8 Aralık 2008 Pazartesi

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar

Doğaya doğrudan müdahale ederek, besin olarak kullanılabilecek bitki türlerini yetiştirme ve bazı hayvan türlerini evcilleştirerek sürüler oluşturmak, yeni taş çağının belirgin özelliği olmuştur. Süreç şöyle devam etmiştir; Çiftçi uzak bir diyara ziyaretinde kendi ürününden daha çok ürün veren tohumları keşfetmiştir. Tarlasına getirip bir köşesine diker. Doğal seçilim konusunda şansı varsa, gerçekten de daha çok ürün aldığını görerek mutlu olur. Bilmediği bir şey daha yapmıştır. Polenler! Havada uçuşarak birbirine karışır. Melez ırk yaratılmıştır. Doğanın yaratmadığı, bir yönlendirmeyle oluşturulmuş yeni bitki. İşte gen mühendisliğinin ilk adımları! Bununla kalınsa iyi. İlerde aşılama tekniği geliştirildi. Tadı güzel ama kökleri yerel iklimde yetersiz kalan meyve ağaçlarını, yöreye iyi uymuş köklü ağaçlara eklemlediler. İşe yaradı. Günümüzde bazı organik meyve üreticilerine bile aşılama doğal geliyor. Genler gün yüzünde olsaydı, kolay erişilir olsaydı, çağın girişimcileri, hoşlandıkları meyve tohumlarının genlerine güçlü bitkilerin genlerini aşılamayı denemekte çekingenlik gösterirler miydi. Bugün tartışmak akıl edilmeyecek kadar olağan ve organik yöntem kabul ediliyor olurdu.

Genaktarımlı üründe zararlıya karşı dirençli gen var. “Zararlılar, sonradan buna bağışıklık kazandığında dirençli genin önemi kalmayacak.” iddiası ilk bakışta mühimmiş gibi geliyor. Bağışıklık kazanabilir; gelişmiş canlılar karşılıklı “silahlanma yarışı” yüzünden kompleksleşti zaten. Mühendisler genetik yöntemlerini geliştirerek tepkilerini sürdürür. Hem tarımsal ilaçları uygunsuz kullanmak da bağışıklık kazanmalarına neden olmuyor mu? Organik tarımda da uygulanan önlemlere, zararlının uzun süre aldanacağı söylenemez. Afrika Mısırdeleni’nden korunmak için tarla kenarına Hintdarısı dikiyorlar. Salgıladığı yapışkan maddesiyle Afrika Mısırdeleni’ni çekiyor ve larvalarını öldürüyor! Kimyasal ilaç kullanma nedenlerini hatırlatmıyor mu biraz. Hem Mısırdeleni saf dışı etmek, besin zincirini bozmaz mı! Organik tarım yandaşlarının kimyasal ilaçları eleştirirken sık başvurduğu argümandır “Besin zinciri bozulur!”.

Ayrıca insan genetik mühendislik yaparken canlıyı, gen havuzunun biriktirdiği bilgiden çok daha üst düzeyde yeni Mem (kültür, bilgi belleği)’le kodluyor. Yapılan değişikliklere karşı haşerenin küçük mutasyonlarla başarı elde etmesi eskisine göre daha zor. Haşerenin tümden yok olma olasılığı daha yüksek. İlaçlar kimyasaldır, yapaydır. Yan etkileri de yok değildir. Hatta bazılarının, çok düşük olasılıkla da olsa bazı insanlarda ciddi alerjiye neden olabileceği de gerçek. İlaçlardan alerjen olabilirler diye kesinlikle kaçınılmalı mıdır! Bazen virüslerin direnç kazanmasına da sebep oluyor. Direnç kazanan virüs, savunmasız hayvanlara kolayca sıçrayabilir. Yakın ortak ataya sahip olduğumuz canlılarla genlerimiz benzerdir. İnsanlara zarar verebilecek olan virüsler goriller, şempanzeler için de tehlikelidir. Bu hayvanlar zarar görürse doğal denge kararsızlaşır. Virüs evrim geçirerek güncellenir endişesiyle aşı olunmaması mantıklı görünüyor mu! Oysa çiçek hastalığı böyle yenildi. Yeni, kansere karşı hap tedavisi denemeleri başarılı oldu, tümörün hapa direnç kazanıyor olabilmesine rağmen. Bazı tarikatların “Tanrı’nın işine karışılmamalı” gerekçesiyle hâlâ ilaç kullanmamaları, tüp bebeğe karşı olmaları pek çok insanı gülümsetiyor. Acaba “doğanın işine karışılmamalı” gerekçesiyle GDO’lara karşı çıkma zihniyeti arasındaki benzerlik çok mu örtülü!

Sağlık ve Çevre

Geleneksel ıslah yöntemiyle bitki, yabani atasıyla melezleştirilerek daha verimli hale getirilir. Melez, atalarının genlerin karışımından oluşur. Yani istenen özelliklerin yanında tanımlanmamış başka genleri de taşırlar. 1960’da Lenape adlı patetes çeşidi yabani –doğal- çeşidiyle ıslah edildi. Üretilen yeni çeşit, yabani atasının doğal ürettiği bir alkaloid toksin olan solanin’den neredeyse öldürücü dozlarda içerdiğinden tadına bakan ilk kişi neredeyse ölüyordu. Biyoteknolojik bitki ise sadece istenen özelliklerin genleri taşınarak yaratılır. Yapılan değişiklik, sahip olunan bilgiyle sınırlıdır. Bitki daha kontrol altındadır. ABD Gıda ve İlaç Dairesi üretilen her yeni çeşidin toksinlerin varlığının sınanmasını şart koşmaktadır. Vücuttaki yağların metabolik olarak yakılmasını hızlanmasını lipotropik bir molekül olan metiyonin sağlar. Bir soya çeşidine daha fazla metiyonin sağlaması için Brezilya fıstığından gen aktarıldı. Şirket, yaptığı testlerde, Brezilya fıstığına alerjisi olan tüketicilerde reaksiyona neden olabileceğini görünce projeyi derhal durdurdu. Bazı yabancı otlar toksinli veya alerjendir. Bunların partikülleri tarım ürününe bulaşmaktadır. Yabani ot ilaçlarına dirençli genaktarımlı ürünlerin olduğu tarlalarda, geleneksel tarımdan çok daha az yabancı ot türeyebilir. Alerjen konusu çok büyütülmektedir. Kivi, mango hep potansiyel alerjen gıdalardı. Süt bile öyle. Buna rağmen yaygın tüketimi sürmektedir. Yeni tanışılan her yabani bitki alerjen olabilir. Gerçekte biyoteknolojiyle bitkinin alerji etkisi azaltılıyor. Alerjiye neden olabilecek proteinlerin saptanması ancak biyoteknolojiyle olur. Bu proteinlerin kodlandığı DNA parçaları kullanılmaz. Hatta yabani bitkilerin analizi yapılarak hangilerinin alerjen olduğu listelenir.

Biyoteknolojik ürünlerin DNA’larının insan hücrelerine bulaşacağına inanılmaktadır. GDO yemlerle beslenen hayvanların sütünde, etinde biyoteknolojik DNA bulunmadığı yapılan tetkiklerle sabitlenmiştir. Olağan DNA’dan farklı davranarak biyoteknolojik DNA’nın nasıl bulaşacağının bir açıklaması da yok.

Çevreye zararlıdır efsanesinin de alıcısı çok: Daha verimli olduğundan dar ekin alanları yetmektedir. Geniş yabani çevreler olduğu gibi kalmaktadır. Kimyasal ilaç kullanımı çok azaldığından çevredeki diğer canlılar sağlıklı kalabilmektedir, besin zinciri bozulmamaktadır. Geleneksel üretimde yapılan toprak işlemenin ¼’ü yeterli olduğundan erozyon gözlenmemektedir.

Yeşil Devrim

İlk gelişmiş tarım teknolojilerinin kullanılmaya başlandığı yıllardır. Norman Ernest Borlaug sadece “Doğru yöne yöneltme” olarak tanımladığı “önerilerini” medyanın “Yeşil Devrim” olarak duyurmasına katılmadığını belirtmiştir. İlk sınamalarda beklentilere ulaşılamadı. Yapay gübre kullanıldı, bu yüzden alabildiğine yabani ot türedi. Zararlı otların yok edilmesi için ilaç kullanıldı. Tropik yağmurların humusu sürüklemesini otların engellediği sonradan öğrenildi. Şimdi epey bir şey örenilmiş olmalı, uygulamalar biraz daha oturmuş olmalı ki; Gelişmiş tarım teknolojileriyle sağlanan verim artmıştır. Meksika’da buğday üretimi 3 katına çıktı, Hindistan’da %60 arttı. Gelişmiş ülkeler ise üretim fazlası verdi. Kimyasal ilaçların kirlenmeye yol açmasının etkili bir nedeni de bilinçsiz kullanılmasıdır. Şimdi, gen teknolojileri, en çok yine gelişmiş ülkelerde etkin olarak kullanılmaktadır. GDO karşıtlığının argümanları Borlang’ın uygulamalarına da uyarlanabiliyor. Borlang’ın uygulamaları beklenmedik masraflarına rağmen verim artışı sağlanmış olduğu açık.

DNA yazımı ve bilgisayar programı yazma temelde ortak yanları olan alanlardır. DNA belleği bizzat bir yazılımdır. Bir bitkiye başka bir bitkinin DNA parçasını eklemek, bir yazılıma başka bir yazılımın içerdiği bir modülünü kopyalamaya benzer. Craig Venter sentetik DNA’lı canlı yarattığını açıklamıştı. İşte bu baştan DNA programı yazımıdır. Ve sentetik canlı yarışmaları da yapılmaya başlandı. Konulara berraklık kazandırmak amacıyla bilgisayar ve yazılım alanlarına eğreti olarak sık sık başvurulacak.

GDO’nun doğayı nasıl etkileyeceği kestirilemez deniyor. Üretilen yazılıma yeni özellikler katılmasının tüm durumlara nasıl tepki vereceği tam olarak kestirilemez. Bir makinede doğru çalışır, ama başka makinede sorun çıkarabilir. Programcılar birçok duruma önceden hazırlıklı olurlar. Ama hiçbir zaman tam hakim olamazlar. Bu yüzden de yeni yamaların yapılması olağandır. GDO’lar beklenmedik bir şeye neden olduğunda yeni “yama genler”le sorun giderilir. Ne olacağı tam olarak kestirilemez diye yenilik yapılmasından korkulması daha mı iyi. Programcı şöyle mi düşünsün: Bu programın pazar payı bu. Müşterinin bu yeni özelliği nasıl bulacağından asla emin olamayız. Çok geniş uygulama alanı olan bu yazılıma bu yeni özelliğin eklenmesi fark edemediğimiz sorunlara neden olabilir. Müşterinin işler aksaya da bilir –ki, bu bazen olur-. Biz en iyisi bu yeni özelliği hiç eklemeyelim…

Eskiden bilgisayarlar lükstü. Büyük şirketlerin oyuncağıydı. Hikayeyi biliyorsunuz. Yaygınlaştı. Ucuzladı. Kendisine emanet edilen işler çok arttı. Her endüstrinin en önemli işçilerinden oldu. Verimi arttırdığı açık. Her işe göre özelleşmiş yazılımlar tüketicisini buluyor. Birçok insanın eline geçmesi hesapta olmayan aksiliklerin de olmasına neden oldu. Virüs programlayanlar da çoğaldı. Şirketler anti-virüs, güvenlik yazılımlarına da ciddi paralar aktarmak durumunda kaldı. Eğer işlerini bilgisayarla görmüyor olsalardı virüs dertleri de hiç olmayacaktı. Bilgisayardan kaynaklı yüke masraf etmemiş olacaklardı. Buna rağmen öyle görünüyor ki; son toplamda bilgisayar kullanmak masrafları düşürüyor ve işler daha kolay yürüyor. Dikkatsiz kullanılan yazılım iş kayıplarına neden olabilir. “Virüs bulaşırsa özenle oluşturulan veriler kaybolur.” kaygısıyla daktilo-kağıt kullanmayı sürdürerek gittikçe artan girdi bilgileriyle başa çıkmak mümkün görünmüyor.

Bilgisayarlarda önceden düşünülmemiş bir sorun ortaya çıktı. 2000 yılı problemi. Eski bilgisayar yazılımları bu tarihten sonrası için hatalı çalışabilirdi. Bir sürü yaygara koparıldı. Bilgisayara bağımlı işlerde felaket olabilirdi. Bankalar, uçaklar, trafik lambaları çalışamaz hale gelebilirdi. Ne oldu, ufak tefek yamalarla sorun unutuldu gitti. Bir felaket olmadı. Biyoteknoloji üzerine olumsuz varsayımlara benziyor. Çok büyütülmüştü.

Bitki Patentleri

“Yaşam patentlenemez!” sloganıyla doğada milyonlarca yıldır varolan mikroorganizmaların patentleştirildiği vurgulanıyor. Sadece genetik değişikliğin gerçekleştirildiği tekniğin patentinin alınabilmesi isteniyor. Öncelikle, doğada varolan mikroorganizmaların yeni keşfedilmiş bile olsa patentleşemediğini belirtmek gerekir. Patentler, yeni ürünleri içerebildiği gibi, eski veya yeni ürünleri üretmek için kullanılan yeni yöntemleri de içerebilir. Makineler, kimyasal bileşikler kapsam içindedir. Genleri değiştirilerek oluşturulan ürün doğada hep varolan canlı değildir. Ticari yeni bir makinedir, gerçi her canlı yaşamkalım makinesidir. Elektronik şirketi geliştirdiği yeni aygıtın patentini alır. Aygıta değil de salt yönteme patent alsaydı, başka üreticilerin, taklitlerini piyasaya sürmesi gayet yasal olurdu.

Genetik Çeşitlilik ve Lezzet Zenginliği

“GDO türündeki genler yöredeki doğal türüne atlayarak genetik çeşitliliği azaltacak.” savı yaygın kullanılmakta. Türün bir bireyinde mutasyon olduğunu varsayalım. Bu bireyin soyu, diğerlerinden daha başarılı yavrulayabiliyor ve hayatta kalabiliyorsa mutasyon tür içinde yayılacaktır. Eğer bir GDO mutasyonu yayılmayı başarabilmişse doğal çevreye daha uyumlu olduğundan olacaktır. Yoksa doğal seçilim bu GDO’yu elemiş olacaktı. Aslında bu sav GDO’lar için güzel bir iltifattır. Ve gen mühendisliğinin, genlerin doğal mutasyon birikiminden daha iyi işler yapabildiğini gösterir. Türün genetik çeşitliliğinin üzerindeki etkisi, kendiliğinden oluşacak yararlı bir mutasyondan daha farklı olmayacaktır. Bu yeni de değil, insanlar geleneksel çaprazlamayla, yalıtmayla soyu yönlendirmektedir. Eskiden buğday doğada günümüzdeki gibi değildi. Yönlendirmeyle değişti, verimi arttı. Çiftçiler doğadaki bitkinin bir iki cinsini seçip tarlalarında özel ilgi göstermeye başladığından beri tek tipliliğe yöneliş oluyor. İlginçtir; GDO’nun çevreye yayılması yasal değildir. Patent sahibi şirket biyoteknolojik ürününün, lisanslayamadığı topraklara kontrolü dışında yayılması yüzünden zarar eder. Çevreye dağılmasına hevesli olmayacaktır.

Güya tek tip besine neden oluyor ve tek tip damak tadının kalmasını sağlıyor. Ford, “montaj hattı”nı geliştirerek seri üretimde çığır açtı. Otomobiller yaygınlaştı. Sonraki yıllarda başka firmalar farklı otomobil seçenekleri sunmaya başladı. Çeşitli renk ve tarzlarda arabalar piyasadaydı artık. Henry Ford ünlü “İnsanlar istedikleri renkte bir Model T’ye sahip olabilirler, siyah olduğu sürece.” sözleriyle müşterilerin seçenekleri fazla önemsemeyeceğine inandı. Tek tip Model T’yi üretmeyi sürdürdü. Ford pazar payını kaptırdı. Biyoteknoloji şirketleri, diğer endüstrilerde olduğu gibi, her tür insana hitap edebilecek lezzetler yaratmayı deneyecek. Genlere müdahale edebiliyor olmak, geleneksel tarımla elde edebilen tat kısıtlamasını kaldırır. Hayal gücü genişler.

Biyoteknoloji Şirketlerine Bağımlılık

Çiftçilerin tohum için sürekli şirketlere bağımlı olacağı iddia ediliyor. Oysa bu diğer ticari ürünlerden çok farklı değil. Bir yazılım kullanıldığında verim sağlar ve yeni alışkanlıklar edinilir. Genelde gelişmiş bir yazılımın sadece sınırlı lisansı alınabilir. Değiştirilemez, kopyalanamaz. Yazılımı kullanarak edinilen bağımlılığa benzerliği gözden kaçmamalı. Cep telefonları GSM operatörlerine bağımlı yapar, araba kullanıldığı sürece petrol şirketlerine bağımlı kalınır. Bu iddia her endüstri için pekâlâ ileri sürülebilir. Karnımız maalesef her gün yeniden acıkıyor. Dolayısıyla en çok bağımlı olduğumuz kişiler çiftçilerdir, en azından şimdilik. Belki de sırf bu yüzden bile gıda işi sadece çiftçilerin inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemlidir. Köhne, geleneklerin ezberlettiği yöntemlerle sağlanan ürünler uzun zamandır yetmemekte, ve bazılarının varsaydığı gibi çok sağlıklı da değildir. Biyoteknoloji şirketlerinin sağladığı besin değeri yüksek ve esnek ürünler şimdi daha anlamlı olmaktadır. Modern bilimin olgularıyla hareket eden mühendislerin bilgisi, çiftçilerin sezgilerinden önceliklidir. Çiftçilere bağımlı kalmayı tercih etmek pek iyi bir fikir gibi görünmüyor.

Çiftçilerin bir kısmı sonraki yıla tohumları saklamak istiyorlar. ABD’de saklamak yeni tohum almaktan daha pahalıya geliyor. Ayrıca yeni tohum almak daha iyi. Çünkü yeni sürüm olacaktır İyileştirmeler yapılmış olacaktır, belki daha verimli olacaktır. Bitkinin kopyaladığı yeni tohumları kullanmak bir CD’yi DVD’yi çoğaltmaya benzer. Bir kitap satıcısının, dükkanındaki raflarda duran kitapları, yayınevinden bağımsız olarak fotokopilerini çekip defalarca satmak istemesi bu konuya iyi bir eğretidir. Yeri gelmişken GDO’ların veriminin yalan olduğunu düşünenler oluyor. Bu durumda çiftçinin zaten tohum saklama niyeti olmaz. Eğer talep ederse veriminden memnun demektir. Biyoteknolojik mısır ekimiyle sağlanan kâr artışının %75’i bizzat çiftçilere kalmaktadır.

Tohum vermeyen bitki teknolojisi de uygulanmamaktadır. Böyle bir teknoloji uygulanıyor bile olsaydı, bu GDO karşıtlarını sevindirmelidir. Çünkü yöredeki doğal türüne asla atlayamayacak demek olurdu.

Tekel Şirketler

Birkaç firma tüm tarımı, hayvancılığı kendilerine bağlayarak tekel hakimiyeti kurmaya çalışıyor, şeklinde düşünülüyor. Şöyle de bakılabilir; Zararlıya dirençli bitki programlayarak, kimyasal ilaç şirket ürünlerine alternatifler sunulmuştur. Geleneksel tohum tedarikçilerine de bir seçenektir. ABD’de 100 kadar bağımsız şirket geleneksel tohum tedarikçiliğini sürdürüyor. Biyoteknoloji şirketlerinin eli 12 tohum üreticisi ile sınırlı. Gen mühendisliği karmaşık ve pahalı olduğundan yatırım yapacak şirket sınırlı. Ama teknoloji gelişip ucuzladığında oyuna giren şirketler hızla artacaktır. İnsan Genom Projesi 3 milyar dolar maliyetle ağır ilerliyordu. Craig Venter, Celera Genomics şirketini kurdu. Sadece 300 milyon dolar yatırımla da yapılabileceğini planlayarak pazara girdi. Bilgisayar üretmek de pahalıydı. Uzun süre sayılı şirket vardı. Şimdi ise markaları teker teker saymak eziyet olur. Onlarca bilgisayar firması var ama pazarın %53’ünü Dell ve HP paylaşıyor. Tekel gibi görünüyor, değil mi! Pazar paylarının bu kadar yüksek olmasının nedeni satış sonrası hizmetleriyle ünlü olmaları. Besin değeri yükseltilmiş gıdalar tüketici bedenin gelişimine katkı yapacaktır. Bu da bir çeşit satış sonrası hizmettir. Bitkinin verimi çiftçiyi de mutlu edebiliyorsa zaten pazara hakim olacak demektir. Gerçekten tekel olan bir şirket neden dirençli, verimli genler geliştirmeye gayret göstersin ki.

Peki, biyoteknoloji şirketleri yüksek besin değerli tohumları neden geliştirsin: Toplumun ilgisini çektiğinden yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneleceğini vaat eden politikacılar sempati topluyor. Güneş enerjisine yatırım yapan şirketler de kazanç sağlayabiliyor. Tüketicilerin organik gıda sevdasından bu alana yatırım yapan şirketler umduğunu buluyor. Biyoteknoloji şirketleri de yaşayakalmak için rekabetteler. Önyargıları yıkmak ve ilgiyi arttırmak yararlarına olacak. Güneş enerjisine yatırım yaparak tüketiciyi mutlu etmeyi başaran firma gibi tohumun besin değerini yükselten firma da tüketiciyi ikna edebilir.

Açlığa Çare

GDO karşıtları, “Biyoteknolojiyi savunanların GDO’ların açlığa çare olacağı reklamını yaptıklarını” altını çizerek duyuruyorlar. Gerçek şu ki böyle büyük bir iddiaları yok. GDO karşıtları kendilerine yargılayabilecekleri malzeme çıkarmak için bu yakıştırmayı yapıyorlar. GDO’ların kendi başına açlığa çare olması beklenemez. Besin değerinin yükseltilmesi ve verimin arttırılması, bu konuyla ilgilenen gönüllülerin işine yarayacaktır. Açlığın asıl nedeni politik, savaşlar ve sudur. Bu fikre çok kızanların dayanağı organik besinlerle ise hiç mümkün olmadığı vurgulanmalı.

Organik gıdaların herkese yeteceğini savunanlar var. Hatta adil paylaşılırsa, her bireyin obez olmasına bile yetecek kadar çok üretilebileceğine kendisini inandırmış kişiler bulunmakta. Öyleyse, organik gıdaların, diğerlerinden neden kat kat pahalı olduğunu açıklamaları gerekir. Tamamen saf organik yiyecekleri herkese yetiştirmek mümkün değildir. Narin olduklarından sadece belli topraklarda, koşullarda yetişir ve dolayısıyla kısıtlı üretilebilir. Erken bozulacağından raf ömrü kısadır. Ve çabucak başka bölgelere dağıtmak mümkün değildir. Dondurmak, koruyucu maddeler gerçekten gerektiği içindir. Uygulanabilir kolay ve ucuz daha mantıklı bir seçenek yoktu. Tabii, şimdi gen mühendisliğiyle koruyucu maddelerin ağırlığı azalacaktır. Sertifikalı organik ürünler, geleneksel teknikle üretilmiş ürünlerden daha pahalı, çünkü talebi karşılayamıyor. Daha fazla emek gerektiriyor.

Dünya nüfusunun yarıdan fazlası pirinç ile besleniyor. Ekonomik sorunları olan bölgelerde nüfusun hızlı artışının sürmesi israftır. Önümüzdeki 20 yıl içinde nüfusa pirinç yetişmesi için üretimin %30 artması gerekiyor. Pirinç genomu tümüyle çözüldü. Daha fazla tohum veren ve bol A vitamini sağlayan genetik yenilenmeye sahip pirincin pazarı göz alıcı.

Genlerin doğal evrimi basit referanslara göre programlanır. Bu yüzden kolayca yanılırlar. Örneğin böcekler güneşe göre yollarını bulur. Ama etrafta ateş varsa ona doğru uçarak kendisini yakar. Ateşin ışığı ona Güneş referansını verir çünkü. Bitkiler de mevsimlere, çevreye göre programlanmıştır. Yalnız değişen çevre, iklim yanıltır onları. Mühendislerin değişime göre yeniden programlayacağı bitkinin daha verimli olacağı açıktır. Daha az suya ihtiyaç duyan domatesler kuraklaşan yörelerde hâlâ ekilebiliyor olacaktır.

Kamuoyunun ikna olmasındaki en büyük güçlük, genaktarımlı ürünlerin yaygınlaşmasından ekonomik olarak zarar görecek tarafların bulunmasından kaynaklanıyor; tüketicilere “GDO’suz” ürünler satarak daha fazla kâr eden perakendeciler ve pazar payları daha şimdiden %20 oranında düşen kimya endüstrisi gibi. Böyle diyor Bruce Chassy. GDO karşıtlarını yeniden düşünmeye itmesi gereken güzel bir saptama.

Genetik biyoteknolojide irdelenen kapsam gıdalarla sınırlı kaldı. Aşı bitki geliştiriliyor. E. coli bakterisinden koruyan patates sonuç verdi. Hepatit B’ye karşı aşı maddesi içeren patates de etkili oldu. Aşı olmak kolaylaşıyor. İnsulin GDO bakterilerinden elde edilmekte. Vitamin, sabun, gıda katkısı 20 yıldır bu yöntemle sağlanıyor. Sütünde insan proteini bulunan çiftlik hayvanı üzerine çalışılmakta. Karbondioksiti enerjiye dönüştüren organizmalar, oksijen üreten organizmalar çok yakında. Gelecekte uzay gemisinde, yaşanabilir sera ortamı oluşturmak zorunda kalacak insanlar. Oksijen üretmesi için gemiye ağaç dikilmeyecek. Ağaçların varolmasını sağlayacak karmaşıklıkta ekosisteme sahip olamayacaktır. Yapay kromozomlu bakteriler basit ve esnek olacak. Oksijen üretecek, çöp toplayacak. Yapay kromozomlu makineler, kültürün kanıksanmış öğeleri haline gelecek. Ve en nihayetinde insan DNA’sı müdahale edilerek geliştirilecek. Gerçekçi gelmiyor mu! 50 yıl önce, bilgisayarların bugün yaptığı işler, insanlara uçuk gelmiş, akıl edememişlerdir. DNA programlama gelişiyor, öngörülemeyen yerlerde uygulama alanı bulacaktır. 2001: A Space Odyssey, The Terminator, RoboCop gişede başarı sağlayan sinemalardır. Ortak yanları yeni teknolojilere, bilgisayarlara, robotlara duyulan güvensizliği yansıtıyor olmalarıdır. Biyoteknolojiye tepki gösteriliyor olmasının sırrı bu paranoyada saklı olamaz mı.

Evet, genaktarımlı tarım geleneksel tarımdan daha riskli değildir. Elbette maliyet bakımından da devede kulak kalır. Yine de biran için bilinmeyen yan etkilerinin ortaya çıkabileceğini varsayalım. Bunun üzerinde beyin fırtınası yapalım. Cep telefonu elektromanyetik radyasyon yayıyor. Günlük hayatta kullanılan çoğu cihaz şöyle böyle elektromanyetik radyasyon yayıyor. Hidroelektrik barajlar çevreyi bozdu. Bilgisayarla çalışmak bel rahatsızlıklarına neden olabiliyor. Şehirleşmeyle birlikte ortak su şebekeleri inşa edildi. Ama suya bulaşacak bir virüsün insanlara yayılması kolaylaşmış oldu. Ağaçların dallarında yaşayan atalarımızın teknolojiye bulaşmamış doğal hayatları da pek güvenli sayılmazdı. Ağaçtan düşebilir, yırtıcılara av olabilirdi. Görüldüğü üzere hemen her şeyin riski, yan etkisi oluyor. Canlıların DNA algoritması anlaşıldıkça yeni ilhamlar alınacak ve hedeflere daha hatasız ulaşılacak. Her yeni ilişki yanında yüklerle gelir. Yeni bir arkadaş edindiğinizde, sonraları yeni fark etmeye başladığınız -size göre tuhaf olan- huylarına katlanmak durumunda kalabilirsiniz. Hatta onun bazı hoşlanmadığınız dostlarına karşı diş sıkmanız gerekebilir. Bu arkadaşlıktan çok şey kazanabiliyorsanız, bunlar hayal kırıklığına neden olmaz. Ama bu yüklerin yanında arkadaşınız hafifse, bıkarsınız. Gelecekteki “valizler”in abartılı hesabını yaparak başkalarıyla ilişki kurmaya yanaşmayan pek az insan vardır. Her yenilik de yanında yüklerle gelir. Sesten hızlı yolcu uçağı Concorde geliştirildi. Ne yazık ki “yük”ü ağırdı. Çok fazla yakıt tüketiyordu. Ekonomik değildi. Hava yolu şirketleri dayanamadı ve sonunda müzelik oldu. Bir GDO tasarımı da ekonomik değilse, yükü ızdırap veriyorsa piyasası da olmayacaktır. Matbaanın icadı ağaçların kesilmelerine vesile oldu. Kitapların daha çok kişiye ulaştırılmış olması protesto edilmeli miydi! Arayanlar yel değirmenine de bahane bulur. Antika mı kalınmalı!

İlgili Belgeler

Tübitak Bilim ve Teknik
Bitkilere Gen Aktarımı eki: Ocak 2008
Gen Aktarımlı Ürünlerin Dünü, Bugünü: Kasım 2005
Yeşil Devrim: Ekim 1979
Organik Tarım: Temmuz 2003
Bitkilerden Hazırlanan Aşılar: Ekim 1998
Genetik Mühendisliğiyle Oluşturulmuş Güç: Kasım 2005

http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya: GDO Bilgi Platformu
Söylentileri Dağıtmak
http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya/index.php?option=com_content&task=view&id=62&Itemid=77
Patent Hakkı
http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya/index.php?option=com_content&task=view&id=59&Itemid=74

http://www.gdoyahayir.org: GDO’ya Hayır Platformu

http://www.genbilim.com/content/view/3777/: Yapay Yaşam Yolunda Önemli Adım