Kodlayıcı tam olarak biraz önce söylediğim şeyi yapıyor. ön-yüz devresinin yaptıklarını taklit ediyor -- görüntüyü alıyor ve bunu retinanın koduna dönüştürüyor. Ardından dönüştürücü çıkış hücrelerinin kodu beyine iletmesini sağlıyor, ve böylece normal retinal çıkış üretebilen retinal bir protez elde etmiş oluyoruz. Böylece tamamen kör bir retina, hiç önyüz devresi olmasa dahi, hiç bir fototoreseptörü olmasa dahi, beynin anlayabileceği normal sinyaller üretip beyine gönderebilecek hale geliyor. Şimdiye kadar hiç bir cihaz bunu yapamamıştı.

- Sadece retinanın yaptıklarını matematiksel formüllerle özetliyoruz. Ve böylece, bir manada bu eşitlikler, kod kitabına benzer bir görev görüyor. Bir görüntü geliyor, bazı eşitliklerden geçiyor, ve buradan aynen normal bir retinanın üreteceği şekilde elektrik darbe dizileri çıkıyor.

- Gördüğünüz gibi kodlayıcı-dönüştürücü ile tedavi edilmiş kör bir hayvandan alınan çıkış dizileri normal çıkış dizilerine gerçekten oldukça benziyor -- kusursuz değil, fakat oldukça iyi -- ve standart protez ile tedavi edilmiş kör bir hayvandan alınan diziler ise normal dizilere benzemiyor. Yani standart yöntem ile, hücreler çıkış üretiyor, bu çıkış normal çıkış dizilerine benzemiyor çünkü doğru kodlar kendilerine gelmiyor.
(Burada çıkış dizileri dediği, retinanın arkasından çıkan sinir hücrelerine ulaşan elektrik sinyalleri darbeleridir. Doğru elektrik sinyali kodu çıktığında beyin görebilir.)

- Şimdi özetlemek istiyorum, tabii daha önce de bahsettiğim gibi, eğer ilgileniyorsanız çok fazla veri var, fakat burada sadece beyin ile beynin kendi dilinde iletişim kurulabilmesi temel fikrini vermek, ve bunu yapabilmenin potansiyel gücünden bahsetmek istiyorum. Yani durumumuz, iletişimin beyinden aygıta doğru olduğu motor protezlerinden oldukça farklı. Burada dış dünyadan beyin ile iletişim kurup beynin bu iletişimi anlaması gerekiyor.

- Son olarak söylemek istediğim şey, bu fikrin genelleştirilebileceğinin altının çizilmesi gerektiğidir. Yani retinanın kodunu bulmak için kullandığımız stratejinin aynısını diğer bölgelerin kodunu bulmak için de kullanabiliriz, örneğin, işitme sistemi, ya da hareket sistemi için, yani işitme engellilerin veya felçlilerin tedavisinde kullanabiliriz. Yani aynen retinadaki zarar görmüş devreyi atlayarak retinanın çıkış hücrelerine erişebildiğimiz gibi, kulak salyangozundaki zarar görmüş devreyi atlayarak işitme sinirlerine erişebilir, beyin kabuğundaki zarar görmüş kısmı atlayarak felç sebebiyle oluşmuş açıklığı kapatabiliriz.

1 Temmuz 2014 Salı

Belgeselden: Biyonik Göz

Retina gelen görüntüyü kodlar. Beynin anladığı görme diline çevirir. Gözün arkasındaki sinirlerle beyne ulaştırır. Görme sağlanmış olur. Şimdi, yeni bir protez geliştirildi. Öncelikle retinanın görüntüyü nasıl kodladığı çözüldü. Kameranın çektiği görüntüler beynin anlayacağı görme diline kodlanıyor. Her zamanki elektrik sinyalleri oluşturuluyor. Gözün arkasındaki sinirlere gönderiyor. Retina atlanıyor. Beyin gelen elektrik sinyallerini tanıyor. Kameranın çektiği görüntüleri gerçekten görüyor!

Bu neden bu kadar heyecan verici! Göz çok karmaşık bir organdır. Yani baktığı görüntüyü nasıl kodladığını çözmek çok zordur. Şimdi, taklit edilebildiğini görüyoruz. Bu, beyinle doğrudan bağlantı kurabilen makinelerin mümkün olduğunu kanıtlar, işe yarar şekilde. Daha önceki yazılarımda beyne yapay uzuvların takılabileceğinden bahsetmiştim. İşte, beyinle gayet iyi iletişim kurabilen göz geliştirildi bile. Beyin kendi dilini konuşan aygıtı, kendi uzvu gibi hisseder. Bir kamera beyne bağlanabiliyorsa yapay kaslar daha rahat bağlanabilir. Kişi doğal uzuvlarını hareket ettirir gibi, yapay uzuvlarını hareket ettirebilir. Dokunma, işitme duyusu da taklit edilebilir. Örneğin bir protez, dokunduğu nesneyi, beynin anlayabileceği elektrik sinyalleri koduna çevirebilir. Bağlandığı sinirlerle beyne ulaştırır. Beyin kodu tanır. Nesneyi hisseder.

Üstelik görüntü kodlayıcı gözlükle beyin arasındaki bağlantı kablosuz sağlanmış. Göze optogenetik moleküller enjekte ediliyor. Moleküller gözlükle ışık yoluyla bağlantı kuruyor. Sinyalleri alıyorlar. Bağlandıkları sinirlere ulaştırıyorlar. Ameliyata gerek kalmıyormuş. Bu arada; Optogenetik, genleriyle oynanmış hücrelerin, ışık ile davranışlarının kontrol edilmesini içerir. Biyoteknolojiyle, genelde sinir hücrelerinin genleriyle oynanarak ışıkla kontrol edilir hale getirilir. Yakın gelecekte parkinson, epilepsi, kalpte ritim bozuklukları gibi birçok sinirsel hastalığın tedavisinde, başarılı bir şekilde uygulanabileceği tahmin ediliyor. Optogenetik ile ilgili daha çok ayrıntı için bu konferans izlenebilir.

Beyinle doğrudan bağlantı kurabilen makinelerin 5-10 yıldan önce hazır olamayacağını düşünürdüm. Ama şimdiden bakanlık yönetmeliği ve gerekli güvenlik yazışmalarının hazırlandığını görüyoruz. 2-3 yıl içinde hastalarda denenecekmiş.

Kameranın görüntüsü oldukça başarılı kodlanabiliyor. Üstelik bu teknolojiyle kızılötesi görüş bile sağlanabilir. Yine de gelecekte görüntünün tamamının kodlanabilmesi mümkün olabilir mi acaba! Ya da daha genel bir soru; beynin tüm iletişim kodu çözülebilir mi acaba!


Belgeselden: Biyonik Göz paylaşan: okanozcelik

2 Haziran 2014 Pazartesi

Haber: Esnek, katlanabilir cam üretildi

Akdeniz Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertuğrul Arpaç başkanlığındaki ekip, 1 yıllık çalışma sonunda esnek, katlanabilir cam üretti.
Cep telefonu ve televizyon ekranlarıyla, bilgisayar monitörlerinde kullanılabilecek esnek katlanabilir cam için, yabancı alıcıları dikkate alarak Alman Patent Dairesi'ne başvuru yapıldı.
Mevcut teknolojiyle son zamanlardaki televizyon ekranlarının hafif esnetilebildiğini belirten Prof.Dr. Arpaç, geliştirdikleri sistemde ise 1- 2 mikron kalınlığındaki cam filmi folyo üzerine uyguladıklarını, folyonun camın oksijen ve nem geçirgenliğini sıfıra indirdiğini, bunu OLED (Organik Işık Yayan Diyot) yüzeye uygulayıp rulo hale getirilebilen cam elde ettiklerini açıkladı.
İstenildiği kadar esnetilse bile kırılma riski olmayan bu ürünün son dönemdeki elektronik cihazlarda rahatlıkla kullanılabileceğini kaydeden Prof. Dr. Arpaç, 3 Japon firmasıyla da görüşmelere başladıklarını söyledi.
Prof. Dr. Arpaç, "Bu camı televizyon ekranında ya da cep telefonu ekranında uygulayarak katlanabilir bir ekran yapabiliyorsunuz. A4 formatında bir ekran oluşturabiliyoruz. Şimdi bunun laboratuvar düzeyinden çıkıp fabrika düzeyine sokulması lazım" dedi.

27 Mayıs 2014 Salı

Buluttan Yağmur Gibi Yağacak

İnternet tabanlı cihazlar yavaş yavaş hayatımıza giriyor. Cihazlar internet üzerinden birbiriyle bağlantıda olacak. Buzdolapları bağlanacak. Fırınlar bağlanacak. Cihazlar, üretici şirketlerine bağlanacak. Hatta kendi üretim aygıtlarına bile bağlanacak. Üreticiler cihazları optimize edebilecek. İstatistikleri tutacak. İşte bu 4. Endüstri Devrim olarak anılıyor. 4. Endüstri Devrimi makalesinde şöyle tanımlanıyor:

Bu kapsamda 4. Endüstri Devrimi
kavramı ilk olarak 2011öe Hannover Fuarı'nda (Almanya) kullanıldı.
Uzmanların burada kendilerine sordukları soru esasında
çok basitti: "Hemen hemen tüm bilgisayarların birbirine bağlı olduğu
günümüzde, üretim sırasında ve sonrasında özellikle fabrikalar
gibi büyük üretim tesislerindeki makineler ile diğer üretim
araç ve gereçlerinin hem birbirleriyle hem de ürettikleri ürünler
ile bağlantıda olması neden mümkün olmasın?"

Mesaj Atabilen Buzdolapları

Kişi markette alışveriş yapmaktadır. Evdeki buzdolabına, kısa mesajla, kaç tane yumurta kaldığını soracak. Buzdolabı kısa mesajla 2 tane kaldığını bildirecek. Elbette buzdolabında bazı algılayıcıların olacağı kesin. Belki bir iç kamerası da olacaktır. Gelen mesajı anlayacak. İçindeki yemeklere göre tutarlı bir mesaj oluşturacak. Mesajı sahibine gönderecek. Neredeyse düşünüyormuş gibi! Gelişmiş bir yazılıma ihtiyacı olacaktır. Bunu çalıştıracak hızlı bir işlemciye sahip olacak. Bu akıllı özellikler yüzünden buzdolabının maliyeti çok artacaktır. Acaba 4. endüstri devrime aslında uzak mıyız. Tüm cihazların internete bağlanması henüz gerçekçi değil midir? Örnekteki buzdolabı pahalı olacağından yaygınlaşamayacaktır da...

Sabit Diski Bile Olmayan Bilgisayarlar

Yirmi yıl öncesine kadar terminal bilgisayar diye bir şey satılırdı. Monitörü vardı. Elbette klavyesi, işlemcisi de vardı. Ama oldukça basitti. İşlemci kapasitesi düşüktü. Kendi işletim sistemi yoktu. Hatta kendi sabit diski bile yoktu. Böylece diğer PC'lerden çok ucuz olabiliyordu. Ee, ne işe yarardı sabit diski bile olmayan bilgisayar diyebilirsiniz. Sıra dışı bir özelliği vardı. O zamanlar için PC'lerde pek görülmeyen bir tür yerel ağ bağlantı girişine sahipti. İşte bu sayede ana bilgisayara bağlanırdı. Ana bilgisayar kendi dönemine göre gayet hızlı bir işlemciye, büyük bir sabit diske sahip bir sunucuydu. Gelişmiş bir işletim sistemini de unutmayalım. Terminal bilgisayarları uyumlu şekilde çalıştırırdı.
Bir Terminal (Resim Vikipedi'den alınmıştır)
Görevli, terminal bilgisayardan girişleri yapardı. Girişler asıl, ana bilgisayarda işlenirdi. Veriler ana bilgisayarda depolanırdı. Sonuçlar, terminal bilgisayara gönderilirdi. Böylece terminal bilgisayarlar oldukça ucuz olmasına rağmen işletmelerin epey işlerine yarayabiliyordu. Tabii güçlü bir ana bilgisayara sahipseler... Aslında bu yolla bilgisayar laboratuvarı edinen üniversitelerimiz bulunmaktadır. Laboratuvarlarında düşük kapasiteli bilgisayarları var. Hatta eskiler. Bu bilgisayarlar üniversitenin sunucu bilgisayarına bağlanıp gayet işlevsel kullanılıyorlar. Böylece laboratuvarları epey ucuza kurulmuş oluyor.

Her Şey Çiftliklere Emanet

Evet, iş bilgisayarı şirketleri, işletmelere kocaman sunucu bilgisayarlar satarlardı. Artık bundan fazlasını yapıyorlar. Hizmet satıyorlar. Sunucu ağları kuruyorlar. Yüzlerce sunucudan oluşan sunucu çiftlikleri kuruluyor. İşletmeler isterlerse bu sunucular üzerinden kendi sanal ana bilgisayarını kuruyorlar. Böylece satın alabilecekleri tek veya birkaç sunucu bilgisayarla sınırlanmış olmuyorlar. Koskocaman sanal bir ana bilgisayarları oluyor. İnanılmaz işlemci kapasitesine sahip. Yükle yükle bitmeyecek bir sabit diske sahip oluyorlar. Eskiden e-posta kapasiteleri 3-5 MB'tı. İşte bu sayede artık, ucu açık GB'lik kapasitelere sahip olabiliyoruz. İşletme sunucu bakımıyla uğraşmak zorunda kalmıyor. Altyapıyla ilgilenmiyor. Tüm bunları hizmet aldıkları IBM gibi şirketler, onları rahatsız etmeden yapıyor. Örneğin kaliteyi arttırmak için kendi özel hatlarını kuruyorlar. Telekomünikasyon şirketinden özel hatlar kiralıyorlar. Başka coğrafyalarda yer alan sunucu çiftlikleri arasındaki bağlantılar bu hatlar üzerinden sağlanıyor. Hatlarda başka veri kalabalıkları olmadığından sunucu iletişimi daha yoğun oluyor. Ve sanal sunucunun hızı artıyor. Böylece işletmenin elindeki bilgisayarlar terminaller gibi görev yapmaya başlıyor, ama bu sefer sabit diskleri de var. İşletme açısından Bulut Bilişimin bir tarifini yapmış oldum. Elbette benzer şeyler son kullanıcılar için de geçerli. Sosyal ağlarda yaptığımız
Bir sunucu çiftliği (Resim Klick.com'dan alınmıştır)
hareketler, ya o şirketin kendi sunucularında ya da o şirketin Bulut hizmeti aldığı iş bilgisayarı şirketinde tutuluyor. Bu yüzden artık kişisel bilgisayara da terminal denebiliyor. Genelde internete bağlanmak için kullanılıyorlar. Ve asıl işi internetteki sunucu bilgisayarlar yapıyor. Örneğin kullanıcının Facebook'taki verileri sanal sunucuda tutuluyor. Ya da Google Drive uygulamasıyla belgelerini sunucu üzerinde hazırlayabiliyor. Belgeler sunucuya kaydediliyor. Kendisi hissetmeden farklı sunuculara yedekleniyor. Böylece bir sunucu çiftliğinde kaza bile olsa, diğer çiftliklerdeki yedekler sayesinde, kullanıcı verilerini kaybetmiyor. Bilgisayarına yeni ofis programı kurmasına gerek kalmıyor. Sunucu üzerindeki ofis yazılımı sürekli geliştirildiğinden, kullanıcı aslında hep en güncel ofis yazılımını edinmiş oluyor. İlerde daha fazla uygulamaya sunucu üzerinden ulaşılacak. 2016’da dünyadaki uygulamaların %25’ine bulut bilişim ile erişileceği öngörülüyor. Artık kişisel bilgisayara yeni yazılımlar kurmanın anlamı kalmayacak. Bilgisayar dolmayacak. İşletim sistemi daha az yazılımla uğraşacağından her zaman stabil kalabilecek. Kişisel bilgisayarlar gerçekten de eskinin basit terminallerini andırmaya başlıyor. Kullanıcı isterse telefonundan, isterse tabletinden Buluttaki verilere ulaşıyor. Bulut her yerdedir. İstenen yerden veriler cihazlara yağdırılabiliyor.

Şimdi buzdolabı örneğimize dönelim. Buzdolabı aslında, gelen mesajı yorumlamayacak. Anlamaya çalışmayacak. Sadece üreticisinin sanal ana bilgisayarına gönderecek. Bu sanal ana bilgisayarın kapasitesinin çok yüksek olduğunu yazmıştım. Gelişmiş yazılımıyla mesajı çözecek. Buzdolabının algılayıcılarından gelen verileri de işleyecek. Kaç adet olduğunu belirleyecek. Ve sonunda yanıtı, buzdolabı sahibine gönderecek. Yani buzdolabının bilgisayar kısmı sadece terminalden ibaret olacak. Asıl işi yine üretici şirketin Buluttaki ana bilgisayarı yapmış olacak. Bu da cihazları internete bağlamak için gerekenlerin korkulduğu kadar maliyetli olmayacağı anlamına geliyor!

İnternetten Takip Edilebilen Damacanalar

Damacanalara çip takılmaya başlanıyor. Tüketici, akıllı telefonuna, damacananın kare kodunu okutacak. Damacananın yaşam bilgilerine ulaşabilecek. Damacanaya kaç kez dolum yapıldığı izlenecek. Dolum tesisinde banttan geçişi, yıkama ünitelerindeki geçişi, yıkanmalarındaki geçiş süreleri uydudan takip edilecek. Bu nasıl mümkün olacak! Damacanada bir kare kod ve RFID çipi olacak. Bu yaşam bilgileri damacanada kayıtlı olmayacak. Üreticinin sunucularına ve sağlık bakanlığının sunucularına gönderilecek. Telefonla kare kod çözümlendiğinde bu sunuculara yönlendirilecek. Bilgileri oradan indirecek. Yani yine asıl yük Buluttaki sunucularda olacak. Çip, terminalden ibaret olacak. Nispeten ucuz bir şey olan damacanın internete bağlanması, bu sayede mantıklı maliyet seviyesinde kalabilir. Damacana bile bir düzeyde internete bağlanabiliyorsa, her elektronik aygıtın bağlanması bilim kurgu olmayacaktır. Bu projenin ilk kez Türkiye'de denenmesi ilginçtir. Böyle bir sistemin Türkiye'de tamamen hatasız uygulanabilmesi ne kadar uzun zaman alır, kestirmek güç. Ama teoride, en ucuz şeylerin bile internete bağlanabileceğine bir örnektir.

Aslında Türkiye'de de dijital platformlar hizmetlerini Buluttan vermeye başladı. Uydu alıcısı, internetten platformun sunucularına bağlanıyor. Orada kayıtlı olan onlarca programa ulaşıyor. Kullanıcı istediği programı seçip istediği zamanda izleyebiliyor. Gerçekten de cihazlar internete bağlanıp hizmet kalitesini arttırıyor. Ulaşılabilir maliyette... Şimdi dijital platformlar, zaten ellerinin altında hazır sunucu altyapısı olduğundan kolayca internet hizmeti de vermeye başladılar.

Sürücüsüz Arabalar

Yolculukları sırasında insanlar, yeni gidecekleri bir yolun ayrıntılarını arkadaşlarına sorarlar. İnternetten göz atarlar. Karşılaşabileceklerine hazırlıklı olurlar. Önümüzdeki birkaç sene içinde yollarda tek tük sürücüsüz arabaları görmeye başlayacağız. Şöyle bir senaryo düşünelim: Sürücüsüz araba bir yola girmek üzeredir. Bu yolun nereleri bozulmuş? Yağış olmuş mu? Nereleri kayıyor? Yolda biraz önce bir kaza olmuş mu? Neresinde olmuş? Sürücüsüz araba geçmek üzere olduğu yolun ayrıntılarını Buluttan indirecek. Elbette bu ayrıntılar, yoldan daha önce geçen başka bir sürücüsüz arabadan Buluta yüklenmiş olacak. Tabii yetkililer de katkı yapabilir. Araba, yolla ilgili en güncel bilgileri edinmiş olacaktır. Belki bu sayede sürücüsüz arabaların çok çok akıllı olmasına da gerek kalmayacak. Maliyeti biraz daha düşebilecek.

Üretim Araçlarının Otomatik Organize Olması Sağlanabilecek mi?

4. Endüstri Devrimi makalesi şöyle sonlanıyor:

İlk aşamada, konunun donanım ve yazılım bölümünün
hayata geçirilmesinde bir problem olmadığı
görülüyor. Özellikle cihaz başına düşecek işlenecek
veri miktarı ve bu verilerin saklanacağı sistemlerin
esas olarak bulut bilişim sistemleri olacağı göz
önünde bulundurulduğunda, söz konusu mikro ve
nano sistemlerin ihtiyacı olan mikroişlemci gücünün,
elektrik enerjisi ve bellek gibi kaynakların zaten
düşük düzeylerde olacağını tahmin etmek güç
değil, İkinci olarak, internet protokolünün altıncı
sürümü IPv6 ile birlikte milyarlarca ve milyarlarca
cihazın internete bağlanmasının yolu açıldığından
burada da teknik bir sıkıntının yaşanmasının söz
konusu olmayacağı artık ortada.

Fakat bugüne kadar yaşanan deneyimler, üretim
süreçlerinde yer alacak ilgili tüm makinelerin
ve bunların sunduğu hizmetlerin standart hale getirilmesinin
ve kusursuzca programlanmasının hiç
de kolay bir hedef olmadığına işaret ediyor. Bu da
4. Endüstri Devrimi'nin sanıldığı kadar çabuk gelmeyeceğini,
günümüzde üretim sağlayan tüm makinelerin
yerlerine yeni nesil üretimi mümkün kılacak
makinelerin geçmesinin ve bunların koordine
ve optimize edilmesinin çok uzun zaman alacağını
gösteriyor. Bu kapsamda dünyanın önde gelen
bazı elektronik devlerinin 4. Endüstri Devrimi'nin
2020'li yıllarda geleceğini iddia etmesi sadece onların
temennisi gibi görünüyor.

Az önce her cihazın internete bağlanmasından uzun uzun söz etmemden, bu alıntının ilk paragrafında anlatılanlarla zaten hemfikir olduğum fark edilebilir. Alıntının ikinci paragrafındaki konu hakkında kesin yargılara varmak biraz daha zor. Belki kısaca şunlar söylenebilir: Ham maddeler kesiliyor. Deliniyor. Günümüzde cihazların parçaları, kalıba dökülerek oluşturuluyor. Zımparalanıyor. Bir sürü adımdan geçiyor. Bir sürü üretim aracı işe karışıyor. Bu kadar üretim aracının yarattıkları ürüne bağlanıp geri bildirim alması, kendilerini yeniden organize etmesi, ürünü iyileştirmesi şimdilik gerçekçi olmayabilir. Ama yavaş yavaş üretim aracı olarak 3 boyutlu yazıcılar kullanılmaya başlıyor. Ham maddeyi püskürterek dilim dilim cihazı oluşturuyor. Cihaz baştan sona aynı yazıcıda oluşturuluyor. Tek adımda! Delme yok, kesme yok. En önemlisi kalıp oluşturmaya gerek yok. Cihazın modeli, 3 boyutlu yazıcıda yazılımsal olarak kayıtlıdır. Ve bu model, yeniden programlamayla değiştirilebilir. Sadece yazılım yeniden organize edilerek basılacak ürün yeniden şekillendirilebilir. Farklı üretim araçlarının yeniden organize olmasına gerek yok. Üretim araçlarında fiziksel değişiklikler yapmak yerine yazılım değişiklikleri yapmak daha kolaydır. Bunu otomatik yapma imkanı sağlanabilir. Yani ürettiği cihazlardan geri bildirim alarak üretim şeklini değiştirebilir. İlerde 3 boyutlu yazıcılar pek çok ham maddeyle basım yapabilir. Yenilerde elektronik devre basabilen 3 boyutlu metal yazıcıların geliştirildiğini ekleyelim. Bu da elektronik aygıtların bile bu yazıcılardan çıkarmanın uzak olmadığı anlamına gelir. Ufukta belirginleşmeye başlamış olan şey yine de Dördüncü Endüstri Devrimi olabilir.


Kaynak:
4. Endüstri Devrimi – Tübitak Bilim ve Teknik Mayıs 2014

8 Mayıs 2014 Perşembe

İcada Kafayı Takmak :-)


İcada Kafayı Takmak :-) paylaşan: okanozcelik
Köpek Saati geliştirir. Ancak ürünü çeşitlendiremez. Bu yüzden pazar payı düşük kalır.

Sonra aklına Sayısal Loto Saati gelir. Kullanıcı sayısal loto oynamak istediğinde saatine bakacaktır. Saat, tahmini rakamları ekranında verecektir. Saati tele-alışveriş yöntemiyle satmak ister. Ama bu arada fikri başkasına kaptırır.

Parası kalmamıştır. Kendisini icat yapmaya mecbur hissetmektedir. Aklına bir fikir daha gelir. Bu sefer olacak gibidir.

Mat:
...Berbat işlerdeyiz ve paramız yok.
Üstelik orta yaşa geldik.
Bunalıma girme hakkımız var, öyle değil mi!
Yani sence, bunalımda mıyım ben?
Sam: Bi bi bi bilmiyorum.
Mat: Bunalımda mıyım?
Sam: Hileli soru mu bu?
Mat: Hayır!
20 yıldır arkadaşız ve çok kötü şeyler yaşadık...
Ama ben diyorum ki;
Hayalimizi yaşamanın çok yakınındayız! :-)

Geliştirdiği icat; Hula-Hoop, Frizbi, Su Tabancasından sonra tüm zamanların en çok satan tuhafiye ürünü oldu. 18 ülkede 10 milyondan fazla sattı.

İlginç bir hikaye...

“Oo, güzel. Birayı severim.” :-)

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Haber: Kendi kitabını kendin yayınla

Google Play'de, Windows Store'de binlerce yazılım mevcuttur. Çünkü insanlar kendi yazdıkları ufak programlarını bu internet mağazalarında kolayca yayınlayabiliyorlar. Böylece pek çok insan az maliyetle program yazıp, satabiliyor. Amatör programcıların kendilerini sınaması için fırsat oluyor. Mağazalar ufak bir komisyon alıyor ama yayınladığı programdan epey para kazanmış insanlar var.

...Yazarlar kitaplarını zaten bilgisayarda elektronik metin olarak yazıyor. Bu metin dosyasını matbaaya hazırlamak, kağıt sarf etmek yavaş yavaş olağan dışı görünmeye başlıyor. MP3 dosyalarını analog kasete dönüştürmeye andırıyor, normalde üzerinde işlem yapılabilsin, kalitesi korunsun diye kasetten MP3'e dönüştürülür. Mesela Google'ın kütüphanelerdeki kitapları tarayarak elektronikleştirdiğini hatırlayın. O metin dosyalarını bir yazılımla nispeten kolayca e-kitaba çevirmek oldukça ucuzdur. Baskı, kâğıt, ciltleme, nakliye, depolama gider kalemleri ortadan kalkmıştır. Böylece yayınevlerinin kitap fiyatlarını düşürmek için daha çok imkanları olacaktır. Hızla raflarda (sanal raflarda!) yerini alır. Kağıt olmadığından basım kalitesi dert edilmez. Baskısının tükenme olasılığı yoktur. Hem kitabın ne kadar tutacağını düşünüp kaç adet basılacağına kafa yormaya da gerek kalmaz. Sadece küçük bir kesimin ilgisini çekeceğinden çekinilerek basılmayan sıra dışı konulardaki kitaplara şans verilebilir. Bağımsız yazarlar, masraflı olmadığına göre kitaplarını kendileri yayınlayabilir. Ve kitap çeşitleri artar.”

Şeklinde yazmıştım. Buradan o yazıma erişebilirsiniz. Bu öngörü, pazarlamadan öte artık gerçeğe dönüşüyor. Amatör yazarlar yayınevleriyle anlaşmak zorunda kalmıyor. Ayrıca dar bir kesime hitap edecek kitap projelerinin rafa kaldırılmasına gerek yok. İnsanlar yazdıkları kitapları, denemeleri e-kitap mağazalarına kolayca yüklüyorlar. Böylece Google Play'deki programlar gibi çeşit artıyor. E-Kitap Endüstrisinin birçok amatör yazarı yüreklendirdiğini görebiliyoruz...

Haber:

Poppy J. Anderson, kitabını kendi yayımlayanlardan. 15 ayda 250 bin kitap satmayı başarmış.
"İlk yıl 50 kişi kitabımı okusa çok mutlu olurum diye düşünmüştüm. Ama bu kadarını beklemiyordum."
31 yaşındaki yazar aslında sadece kendisi için yazıyor ama yine de yazdıklarına yorum yapılmasını dilermiş. O nedenle de yazarların kendi kitaplarını yayımlayabilmesi onun için bulunmaz fırsat olmuş.
"2012 yılında Frankfurt Kitap Fuarı'nda yazarların kitaplarını kendilerinin basabileceğine dair bir haber gördüm. Ve herhangi bir ajans, yayın evi olmadan ve risk almadan kitap yayımlayabilmek çok ilgimi çekti."
KAZANCIN YÜZDE 70'İ YAZARA 
Yazar, Poppy J. Anderson adıyla ilk aşk romanını bir internet platformu üzerinden yayımladı. 2 euro 99 cent olan kitap, iki ay içinde en iyi 100 elektronik kitap listesine girdi.
Yazar hâlihazırda uluslararası ilişkiler bölümünde doktorasını yapıyor. Ancak bilimsel çalışmalarının yanı sıra yazar Poppy Anderson kimliğini de çok seviyor. Kitabın ticari işlerinden internet platformu sorumlu. Yazara, kazancın yüzde 70'i ödeniyor. Ve Poppy Anderson'ın kitabı 8 bölümlük bir seri olacak.
ZİRVEYE ÇIKTI Berlinli korku yazarı Nika Lubitsch romanı "7. gün" için yayın evi bulamadığından internet üzerinden yayımlamayı denemiş. E-kitaplar listesinde zirveye çıkan roman bugüne kadar tam 100 bin kez indirildi.
Bir diğer örnek ise Jonas Winner. Polisiye serisi Berlin Gothic ile yayınevinden çıkan bir kitabın başaramadığını başarıp, 66 gün e-kitap listesinde 1 numara kaldı.
Hâlihazırda Almanya'da yıllık 90 bin yeni kitap basılıyor. Yazarların kitaplarını kendilerinin yayımlayabilmesiyle bu sayının bir kaç yıla ikiye katlanacağı tahmin ediliyor.
DW Türkçe
Güncelleme: 11:15 TSİ 28 Nisan. 2014 Pazartesi



6 Mayıs 2014 Salı

Haber: Fare Beyninin Sinir Ağı Haritası Tamam

WASHINGTON — Haritalardan bir tanesinde fare beynindeki tüm sinir bağlantıları gösterilirken ((http://dx.doi.org/10.1038/nature13186)), ikinci haritada insan beyni gelişimi sırasındaki gen faaliyetleri ortaya kondu ((http://dx.doi.org/10.1038/nature13185)).
Ayrıntılı beyin haritalarının, Alzheimer ve otizm gibi hastalıkların nasıl oluştuğunun anlaşılmasına yardımcı olması hedefleniyor.

İnsan beyninde, hisleri, hafızayı, refleksleri, duygu ve düşünceleri birbirine bağlayan yaklaşık 100 milyar sinir hücresi bulunur. Araştırmacılar, ayrıntılı bir haritanın, beynin değişik bölümlerinin birbiriyle nasıl iletişim kurduğunu anlamaya da yardımcı olacağını söylüyor.

Bugüne kadar, sadece 302 nörona sahip küçük bir solucanın kapsamlı beyin haritası çıkarılmıştı. Bu iki harita, vücudun en karmaşık organı olan beynin nasıl çalıştığını çözme yolunda önemli bir ilerleme olarak görülüyor.

100 milyon nöron bulunan fare beyni, insan beyninden daha az karmaşık ve araştırması da daha kolay.

Amerika’nın Seattle eyaletindeki Allen Beyin Enstitüsü’nden uzmanlar, fare beyninin küçük bölümlerine, değdiği hücrelere parlaklık veren bir protein virüsü aşılamışlar.
Virüs, az sayıda sinir hücresine bulaşmış ve hücrelerin parlamasına yol açmış.
Araştırmacılar, parlayan nöronları takip ederek, farenin beynini ince katmanlar halinde taramışlar.

Fare beyninin kapsamlı haritası 1,8 petabit büyüklüğünde çok geniş bir veri tabanı içeriyor. Uzmanlar bunun, 24 yıl uzunluğunda yüksek çözünürlüğe sahip bir filmle eşdeğer olduğuna dikkati çekiyor.

Araştırmacılar, bu haritanın sadece bir başlangıç olduğunu, hafıza kaybına yol açan Alzheimer gibi hastalıkları anlamak için harita üzerinde çalışmaya devam edeceklerini söylüyor.

Farelerin de Alzheimer benzeri bir hastalığa yakalandığını belirten Allen Beyin Enstitüsü uzmanlarından Hongkui Zeng, “Farelerdeki erken hafıza kaybının nedenlerini anlamaya çalışıyoruz” diyor. Harita projesinin lideri Zeng ekliyor: “Hafıza kaybının nedenlerinden biri, beynin özel bir bölümündeki hassas sinir bağlantılarında meydana gelen değişiklikler olabilir.”

Allen Beyin Enstitüsü’nden başka bir araştırma ekibi tarafından yayınlanan ikinci beyin haritasıysa, hamileliğin ilk yarısında beyinde hangi genlerin faaliyete geçtiğini gösteriyor.
Nörobiyoloji uzmanı Ed Lein, harita sayesinde genlerin beyin hastalıklarında oynadığı rolü anlayabileceklerini söylüyor.

Otizmle bağlantılı genlerin beynin hangi kısmında daha aktif olduğunu belirlediklerini söyleyen Lein, “Harita bize hangi tür hücrelerin bu genlerden etkilendiği konusunda fikir verdi. Ayrıca, otizmin daha hamileleğin ilk evresinde oluştuğunu da gösterdi” dedi.

Buarada, Allen beyin Enstitüsü, her iki beyin haritasının da, diğer bilimadamlarının erişimine açık olduğunu belirtti.

Araştırmanın bütçesi, Başkan Barack Obama’nın başlattığı ve kısa adı BRAIN Girişimi olan Gelişen Yenilikçi Nöroteknolojiler ile Beyin Araştırması Programı tarafından karşılandı.
2 Nisan 2013’te açıklanan ve 100 milyon dolarlık bütçeye sahip olan program, kamu ve özel kuruluşların araştırma projelerini destekliyor.


Sonunda bir fare beyninin tüm sinir bağlantıları bilgisayara yüklendi. Beyin simüle edildiğinde bir fare bilinciyle karşılaşabilecek miyiz, dersiniz. Örneğin bir peynir gösterildiğinde bilgisayarın ağzının suyu akacak mı? :-) Yani peyniri kaydetmiş olan sinir ağı uyarılabilecek mi! Peyniri hatırlayacak. Ardından peynire gitmek için, ayak kaslarını çalıştırmaya yarayan zincirleme sinir ağı uyarıları kendiliğinden oluşacak mı! Bunlara yakından tanıklık edecek olan Allen Beyin Enstitüsü'ndeki bilim insanları için heyecan verici olmalı.

Aslında henüz bir bilgisayar kamerası, görmeyle ilgili sinir ağına bağlanmadı. Dolayısıyla böyle bir deney için daha erken. Sinir bağlantıları 1.8 petabit yer tutuyor. Bu kadar veriyi anında işlemek kolay değil. En hızlı sunucular bile bu veriyle başa çıkarak gerçek sinir tepkisi hızında beyin simüle edemeyecektir. Tabii şimdilik. Yani gerçek zamanlı bir fare bilinci beklemeyelim. Uyuşuk bir fare bilincine tanık olunacak. :-) Peynir gösterildikten ancak saatler sonra peynire doğru hareket etmeye karar verecek. Ama sinirlerin tepkisi adım adım izlenebilseydi canlı fare beyniyle hemen hemen aynı sinirlerin uyarıldığı görülebilirdi.


Eh zaten, bir şeyi insanda denemeden önce hep fareler üzerinde araştırma yapılmıyor mu! Şimdi, farenin beyin simülasyonu da bahtsız olacak görünüyor. Beyni anlamak için de insan beyni simülasyonu yerine fare beyni simülasyonu üzerinde çalışılacak.

30 Nisan 2014 Çarşamba

Alıntı: Rodney Brooks: Robot Laboratuvarlarında Artık Biyolojik Robotlar Geliştiriliyor

Müdürlüğünü yaptığım MIT Yapay Zeka Laboratuvarı'nda,
bu dönüşümün belirtilerini her gün görüyoruz.
Eskiden silikon çipleri yaptığımız temiz odaları yıkıyoruz
ve bunların yerine kurduğumuz ıslak laboratuvarlarda,
bakteriyel robotlar yetiştirmek amacıyla programları derleyip
DNA dizilişlerine ve bunları da uç uca ekleyerek genomlara
çeviriyoruz. Otuz yılda varmak istediğimiz hedef, canlı
sistemlerin genetik yapısı üzerinde ince bir denetim kurmak;
böylece yetiştirilen bir ağacı keserek kerestesinden bir masa
yapmak yerine, masanın kendisini yetiştireceğiz. Silikon ve
çelik robotları monte etmeye alıştığımız laboratuvarları, silikon,
çelik ve canlı hücrelerden robotlar monte ettiğimiz laboratuvarlara
dönüştürmüş durumdayız. Elde ettiğimiz kas
hücrelerini, sakat insan bedenlerine düzgünce takılacak
protezlerin öncü biçimleri olan bu basit aygıtlarda erişim
düzeneği olarak kullanmaktayız. Yapay Zeka Laboratuvarı'nda
makinelere öğrenme yeteneği kazandırma yolu üzerinde
çalışan bazı uzmanlar daha iyi web arama motorları
kurmayı bir yana bırakarak, insan genomundaki karşılıklı
ilişkileri öğrenebilecek ve böylece hastalıkların genetik sebepleri
konusunda öngörülerde bulunabilecek programlar
geliştirmeye başlamış bulunuyor. Bir zamanlar mekanik
CAD (bilgisayar destekli tasarım) sistemlerini barındıran
odaları, insanların beyin motor denetimini ölçtüğümüz odalara
dönüştürmüş durumdayız; böylece beyin hastalığı olan
insanlar için sinir protezleri yapabileceğiz Soğuk savaş döneminde
Rus tanklarını saptayacak algoritmalar kurmakla
uğraşan görme duyusu uzmanlarımız şimdi sinir cerrahisi
işlemlerinde kılavuzluk sağlayacak özel görüş sistemleri kuruyor.
Sadece MIT'de değil, dünyanın her yanındaki bütün
mühendislik bölümlerinde benzer dönüşümler yaşanıyor.

Alıntı: Craig Venter: Hayal Gücü Serbest

Artık sadece hayal gücümüz tarafından sınırlanabileceğimiz yeni bir çağa giriyoruz. :-)

(Kendisi insan genomunu çözmüştür. Biyoteknolojiden bahsediyor.)

Modern Bitki Aşılama

Bazı ağaçların meyvelerinin tadı güzeldir. Daha kalitelidir. Daha verimlidir. Bazı ağaçlar ise iyi kök salmıştır. Yerel şartlara uyum sağlamıştır. Uzun süredir, tadı güzel olan meyve ağacını yetiştirmenin pratik bir yolu bilinmektedir. Tohumdan üretmek yerine uyumlu parçasını (kalem deniyor), hazır köke sahip ağaca kaynaştırmak. Böylece en baştan büyümek yerine zaten iyi kök salmış ağacın özelliklerinden faydalanacaktır. :-) Hızlıca meyve verebilecektir. Bu aşılama olarak bilinmektedir. Meyve ve Bitki ağaçlarının verimliliğini artırmak için, bitki çeşidi değişimi için aşı yapıldığı gibi, yaban ağaçlarının meyve verimini sağlamak için de aşı uygulaması yapılır.

Bitki aşılarının tarihi oldukça eskilere dayanır. MÖ 1000'li yılların Çin kaynaklarında ağaç aşılamanın bilindiğine ve sanatsal amaçlar için kullanıldığına dair bilgiler var. Aşılama yüzyıllardır yapıldığından insanlar alışmıştır. İnsanlara doğal gelmektedir. Hiç “ben aşılanmış ağacın meyvesini yemem.” diyen birini duydunuz mu! :-) Protesto eden yoktur. Karşı çıkan yoktur.

Artık bitki aşılama modern teknolojilerle yapılmaktadır. Bir tarım bitkisinin genleri daha dayanıklı bitkilerin genleriyle aşılanmaktadır. Böylece onun özelliklerinden faydalanabiliyor. :-) Sevilen tarım bitkisi soğuğa daha dayanıklı hale gelebiliyor. Zirai ilaçlardan etkilenmiyor. Verimi artıyor. Bu da biyoteknolojik tarım bitkisidir. Yaygın adıyla GDO. Aslında temelde ağaç aşılamak gibidir. Şöyle düşünün: Genler daha erişilebilir yerde olsaydı. Çalışma prensibi ağaç aşılamak kadar sade olsaydı. Bir laboratuvara ihtiyaç olmasaydı. 1000 yıl önce çiftçiler ağaç aşılamayı keşfettikleri gibi belki genetik aşılamayı da keşfetmiş olacaktı. :-) 1000 yıldır kullanılıyor olacaktı. Böylece insanlar genetik mühendisliğine de alışmış olacaktı. Protesto eden olmayacaktı. Aslına bakarsanız bundan birkaç yüzyıl sonra, insanlar biyoteknolojik tarım bitkilerine de alışmış olacaktır. Sıradan bir çiftçilik faaliyeti olarak görülecektir. :-)

Gen mühendisliği, programlamanın yeni bir türüdür, aslında. Programlama konusunda iyi olanların, programlamadan iyi para kazanmış insanların da ilgisini çekmesi bundandır. Genlerin teknik çalışmalarına yoğunlaşacak zamanı ayıramasalar da ilkelerini sezebilmektedirler. Biyoteknolojik bitkiler onlara bu yüzden doğal gelmektedir. Örneğin Bill Gates bazı biyoteknoloji şirketlerinin yönetim kurulu üyesi olmuştur. Adı en çok duyulan şirketlerden biri olan Monsanto'nun epey çok hissesine, kurduğu vakıf sahip olmuştur.

Alıntı: Rodney Brooks: Genetik Mühendisliğinin Geleceği

Ayrıca, bu yüzyılın yaklaşık bir çeyreğini geride bıraktığımızda,
daha biyolojik bir doğanın getireceği benzer gelişmelerden
yararlanabileceğiz. Bu zaman diliminde, genetik
mühendislisinin gerçekten büyük ölçekte -halen araştırmaların
sürdüğü tarım ve tıp alanlarının ötesinde- kullanılması
yaygınlaşacak. Genetik mühendisliği petrol sanayisinde,
plastik eşyaların ve başka malzemelerin üretiminde, geridönüşüm
süreçlerinde, pillerde, yenilenebilir enerji kaynaklarında
ve simdi bulunduğumuz noktadan hayal edilmesi
zor öbür uygulamalarda kullanılacak. 2025'e doğru bu teknolojileri
güvenle kendi bedenlerimize uygulamak için yeterli
açık denetime de kavuşmuş olacağız. Böyle bir çakışma
sürpriz olmasa gerek -çünkü dikey doğrultularda uygulanan
ayni bilim ve teknoloji buna olanak verecektir.

(Rodney Brooks, iRobot şirketini kurmuş ve robot geliştirmektedir.)

Alıntı: Carl Sagan: Tarımda Modern Teknolojilerin Kullanılması

GDO karşıtları biyoteknolojiden çekinirler. Ama ilginçtir gübreleme, ilaçlama gibi teknolojilere de karşı çıkıyor görünmekteler. Dünyanın doymasını sağlayan, verimi yükseltmiş olan Yeşil Devrim olarak anılan tüm modern teknolojileri de dışlamaktadırlar.

Carl Sagan doğayı korumaya özen gösteren biri olarak bilinir. İşte bu konuyla ilgili görüşleri:

Tarımın bulunduğu ve hayvanların evcilleştirildiği on bin yıl
öncesine kadar, insanların besinleri doğal çevredeki meyve-sebzeler
ve av hayvanlarıyla sınırlıydı. Doğal olarak yetişen yiyeceklerin
kıt oluşu yüzünden Dünya on milyon kadar insanı
doyurabiliyordu. Buna karşılık 20. yüzyılın sonunda dünyada altı
milyar insan yaşıyor olacak. Bu demektir ki insanların yüzde
99,9'u yaşamlarını tarımsal teknolojiye, bunun temelini teşkil
eden bilime -bitki ve hayvan genetiği ve davranışı, kimyasal
gübreler, tarım ilaçları, koruyucular, sabanlar, biçerdöverler ve
diğer tarım aletleri, sulama- ve kamyonlarda, demiryolu vagonlarında,
marketlerde ve evlerde soğutma sistemleri kullanılmasına
borçludur. "Yeşil Devrim" de dahil olmak üzere tarımsal
teknolojideki en çarpıcı ilerlemeler yirminci yüzyılın ürünüdür.