29 Temmuz 2016 Cuma

Röportaj: Linus Torvalds: Linux'un ardındaki deha


Linus Torvalds: Ofisim görebileceğiniz en sıkıcı ofistir. Ve burada sessizlikte yalnız otururum. Kedim gelirse, kucağıma oturur. Ve kedinin mırlamasını duymak istiyorum, bilgisayarın fanlarının sesini değil.
(Hımm, yine de fan çok rahatsız etmez yav. :-) )

Chris Anderson: Bize açık kaynağı nasıl algıladığını anlat ve Linux'un gelişimini nasıl etkilediğini.
LT: Aslında, hala yalnız çalışıyorum. Gerçekten -- evimde tek başıma çalışıyorum, çoğunlukla da bornozumla. Bir fotoğrafçı geleceği zaman giyiniyorum, bu nedenle bu resimde giyiniğim.
(Gülüşmeler)
(Ee, şey, eşofman giymek de sayılır mı? :-) Müşteri hizmetleri gibi görünür yerde değilsen böyle bir seçeneğin olabiliyor, tabii. :-) )

LT: O zamanlar 21 yaşındaydım, gençtim yani, ama çoktan hayatımın yarısı boyunca programlama yapmıştım. Ve önceki her projem tamamen kişiseldi ve insanların yorumlamaya başladıkları, koda geri dönüşlerde bulundukları zaman bir aydınlanmaydı. Hatta kod göndermeye başlamadan önce dahi bence şunu dediğim önemli anlardan biriydi: "Diğer insanları seviyorum!" Yanlış anlamayın -- insancıl biri değilimdir.
(Kahkahalar)
Diğer insanları sevmem gerçekten. --
(Kahkahalar)
(Sanırım pek çok kişiyi şaşırtmış olmalı. Beni şaşırtmadı. :-) Bazı işe yarar dostluklar edinmiştir. Ama coğu durumda kalabalık da, çok hevesli olmazdı zaten. :-) )

LT: Ama bilgisayarları severim, diğer insanlarla email ile etkileşimde olmayı seviyorum çünkü bir bakımdan size tampon bir bölge verir. Ama projeme dahil olan ve yorum yapan insanları seviyorum. Ve bu çok daha büyüttü.
(Böylesi daha az yorucu tabii... :-) )

LT: Bu yüzden Git, ilk büyük projemi sürdürmek için sadece benim için tasarlanmış ikinci büyük projem. Kelimenin tam manasıyla çalışma şeklim bu. Kod yazmam için -- zevk için kod yazarım -- ama anlamlı bir şey için kod yazmak istiyorum bu yüzden yaptığım her proje ihtiyacım olan bir şeydi ve --
CA: Gerçekten, Linux ve Git bir nevi bir çok kişiyle çalışmak istememenin neredeyse istenmeyen sonucu gibi.
LT: Kesinlikle, evet.
(Gülüşmeler)
(Müthiş zevklidir kod yazmak. Daha iyi olduğunu hissettirir. Anlamlı bir şey yaptığına, kendini oyalamadığına inandığın zaman. :-) )

LT: Gerçekten, bu daha çok "Bakın ne yaptım!" idi. Ve inanın -- eskiden bu durum çokta iyi değildi. Ben genel kullanıma açık yaptım ve o aşamada açık kaynak bile değildi. O aşamada kaynak herkese açıktı ama arkada bugün geliştirmek için olan açık kaynak metodolojisi yoktu. Daha çok "Bakın, yarım yıldır bu konu üzerinde çalışıyorum, yorum almak çok isterim."
(Bu harika bir duygudur. Kesinlikle bazı insanların gösterecek pek başka bir şeyi de yoktur zaten. :-) Bir de benim diyebileceğin kodların olursa, bu duyguyu iyice perçinler. :-) )

CA: Tamam, oraya geçelim çünkü bu kısım ilginç. Bırakmıyorsun. Demek inek olmakla ya da zeki olmakla ilgili değil inatçı olmakla ilgili?
LT: İnatçı olmakla ilgili. Bir şeye başlayıp ve "Tamam, işim bitti, başka bir şey yapalım -- Bak: Işıl ışıl! "--dememekle ilgili.
Bunu hayatımın diğer alanlarında da fark ettim. 7 yıl boyunca Silikon Vadisi'nde yaşadım. Ve tüm zaman boyunca Silikon Vadisi'nde aynı şirket için çalıştım. Bu hiç duyulmamış bir şey. Silikon Vadisi'nin mantığı bu değil. Silikon Vadisi'nin bütün meselesi insanların bir nevi kazanı karıştırmak için işler arasında atlamasıdır. Ve bu benim tarzım değil.
(Bunu kesinlikle anlarım. Çok uzun süre tek bir şeye odaklanılabilir, gerçekten. Diğer her şeyden özveride bulunulur. Ama özel bir şey yapıyor olduğun hissi hâlâ inandırıcılığını koruyor olması gerekir. :-) Bu arada, böyle odaklanabilirlik ortak becerisi Bill Gates'de de vardır mesela. Bunu herkes yapamaz.)

LT: Satışçıların sizin işlerinizden faydalanmasından korkmam konusuna geri dönersek, o satışçıların oldukça sevimli kişiler oldukları ortaya çıktı. Yapmaktan hiç de hoşlanmadığım şeyleri de yaptılar ve tamamen farklı amaçları vardı. Gitmek istemeyeceğim yollarda açık kaynağı kullandılar. Açık kaynak olduğundan yapabildiler ve birlikte gerçekten güzel çalıştı.
Bende aynı şekilde düşünüyorum. İletişimci olarak sosyal insanlara ihtiyacınız var sıcak ve arkadaş canlısı kişiler.
(Gülüşmeler)
Sana sarılmak isteyen ve topluma sokmak isteyen gibi. Ama herkes böyle değil. Ve bu ben değilim.
(Evet, “Sosyal biri olabilmek için davranışlarımı cilalamaya çalışmanın çok yorucu olduğunu fark ettim.” şeklinde ifade eden John Nash gibi hissediyor olmalı. :-) )

LT: Ben teknolojiyle ilgilenirim. Arayüzü önemseyen insanlar var. Hayatımı kurtarmak için arayüz tasarlayamam. Yani, ıssız adaya düşsem ve oradan kurtulmak için tek yolum sevimli arayüzler yapmak olursa, orada ölürüm.
(Kahkahalar)
(Arayüzler yerine arka planda çalışan çekirdek kodları yazmayı sevdiğini söylüyor. Ama bazen arayüzü de yazmak eğlenceli olabilir. Nitekim kullanıcının arayüzsel beklentileri çekirdek kodları da yönlendirebilir.)

CA: Geçen hafta konuştuğumuzda bana çok ilginç gelen farklı bir özelliğinden bahsetmiştin. Zevk denilen düşünce.
Birkaç tane resim var burada. Sanırım kodda özellikle zevk barındırarak yazılmış örnek değil bu, bu daha güzel yazılmış hemen görülebildiği gibi. Bu ikisi arasındaki fark nedir?
LT: Bu -- Buradaki kaç kişi kod yazdı?
CA: Aman Tanrım!
LT: Eminim ki, elini kaldıran herkes tek bağlı listeyi kullanmıştır. Ve onda -- Bu ilki çok uygun bir yaklaşım şekli değil, temel olarak kodlamaya başladığınızda öğretilen şekli. Ve kodu anlamanıza gerek yok.
Benim için en ilginç kısmı son If bloğu. Çünkü tek bağlı listede olan -- bu listeden var olan bir veriyi silmeyi amaçlıyor -- ve verinin birinci olması yada ortada olması arasında fark var. Çünkü eğer ilk veriyse, işaretçiyi ilk veri olarak değiştirmeniz gerekir. Eğer ortadaysa, işaretçiyi bir öncekine çekmeniz gerekir. Yani bunlar tamamen farklı iki durum.
CA: Ve bu daha iyi.
LT: Ve bu daha iyi. Ve çokta önemli değil -- neden If bloğu olmadığını anlamanızı istemiyorum ama bazen problemi farklı görür ve yeniden yazarsın böylelikle o özel durum gider normal bir durum olur bunu anlamanızı istiyorum. Ve bu iyi yazılmış kod. Ama basit yazılmış kod. Bu CS 101. Çok önemli değil -- gerçi detaylar önemlidir.
(Bazen bir kod yazarsın. Problemi çözüyordur, ama fazla karmaşıktır. İçine sinmez. Sonra yavaş yavaş kafanda başka mantıklar oluşur. Bir If bloğuna pek de gerek olmadığını görürsün mesela. Kodu temizlemeye başlarsın. Sonra, vay be ne güzel çözdüm dersin. Kod daha akıcı olmuştur. Çok şık görünüyordur. Ve arada bir o koda bakmaya doyamazsın. Kesinlikle. :-) )

LT: Teknolojide bir tür klişe bütün bu Tesla vs Edison, Tesla'nın vizyoner ve çılgın fikir adamı olması. Ve insanlar Tesla' ya bayılıyor. Yani, şirketlerinin isimlerine onun adını verenler var.
(Gülüşmeler)
Buradaki diğer kişi ise Edison genellikle sıkıcı olarak çamur atılmış olan ve -- en meşhur sözü de: "Dehanın %1'i iham %99'u terdir.". Ve ben Edison'un tarafındayım, insanlar genellikle sevmese de onu. Çünkü ikisini kıyaslarsan Tesla bir nevi akıllara yer etmiş durumda bu sıralar ama gerçekte dünyayı kim değiştirdi? Edison çok iyi bir insan olmamış olabilir, birçok şey yapmış -- belki çok entellektüel, vizyoner değildi. Ama bence ben Tesla'dan çok Edison'um.
(Tesla uzak yerlere kablosuz elektrik aktarmakla sıkça ilgilenmişti. Vizyoner miydi? Belki. Belki hırslıydı. Ancak teknoloji hiç hazır değildi. Çok fazla enerji tüketecekti. Uzak mesafede ise çok az enerji elde etmiş olacaktı. Verimli sayılmaz. Tesla o parayı, ilk okyanus aşırı kablosuz telgrafı geliştirmek için almıştı Westinghouse'tan. Ama parayı kablosuz elektrik denemeleri için kullandı. Laf aramızda parayı veriliş amacında kullansaydı, daha sonra kablosuz elektrik için para bulabilmesi için iyi referansları olurdu belki. :-) Belki de sadece takıntılıydı. :-) Aslında teknoloji bugün bile hazır sayılmaz. Pratik kullanım alanları yeni başladı. Telefonları şarj edebiliyor. Hatta bir televizyonu bile çalıştırabiliyor, tabii biraz pahalıya. Ama çok yakın mesafelerde işe yarıyor, hâlâ. Edison ise geleceğe çok zaman ayırmazdı. Günlük sorunların çözümlenmesi kafasında büyük yer kaplıyor olmalı. Belki bu yüzden o kadar vizyoner görünmeyebilir. Belki bu yüzden alternatif akımın daha iyi olduğunu görmezden geldi! :-)
(Edison'un icat etmeye büyük şevki vardı. Bu şevk patent alabilmekten kaynaklanıyordu. Bu yüzden şimdi yaşasaydı açık kaynak programları pek sevmezdi muhtemelen. :-) Gerçi bu açıdan bakarsak Tesla'nın da seveceğinden emin değilim. 700 gibi, insanı hayret ettirecek kadar patente sahip olmuştu kendisi. Ki kendisine ait bir şirketi bile yoktu. :-) )

CA: Google gibi bir çok şirket muhtemelen milyarlarca dolar elde etti senin yazılımından. Bu seni sinirlendiriyor mu?
LT: Hayır. Birkaç sebepten dolayı sinirlendirmiyor. Bunlardan bir tanesi, durumum iyi. İyi durumdayım gerçekten.

LT: Ama diğer sebep -- bütün bu açık kaynak işini yapmadan ve bir şeyleri bırakmadan Linux böyle olmazdı. Ve çok memnun olmadığım deneyimleri getirdi, kalabalık önünde konuşmak, ama aynı zamanda bu bir deneyim. Güven bana. Mutlu olmamı sağlayan birçok şey var ve düşününce doğru seçimi yaptım.

16 Temmuz 2016 Cumartesi

Alıntı: Utandırılmak

Harvard Business Review'in Sorusu:
Sürdürülebilirlik ekiplerinizin hepsinin
kendi kendilerini yarattıklarını ve koordine
ettiklerini söylemek doğru olur mu?

Robert B. Shapiro - Monsanto, eski İKB (CEO):
Kısa bir süre önce birisi bana, bu uygulamanın yukarıdan aşağıya
mı, yoksa aşağıdan yukarıya mı örgütlendiğini sordu. Bunlar
bana, çok yararlı kavramlarmış gibi görünmüyor. Bu bizim yaptığımız
bir iş. Biz ne yapmak istiyoruz? Şirketler artık birer makine
değiller. Kendi çıkarları öyle gerektirdiğinden, kendi kendilerini
koordine etmeye çalışan binlerce bağımsız aktörümüz var.
Bunun aşağısı yukarısı yok. Bu sadece bir metafor, hem de
pek işe yaramayan bir metafor. İnsanlar şunu söylüyorlar: Benim
düşüncem şu. Buna ne diyorsun? Bu sana mantıklı geliyor mu?
Denemek ister misin? İnsanların kalbini fetheden fikirlerin hangileri
olduğunu görmemiz ve o fikirlerin en üretken fikirler olduğuna
güvenmemiz gerektiğine inanıyorum.

İnsanların çoğu -tüm yaşamları içinde önemli bir yer tutacak-
uzun bir süre boyunca, varlarını yoklarını şirket denen soyut
bir şeye ya da kar denen soyut bir fikre adamazlar. İnsanlar
ancak insanlar için özveride bulunurlar. Belli bir öneme sahip bir
girişimde birlikte çalıştıklarına inanıyorlarsa, iş arkadaşları için
özveride bulunabilirler. Toplum için özveride bulunabilirler ve
bu da çocukları için özveride bulunmanın bir başka biçimidir.
Yaptıkları işin, bir bakıma tüm bir yaşamla bütünleştiğine inanıyorlarsa,
özveride bulunabilirler.

Sanki kim olduğumuzun yaptığımız işle bir ilgisi yokmuş gibi,
kim olduğumuz ile yaptığımız iş arasında tarihsel olarak bir
ayrım ortaya çıkmıştır. Bu sağlıksız bir şeydir ve çoğu insan bu
ikisini bütünleştirebilmeyi ister. Monsanto'nun tarihi bir kimya
şirketinin tarihi olduğundan, başlarından tekrar tekrar şöyle bir
olay geçmiş çok işgörenimiz -çok iyi insanlar- vardır: Kendi
çocukları veya komşu çocukları veya kokteyl partisinde karşılaştıkları
herhangi biri onlara, ne iş yaptıklarını sorar ve aldığı yanıta
kınayıcı bir tepki gösterir, çünkü Monsanto'da yaptığımız işin
iyi bir şey olmadığını düşünmektedir. Bu yaralayıcı bir durumdur.
İnsanlar yaptıkları işten ötürü utanç duyma durumunda kalmak
istemezler.

Ekonomik dürtüleri küçümsemek istemiyorum -bunlar elbette
önemlidir. Ama sürdürülebilirlikle ilgili bir iş yapıyor olmak,
ekonomik faaliyetimiz ile insan olarak sürdürdüğümüz bütünsel
faaliyet arasındaki uçurumun kapanması konusunda büyük bir
umut vaat etmektedir. Bu ikisini, Marksist bir karşıtlık içinde değil,
aynı şey olarak görüyoruz. Ekonomi, insan faaliyetinin bir
parçasıdır.
(Ekonomik çıkarlarının zannedilenin aksine sürdürülebilir tarımla zaten çatışmadığından bahsediyor.)



Yorumum:

Monsanto'da yapılan iş bitki tasarımını değiştirmektir. Çoğu insan bunun kötü bir şey olduğunu düşünür. Buna tepki göstererek Monsanto mühendislerini utandırmaktadırlar.

Bir gün Mars'a gidilecek. Hatta ilerde orada kalıcı üs kurulacak. Çünkü yolculuk aylar süreceğinden gidiş gelişler çok sık olmayacaktır. Yiyecekleri yanlarında götürmek iyi bir fikir olmayacaktır. Yetmez çünkü. Orada bitki yetiştirmek gerekecek. Ama Mars koşulları pek ideal sayılmaz. Üstelik kimsenin Mars koşullarına uyumlu işe yarar bitkilerin evrimleşmesini bekleyecek zamanı da olamaz. Artık kurak iklime daha dayanıklı bitkiler geliştiriliyor. Genlerinin yeniden programlanılması sayesinde. Su israfı Mars'ta daha gerçek bir sorun olacaktır. Orada bitkinin daha az su kullanması çok önemlidir. Mars'taki sert koşullarla baş edebilecek bitkilere sahip olabilmenin biyoteknolojiden başka bir yolu mümkün görünmüyor. Böylece oluşturulan seralarda yiyecek temin edilebilecektir. İnsanlar, genleri geliştirilmiş bitkilerin faydasına daha açık şekilde tanıklık etmiş olacaklar. İşte o zaman ilk yargılarından dolayı utanacak insan sayısı az olmayacaktır!

Ama burada kalınmayacaktır. Mars'ta konfor da beklenir olacaktır. Sonraki yüzyıllarda yani. Mars Dünyalaştırılmak istenecektir. Mars aynalarla ısıtılacaktır. Algler ve yosunlar oksijen üretmesi için kullanılacaktır. Ne var ki verimleri düşüktür. Zaman kısıtlıdır. Daha hızlı oksijen ve -bitkiler için- karbon üretebilmesi gerekir. Bunun için yine genleri programlanacaktır. Ve bir gün Dünya'dan ayrılmamız gerekecek. Başka bir gezegende konfor sağlandığı ve bitkiler oraya hazır hale getirildiği için biyoteknolojiyle gurur duyacağız. Bu yüzden genleri anlayıp daha işe yarar hale getirmekte şimdiden deneyim kazanmak hayat kurtarabilir.

Alıntı: Yiyeceklerden İğrenme

“Aslına bakacak olursanız, bilim insanları ile bilim düşmanları arasında günümüzdeki en büyük zıtlık, GDO'lar konusundadır. ABD'deki bilim insanlarının %88'i GDO'nun sağlıklı olduğunu düşünürken, ABD halkının sadece %37'si buna katılmaktadır.”

“GDO'yu reddetmemizle ilgili nedenlerden birisi, içgüdüsel olarak sahip olduğumuz iğrenme dürtüsüdür. Genetik modifikasyonu, yiyeceğin "kirlenmesi" olarak görürüz. Dolayısıyla, içgüdüsel olarak, o yiyeceğin zararsız olmayabileceğini düşünürüz. Ayrıca insanların "temelcilik" (esensiyalizm) felsefesine bir yatkınlığı da vardır: yani bir şey "iki şeyden bir tanesi olmak zorundadır" düşüncesi... İnsanlar, eğer ki bir domatese balık geni dahil edecek olursak, domatesin "domates" olma özelliğini temelden değiştirmiş olduğumuzu düşünürler. İçgüdüsel düşünmenin bir diğer biçimi, genetik müdahalenin "Tanrıcılık oynamak" ya da "doğallığı bozmak" olduğu düşüncesidir.”

“Atlanan nokta, "doğal" olan bitkilerin genetik teknolojilerin geliştirilmesinden çok önce bile, insan tarihi boyunca sürekli olarak "doğallıklarının değiştirilmiş ve bozulmuş" olduğu gerçeğidir.”

“Ayrıca, haşere öldürücü ilaç dirençli zirai ürünler, bu teknolojinin sadece tek bir dalıdır. Diğer çok sayıda alan, zirai ürünlerden elde ettiğimiz besin değerlerini katlayarak arttırmakta ve diğer ziraat uygulamalarını da geliştirmektedir."

“Ne yazık ki halkın GDO'ya karşı tavrının değiştiğini gösteren çok az sayıda veri var: örneğin büyük Meksika mutfağı zinciri Chipotle yakın bir geçmişte menülerinden GDO'lu içerikleri kaldıracağını ilan ettiğinde, bazı medya kaynakları bu kararın anlamsız olduğunu ve bilimle örtüşmediğini gazete ve sitelerinin köşelerine taşımışlardı.”
(Halkın çoğunluğunun hoşuna gidecek şekilde yazmak yerine sadece gerçekleri yazan medyanın da var olması avantajdır. Ayrıca bunu sürdürmek büyük cesarettir, çünkü tirajları düşebilir.)

“Fakat yeni yükselen ve bilim düşmanlığı açısından çorak olan alanlar, toplumsal korkuları tetikleyen, bilimsel verilere dayanmadan yorumlar geliştiren kitaplar, CD'ler, filmler, vb. ekonomik getirisi olan ürünler için çok kullanışlı alanlar.”
(Biyoteknoloji şirketlerini çıkarcı şeytanlar olarak niteleyenlerin de epey çıkarı var görünüyor. :-) )

Makalenin Tamamı:
GDO-Karşıtlığının Psikolojisi: Neden Bu Kadar İnsan GDO'ya Karşı? - Evrim Ağacı

Sahne: - Kötü hissetmeme sebep oluyorlar. - O zaman onları görmezden gel.


Temple:
- Çok fazla insan var
kimse beni dinlemiyor.
Ve benim anlam veremediğim bir şekilde
sürekli birbirlerine bakıyorlar.
Eustacia (annesi):
- Kendilerini rahatsız hissediyorlar.
İnsanlar büyükbaş hayvanlarla
ilgili tüm bu detayları duymak istemiyorlar.
Temple:
- Ben istiyorum. Ben onlarla
beraber olmak istiyorum.
Eustacia:
- Tatlım, insanlardan
uzak durmanı istemiyorum.
Temple:
- Kötü hissetmeme sebep oluyorlar.
Eustacia:
- O zaman onları görmezden gel.

Temple, kendisine heyecan veren konuları (genelde bilim) anlayabilen kişilerle iyi iletişim kurmaktadır. İyi dostluklar edinmektedir. Geri kalan kalabalıkla ise genelde birbirlerini pek anlayamazlar.

Kuzey Amerika'da büyükbaş hayvanların yarısından çoğu Temple Grandin'in tasarladığı
insanca sistemlerde bakılıyor.

Alıntı: Enformasyonu Kullanabilmek

Harvard Business Review'in Sorusu:
Biyoteknoloji tarımdaki maddesel nesnelerin yerini
enformasyonun almasını nasıl sağlıyor?

Robert B. Shapiro - Monsanto, eski İKB (CEO):
Örneğin bir bitkiyi, zararlı böcekleri uzaklaştıracak ya da yok
edecek şekilde, genetik olarak kodlayabiliriz. Bu demektir ki, bitkiye
böcek ilacı -maddesel nesne- sıkmak zorunda değiliz.
Bugün tarım bitkilerinin üzerine sıktığımız şeylerin yüzde
90'ı israf oluyor. Bunların çoğu toprağa karışıyor. Eğer bitkinin
içine doğru enformasyonu koyarsak, üretkenliği, daha az
madde israf ederek artırmış oluruz. Bunu biyoteknolojiyle başarabiliriz.

Kimyasalların her durumda kötü olduklarını söylemiyorum.
Ama biyolojiye kıyasla daha az etkindirler, çünkü
bunları imal etmek, dağıtmak ve uygulamak durumundasınız.
Bir öngörüm var: Yirmi birinci yüzyıl, bir yanda enformasyon
teknolojisi ile biyoteknolojinin, öte yanda da çevresel bozulmanın
bulunduğu bir mücadeleye sahne olacaktır. Enformasyon
teknolojisi en güçlü aletimiz olacaktır. Şeyleri en küçük boyutlarına
indirmemizi, israftan kaçınmamızı ve daha fazla maddesel
nesne üretip işlememize gerek kalmadan daha fazla değer üretmemizi
sağlayacaktır. Maddesel nesneleri enformasyonla ikame
etmek, sürdürülebilirlik için bir zorunluluktur.