27 Haziran 2018 Çarşamba

Sahne: Uzaklaşmak


Gavin artık usanmıştır. Rakiplerinden kaçmak istemektedir. Belki de kanıtlanabilecek bir sonuca artık inanmadığı içindir. Daha kolay şeyler yapmak istemektedir. Belki basit bir dondurma satıcılığı daha rahat olacaktır. :-)

Gavin: ...Ne. Onu neden buraya getirdin?
Denpok: Gavin, cehaletini mazur gör. Belli ki o dondurma zincirinin sahibinin, en büyük rakibin Jeff Bezos olduğunu bilmiyor. Veya Half Moon Bay'de yeni şube açtıklarını...
Gavin: O zaman Half Moon Bay olmaz.
Denpok: Eminim aileni korumak için Bezos'dan uzak bir yer bulabilirsin. Belki Kuzeydoğu Pasifik olabilir.
Gavin: Hayır, Oranın sahibi Gates ve Paul Allen!
Denpok: Peki ya Toronto?
Gavin: Google sahil şeridinin tamamını yeniden geliştiriyor. Ve Richard Branson en güzel adaları kaptı.
Mars'a gidebilirim. Ama adı batasıca Musk orada olur.
Ve o ezik James Cameron okyanusun dibinde...
Lanet olsun. Gidecek yerim yok!
Değil mi?
Denpok: Çok doğru çekirge.
Eğer savaş kaçınılmazsa, Hooli savaşmak için en iyi yer değil mi! :-)
Hatırı sayılır imkanları, global nüfuzu ve yöneticilere yönelik muhteşem yemek seçenekleri...
Eğer birlikte çalışırsak, Hoover'la birlikte eşi benzeri olmayan bir destek verebileceğimizden eminim.
Hoover: Evet.
Birlikte çalışırsak.
Eşit olarak!
...
Kutu 3'ün tanıtımını yapacağınızı söyleyim mi efendim?
...
Gavin: Galiba başka seçeneğim yok!

21 Haziran 2018 Perşembe

Özgür İrade – Alıntı: Ray Kurzweil

Özgür irade gerçekten özgür mü! Bizim kontrolümüzde olan doğaüstü bir bilinç gerçekten var mı! Motor korteks harekete geçiyor. Kasları harekete geçiriyor. Ama neokorteks sonradan bilgilendiriliyor. Yani bilinçli karar vermeden önce, motor korteks çoktan işleme başlamış oluyor. Beyin bunu neden yaptığıyla ilgili bir hikaye uyduruyor. Kendisinin kararıyla bunu yaptığına inanıyor. Örneğin bir deneğin neokorteksindeki mizah algılama noktalarından biri uyarılıyor. Denek gülüyor. Elbette ortadada gülecek bir durum yok. Ama denek, gülmek bilinçli kararıymış gibi hemen bir neden buluyor. Mesela “başımda dikilmeniz çok komik” diyor. Bu nedene inanıyor ve kendi kararıyla gülümsediğine inanıyor. Mizah algılama noktaları her uyarıldığında gülümsüyor. Bilinçli gülümsediğini düşünerek, gülmesine bir neden buluyor.


Gazzaniga'nın testleri düşünme deneyleri değil, gerçek zihin deneyleridir.
Bu deneyler bilinçlilik konusu için ilginç bir bakış açısı sağlarken özgür
irade meselesi hakkında daha doğrudan konuşuyorlar. Bu durumların her birinde
hemisferlerden biri aslında hiç almadığı bir kararı verdiğini sanıyor. Bu,
her gün verdiğimiz kararların ne kadarı için doğru?

On yaşındaki kadın epilepsi hastası vak'asını düşünelim. Beyin cerrahı
Itzhak Fried hasta ayıkken beyin ameliyatı uyguladı (bu yapılabilir bir
şeydir çünkü beyinde acı reseptörü yoktur). Hastanın neokorteksinde belirli
bir noktayı her stimüle ettiğinde hasta gülüyordu. İlk başta cerrahi ekip
bir çeşit gülme refleksini tetiklediklerini sandılar fakat kısa bir süre sonra
gerçekten mizah algılama bölgesini tetiklediklerini anladılar. Hastanın neokorteksinde
mizah algısını tanıyan -bariz bir şekilde birden çok- nokta buldular.
Hasta sadece gülmüyordu - durumda doktorların neokorteksteki bu
noktayı stimüle etmesinden başka aslında değişen hiçbir şey yoksa da durumu
komik buluyordu. Hastaya neden güldüğünü sorduklarında "Herhangi
bir sebep yok" ya da "Demin beynimi stimüle ettiniz" gibi bir cevap vermedi,
anında bir sebep uydurdu. Hasta, odadaki bir şeyi gösterip neden komik
olduğunu açıklamaya çalıştı. "Tepemde dikiliyor olmanız çok komik'' de tipik
bir yorumdu.

Göründüğü gibi, hareketlerimizi açıklama ve akla uygun hale getirmeye
oldukça eğilimliyiz, buna yön veren kararları gerçekten almasak da. O zaman
aldığımız kararlardan ne kadar sorumluyuz? Fizyoloji profesörü Benjamin
Libet (1916-2007) tarafindan Davis Californiya Üniversitesi'nde yapılan
deneyleri düşünelim. Libet kafa derisine EEG elektrodları bağlanmış katılımcıları
bir zamanlayıcının önüne oturttu. Onlardan, butona basmak ya da parmaklarını
hareket ettirmek gibi basit işler yapmalarını istedi. katılımcılardan
"hareket etme isteği ya da dürtüsü ilk geldiğinde'' zamanlayıcıdaki zamanı
not etmeleri istendi. Testler bu denekler tarafından yapılan bu değerlendirmelerde
50 milisaniyelik bir boşluğa işaret etti. Deneklerin hareket etme dürtülerinin
farkında olmalarıyla hareket etmelerinin arasında da ortalama 200
milisaniyelik bir zaman ölçtüler.

Araştırmacılar deneklerin beyninden gelen EEG sinyallerine de baktı.
Motor korteks tarafından (hareketi gerçekleştirmekten sorumlu olan bölge)
hareketin başlatılmasında yer alan beyin aktivitesi gerçekte hareketin yapılmasından
ortalama 500 milisaniye önce gerçekleşti. Bu, denek böyle bir ka-
rar aldığının farkında dahi olmadan saniyenin üçte biri kadarlık bir süre önce
motor korteksin bu işi gerçekleştirmeye hazırlandığı anlamına geliyor.
Libet deneylerinin olası sonuçları çok tartışıldı. Libet'in kendisi de karar
almanın farkında oluşumuz bir algı yanılması gibi görünüyor, yani "bilinçlilik
döngünün dışındadır," sonucuna vardı. Filozof Daniel Dennett, ''Hareket
için ilk başta beynin bir parçasında zemin hazırlanıyor ve sinyalleri kaslara
gönderiyor ve yoldayken durup size, bilinçli temsilciye, neler olduğunu
anlatıyor (ancak tüm iyi memurların size, sakar başkana yaptıkları gibi her
şeyi sizin başlattığınız aldatmacasını yaratıyor)" yorumunu yaptı. Aynı zamanda
Dennett, deney tarafından kaydedilen zamanlamaları sorgulayarak,
deneklerin tam olarak ne zaman hareket etmek için karar verdiklerinin farkında
olmayabılecekieri noktasını tartıştı. Eğer denek ne zaman karar verdiğinin
farkında değilse, kim bunun farkında? Ancak bu nokta gerçekten daha
önce de tartıştığım gibi kabııl gördü, neyin bilincinde olduğumuz belirli olmaktan
çok uzak.

Hintli Amerikalı sinirbilimci Vilayanur Subramanian ''Rama'' Ramachandran
(1951 doğumlu) durumu daha farkiı şekilde açıklıyor. Neokortekste
30 milyar seviyesinde nöronumuzun olduğu göz önüne alınırsa, beyinde
gerçekleşen çok fazla şey var ve bilinçli olarak bunun çok azının farkındayız.
Büyük ya da küçük, kararlar sürekli olarak neokorteks tarafından işleniyor
ve bilinçli farkındalığımızda ortaya çıkmaları için çözümler öneriliyor. Özgür
iradeden ziyade Ramachandran "özgür istenmeyenleri" - yani, neokorteksimizin
bilinçli olmayan kısımları tarafiırdan önerilen çözümleri reddetme gücünden
konuşalım diyor.

Askeri mücadele örneğini düşünün. ordu görevlileri başkana bir öneri
hazırlıyor. Başkan'ın onayını almadan önce kararın gerçekleştirilmesini
sağlayacak hazırlıklar yapılıyor. Belirli bir anda, önerilen karar başkana sunuluyor,
başkan onaylıyor, görevin geri kalanı daha sonra gerçekleştiriliyor.
Bu örnekte temsil edilen "beyin" neokorteksin bilinç dışı süreçleriyle (yani,
başkanın altındaki ordu görevlileri) birlikte bilinçli süreçleri (başkan) de içerdiği
için sinirsel hareketlerle birlikte gerçek hareketlerin de resmi karar alınmadan
önce gerçekleştiğini görürdük. Belirli bir durumda başkanın altındaki
görevlilerin aslında başkanın onaylaması ya da reddetmesi için ki ABD Başkanları
ikisini de yaptı, verdikleri öneriden ne kadar sapacağıyla ilgili tartışmalara
girebiliriz. Ancak bu zihinsel hareketin motor kortekste bile olsa alınacak
bir karar olduğunun bizler farkında olmadan başlaması bizi şaşırtmamalıdır.

Libet deneylerinin altını çizdiği şey beyinlerimizde kararlarımızın altında
yatan ve bilinçli olmayan birçok hareketin olduğudur. Neokortekste gerçekleşen
çoğu şeyin bilinçli olmadığını zaten biliyorduk, dolayısıyla hareketlerimizin
ve kararlarımızın hem bilinçli hem de bilinçsiz hareketlerden kaynaklandığı
da şaşırtıcı olmamalıdır. Bu ayrım önemli midir? Eğer kararlarımız ikisinden
de oluşuyorsa bilinçli olan kısımları bilinçli olmayan kısımlardan ayırmak
önemli olmalı mıdır? İki taraf da beyni yansıtmıyor mu? En nihayetinde,
beynimizde olan her şeyden bizler sorumlu değil miyiz? "Evet, kurbanı ben öldürdüm
fakat sorumlu değilim çünkü dikkat etmiyordum" muhtemelen zayıf
bir savunmadır. İnsanın kararlarından sorumlu tutulmadığı dar yasal zeminler
olsa da genellikle yaptığımız her seçimden sorumlu oluruz.

8 Haziran 2018 Cuma

Watson Düşünebiliyor mu!


Watson hiyerarşik istatistiki analiz yöntemini kullanır. Tuhaf mı görünüyor? Düşünmek buna benzemiyor mu! Kuşku mu var? Peki düşünmek nedirki! :-)

İki kişisinin konuştuğunu varsayalım. Biri konuşurken, kelimelerden birini yarım yamalak söylemiş olsun. Karşıdaki kişi o kelimeyi nasıl sezer dersiniz. Cümledeki yerinden ve cümlenin konudaki yerinden, o kelimenin ne olabileceğini istatistiksel olarak tahmin eder. Yeterince emin olduğunda cümleyi anlamış olur. Aslında insan beyni de hiyerarşik istatistiki analiz yaparak anlar. :-)

Sinir hücrelerinin oluşturduğu alt hiyerarşik basamaktaki şekil tanıma birimleri sadece sesi duyar. Sonraki basamaktaki şekil tanıma birimleri kelimeleri seçer. Daha sonraki şekil tanıma birimleri cümleyi anlar - ki, bunu artık Ray Kurzweil'in geliştirdiği yöntemleri kullanan Siri filan yapabiliyor. Sonraki basamaklardaki şekil tanıma birimleri konuyu anlamaya çalışır. Ne kadar yüksek hiyerarşik şekil tanıma birimi kurulabilmişse o kadar iyi kavramsal ifadeleri anlayabilir. Bu şekil tanıma birimleri, alt basamaktan gelen verileri istatistiksel olarak değerlendirerek karara varır. Ve üst basamağa sinyalini yollar. İnsan beyni böyle çalışır; Hiyerarşik İstatistiki Analiz yapar. Ve Watson da aynen böyle çalışmaktadır. Yoksa soruları anlayıp, en iyi iki Riziko oyuncusunu yenemezdi! :-)

İnsan beyni yüksek hiyerarşik basamaklarda başarılıdır. Yüksek basamaklar, daha kavramsal şeyleri anlayabilmek demektir. Beyin daha yüksek hiyerarşik basamaklar oluşturabildikçe daha derin anlamları sezinleyebilir. Bir kitaptaki göndermeleri daha iyi anlayabilir. Örneğin bir çocuk, kitabı okurken, sadece yüzeysel ve sadece çok açık olan anlamları kavrayabilir. O çocuk büyüdükçe, beyin sinirleri, daha yüksek hiyerarşik şekil tanıma birimleri oluşturur. Ve kitabı daha derinden anlamaya başlar. Tabii hayatı da daha iyi anlar. :-)

İnsanların ulaştığı daha derin kavramsal anlamayı sağlayacak hiyerarşik basamağa ulaşamadı Watson. Sadece şimdilik! Ama çocuklar da en başlarda, yüksek hiyerarşik basamakları kuramamıştır. Zamana ve birikime ihtiyacı vardır. Aynı zamanı Watson da hak etmiyor mu! :-)

Alıntı: Watson Düşünebiliyor mu! - Ray Kurzweil


Watson'ın dil becerileri aslında eğitimli bir insanınkinden biraz aşağı-
da olsa da dünyadaki en iyi iki Jeopardy! oyuncusunu mağlup edebilmesi
kayda değer. Bunu, dil becerileri ile bilgi anlayışını birleştirirken makinenin
sahip olduğu anıları harika bir şekilde hatırlaması ve bu anıların oldukça kesin
olması sayesinde başarabilir. Bu sebeple şimdiden kişisel, sosyal ve tarihi
anılarımızı bu makinelere devrettik.

Bir bilgisayarın Turing testini 2029'a kadar geçeceği tahminimi yapmaya hazır
olmasam da Watson gibi sistemlerde kaydedilen gelişme herkese
Turing seviyesinde bir yapay zekanın yakınlarda geleceğinin güvenini vermeli.
Eğer biri Watson'ın Turing testi için optimize edilmiş versiyonunu yaratacaksa
bu muhtemelen yakın zamanda olacaktır.

Amerikalı filozof John Searle (1932 doğumlu) yakın zamanlarda Watson'ın
düşünemediğini söyledi. Searle "Çin odası" düşünme deneyinde (daha
sonra On Birinci Bölüm'de açıklayacağım) Watson'ın sadece sembollerle oynadığını
ve bu sembolleri anlamadığını ifade ediyor. Aslında Searle Watson'ı
tam anlamıyla tarif etmiyor zira Watson'ın dil anlayışı hiyerarşik istatistiki
süreçlere bağlı, sembollerle oynamaya değil. Searle'in tarifinin doğru olmasının
tek yolu Watson'ın kendini düzenleyen süreçlerinin her basamağını "sembollerle
oynamak" olarak düşünmektir. Ancak durum böyle olsaydı insan
beyni de düşünebilen bir organ olarak değerlendirilemezdi.

Gözlemcilerin Watson'ı insanların sahip olduğu doğru dil anlayışına
karşılık sadece dilin istatistiki analizini yapan bir sistem olduğu için eleştirmesi
eğlendirici ve ironik. Hiyerarşik istatistiki analiz tam olarak, birden fazla
hipotezi istatistiki çıkarımlar üzerinden (ve gerçekten neokortikal hiyerarşinin
her basamağında) çözümlerken insan beyninin yaptığı şeydir. Watson da
insan beyni de hiyerarşik anlayışa benzer yaklaşımı temel alarak öğrenir ve
yanıt verir. Çoğu açıdan Watson'ın bilgisi bir insanınkinden çok daha geniştir;
hiçbir insan Vikipedi'nin tamamında uzmanlaştığını iddia edemez ki bu
Watson'ın bilgi temelinin sadece bir kısmıdır. Buna karşılık, bir insan bugün
Watson'dan daha çok kavramsal basamakta uzmanlaşır fakat bu tabii ki kalıcı
bir boşluk değil.

6 Haziran 2018 Çarşamba

Sahne: Bilgisayar Dünyasında İnançlı Olmak


Bilgisayar dünyasında inançlılık eski kafalılık olarak görülür. Esnek olamayacakları düşünülür. Özgürlükçü olmadıkları düşünülür. Bilgisayar dünyasındaki inançlı çalışanlar bunu belli etmek istemezler, hoş karşılanmayacağını düşündükleri için. :-)

Richard: Evet, evet. Yani iyi geçti değil mi.
Biraz tuhaf başladı ama şeyden sonra toparladık.
Didi: Neden? Neden öyle dedin!
Richard: Ne dedim?
Didi: Richard. Oda dolusu teknoloji insanına Hristiyan olduğumu söyledin.
Richard: Aav, Ta-Tamam. Ama öylesin.
Didi: Evet, Ama bunu sır olarak söyledim!
Aramızda kalacaktı.
Hristiyanlığımı gizliyorum.
Richard: Aav.
Didi: Çok sağol. Beni ifşa ettin!
Richard: Aav. Afedersin Didi. Bi-bi-bilmiyordum. E tamam.

Donald: Kusura bakma Richard, bildiğin gibi benim görevim ne yaparsan yap körükörüne desteklemek. :-)
Ama bu en iyi günün değildi.
Richard: Yaav bu kadar da önemli olamaz bu. :-)
Dinesh: Neden olsunki. Amerika Hristiyanları sever. Düşman olan Müslümanlar. :-) (Amerika'nın Müslümanlara olan tavrıyla dalga geçiyor, kendisi Pakistan kökenli.)
Donald: Amerika'nın çoğunda bu doğru. Ama Silikon Vadisi'nde değil maalesef.
Dinesh: Maalesef mi!
Donald: Çok eşli olsan saklamayabilirsin. İnsanlar sana cesur der.
Kahvaltı gevreğine küçük dozlarda LSD koysan, insanlar sana öcü diyebilir. :-)
Ama olamayacağın tek şey Hristiyandır. :-)
Bertram: Bence teolojileri kesinlikle kusurlu
ve dünyadaki sorunların çoğunun sebebi Onlar!
Ama Richard ben bile bir Hristiyanım.
Böyle ifşa edemem. :-)

Monica: ...Tamam. Peki, tamam.
Senin için Colin'i arayıp O'nu yumuşatmaya çalışırım.
Ama sen de Didi'yi hallet. Ve O'nu ifşa ettiğin için özür dile. :-)
Ama bunu gizli tutmasını da sağla.
Çünkü mesele Keyhole'u kaçırmak değil.
Çok daha kötüsü! Şöyle anlatayım.
Bir Rock Grubu'ndan Hristiyan Rock Grubu'na dönüşmek ister misin acaba! :-)
...
Richard: Hay içine edeym. :-)