27 Eylül 2018 Perşembe

Klonlama Yaparak Tanrı'yı Oynamak - Alıntı


...İşte bunun gerçekte ulaştığı sonuç şudur:
bilimin gereğinden çok dinin hakkını çiğnemesi
korkusu. Gerçekten, bu tema onlarca yıldır
Howard ve Ritkin’in 1977 yılında yazdığı Kim
Tanrı’yı Oynamalıdır?: Yaşamın Yapay Olarak
Yaratılması ve Bunun İnsan Irkının Geleceği
İçin Taşıdığı Anlam [24] adlı eserinden, Ted
Peter’ın 1997’de yazdığı Tanrı’ yı Oynamak?:
Genetik Determinizm ve İnsan Özgürlüğü [25]
adlı esere, Dolly olayını takip eden Tanrısal
uyarıların coşkusuna kadar, ortalıkta
dolaşmıştır. Mesaj açıktır: bilim sadece bu kadar
ileri gidebilir. Newsweek’de düşüncelerini
açıklayan Kenneth Woodward şunu ileri sürdü:
“Belki Dolly’ nin mesajı, toplumun insan
yaşamı üzerinde egemen olduğunu varsaymaya
doğru rastlantısal, ahlâki kayışını tekrar gözden
geçirmesi gerekliliğidir. Gerçekten Tanrı’yı
oynamak istiyor muyuz?” [26] Los Angeles
Times’daki Conrad’ın baş sayfadaki karikatürü
ülkenin ruh durumunu aynen yansıtıyordu:
Sistine Şapeli’nin tavanındaki
Michelangelo’nun insanlığın yaratılışı adlı
freskini değiştirerek, işaret parmaklarını
birbirine dokundurarak “Tanrı’yı oynayan bilim
adamları” yazılı bir başlık taşıyan iki tane
klonlanmış kişiyi gösteriyordu. [27]

Tanrı’nın bununla ne ilgisi var? Bizim
kültürümüzde çok ilgisi var. Ama pek çok insan,
uygunsuz bir şekilde bilim ve dini hedefleri ve
tamamen farklı olamayan yöntemleri olan
girişimleri birbirine karıştırmaktadır ve sonuç
olarak, ya dinin bilime karşı algılanan ileri
gidişiyle aşırı derecede gücendirilmektedir ya da
gereksiz bir şekilde bilimin dine karşı iddia
ettiği tecavüz tarafından tehdit edilmektedir.
Robert Wise’ın 1951 yılındaki Dünyanın
Durduğu Gün adlı bilim kurgu film klasiğinin,
heyecanı doruğa ulaştıran sahnesini düşünün.
(Michael Rennie’nin oynadığı dünyadaki adı
İsa’nın alegorisi olarak “Bay Carpenter” olan)
uzaylı yaratık Klaatu, korku uyandıran bir
hükümet ajanı tarafından öldürülür, sonra
görevli robotu Gort tarafından yeniden
canlandırılır. Bu uzaylı teknolojisinin gücü
karşısında şaşırarak Patricia Neal’in Mary
Magdalene benzeri karakteri (bilim kurgu
tarihinde en anılmaya değer cümlelerden biri
hâline gelen “Gort, Klaatu barada nikto”
cümlesini söyledikten sonra) yaşam ve ölüm
üzerindeki kontrolün, geleceğin bilimi için
programda olup olmadığını sorgular. Klaatu,
ona böyle güçlerin sadece “Her Şeye Kadir
Ruha” ait olduğu ve yaşamının uzatılmasının, ne
kadar olduğunu “hiç kimsenin anlatamayacağı
kısıtlı bir dönem” için iyi olduğu konusunda
güvence verir. Aslında anlatıyordu. Edmund
North’un orijinal metninde, Gort Klaatu’yu
sınırsız olarak yeniden canlandırmaktadır. Ama
film sanayisinin Denetim Kurulu (kendini
ayarlama için kurulan sansür komitesi)
yapımcılara şunu söyledi: “Sadece Tanrı bunu
yapabilir.”

Sınırlı bilgi konusundaki Prometheus’a ait
olan bu tema, sadece bilim kurguda değil ama
aslında bilimde de ortaktır. Güneşin çok
yakınına uçan her efsanevi İkarus için sınırlarını
çok fazla ileri götürmeye cesaret ettiği için
kanatları kırılan gerçek yaşamdaki bilim
adamları vardır. Doğum kontrolü? Sadece Tanrı
bunu yapabilir. Yapay dölleme? Sadece Tanrı
bunu yapabilir. Yaşamı uzatma? Sadece Tanrı
bunu yapabilir. Acısız ölüm? Sadece Tanrı bunu
yapabilir.

O zaman bir İngiliz hükümet danışma
komisyonu, Clinton’un önderliğine karşı
çıkarak, insan doku ve organlarını iyileştirme
amacıyla kullanmak için klonlama
araştırmalarını cesaretlendirdiği zaman, hem
dini hem seküler gruplardan şiddetli bir
direnmeyle karşılaşmasına şaşırmamalıyız.
Klonlama mı? Sadece Tanrı bunu yapabilir.

Bu İnsan Genetiği Danışma Komisyonu
kesin olarak neyi önermekteydi? İşittiğimiz kötü
kader ve hüzün feryatları arasında insan, onların
Robin Cook’un Koma filmindeki gibi yetişkin
klonlardan vücut parçaları elde etme planı
önerdiğini düşünecekti. Tersine. Öneriler
bundan daha sağgörülü bir şekilde kelimelere
dökülemezdi: “...bu aşamada ciddi olarak hasta
olan kişiler için büyük yararları olabilecek böyle
teknikler kullanarak sınırlı araştırmaları
dizginlemenin doğru olmayacağına inanıyoruz.”
[28] Yasaklanmış bilgiye doğru herhangi bir
tehlikeli girişime direnen teknolojiden korkanlar
(aynı zamanda kişisel olarak onların yararına
olan her tıbbi gelişmeye katılırken) geleceğe
doğru yapılan bu dikkatli ataklar, akbabaların
bizi sonsuza kadar gagaladıkları bilimsel
cehenneme doğru giden kaygan yokuşlardır.
Ama bir an için geri adım atalım. Korkacak
neyimiz var? Klonlamayı çevreleyen kitle
histerisi ve ahlâkî panik, tarihsel açıdan ortak
olan tıbbi gelişmeler, dinin güneşinin çok
yakınına uçtuğu zaman ortaya çıkan ek
sorunlarla birleşen yeni teknolojilerin
reddedilmesinden başka bir şey değildir.
1940’larda yapay döllenme ilk ortaya çıktığında
eleştirenler, buna zina demişti. Dini Luddite’ler
Sadece Tanrı bunu yapabilir,” diyorlardı.
Seküler Ludditeler “Sadece Doğa bunu
yapabilir,” diyorlardı.

Aslında doğa zaten insanları klonlamaktadır.
Onlara tek yumurta ikizi denir. Ahlâkçılar neden
ikizlere karşı bir yasa için bağırıp
çağırmıyorlar? Çünkü bu doğal olarak ve
Sadece Tanrı/Doğa bunu yapabilir” şeklindeki
Ludditizm Yasası’na göre olmaktadır.

Saçmalık! Bir çoğumuz bu yüzyılda ortalama
yaşam süresini ikiye katlayan tıbbi teknolojiler
ve toplumsal hijyen uygulamaları sayesinde
yaşıyoruz. Kalpciğer nakli, üçlü bypass
cerrahisi, aşılama ya da radyasyon tedavisi
konusunda Tanrısal ya da doğal olan nedir?
Doğum kontrolü, in vitro dölleme, embriyo
transferi ve diğer tümüyle onaylanan doğumu
çoğaltıcı teknolojiler konusunda Tanrısal ya da
doğal olan nedir? Kesinlikle hiçbir şey. Yine de
biz bu gelişmeleri neşeyle kabul ediyoruz,
çünkü onlardan yararlanıyoruz ve daha önemlisi
onlara alışıyoruz.

Neden insanlar dahil olmak üzere klonlama
üzerindeki tüm yasakları kaldırmıyoruz ve ne
olacağını görmüyoruz? Toplumsal deneyi
başlatalım ve veriyi analiz edelim. Boş hipotez
kötü hiçbir şeyin insanlığın başına
gelmeyeceğini söyler. Klonlama karşıtları
deneysel sonuçların boş hipotezi reddedeceğini
söylerler. Klonlama taraftarları
reddetmeyeceğini söylerler. Bunu bulmanın tek
yolu denemektir. Bilim ve sahte bilim arasındaki
sınır bölgelerinde bir iddianın hangi belirsiz
kategoriye ait olduğuna karar vermenin en iyi
yöntemi onu denemektir. Bunu neden burada
yapmıyoruz? Ahlâkçıların ileri sürdüğü dehşet
dolu senaryoların pek çoğu zaten yasa
tarafından belirlenmiştir – bir klon bir ikiz gibi,
canlı bir varlıktır ve bir ikizin doku ya da
organlarını ekin gibi yetiştiremezsiniz. Bir klon
ikiz gibi, diğer herhangi bir canlıdan daha az
olmayan bir kişidir. Benzer bir genomla bile,
rastlantısal olarak tek olan bir tarih tek bir
kişiliği garanti eder. Ne olursa olsun, yasak olsa
da olmasa da klonlama olacaktır; bu yüzden
neden özgürlük tarafında yanlış yapılmasın ve
bilim adamlarına özgür bir şekilde Tanrı’yı
oynamak için değil ama bilim yapmak için
olasılıkları araştırma izni verilmesin.

1818’de Mary Shelley Frankeştayn ya da
Modern Prometheus adlı romanında “Dünya’nın
Yaratıcısı’nın muazzam mekanizmasını taklit
etmek için yapılan herhangi bir insan
davranışının etkisi son derece korkutucu
olacaktır,” uyarısında bulunuyordu. [29]
Sansürcüler onun sözlerini, Boris Karloff’un
oynadığı James Whale’nin 1931’deki film
versiyonunda yürekten kaldırdılar. Canavarın
canlandırıldığı ilginç laboratuar sahnesinde, Dr.
Frankeştayn “Yaşıyor. Yaşıyor. Tanrı adına…”
diye gürler. O anda dudakları hareket etmektedir
ama sesi kesilmiştir. Sansürcüler cümlenin
kalanını eski Yunan’dan modern Amerika’ya
kadar olan kültürleri korkutmuş olan yasak
kelimeleri silmişlerdir: “...şimdi Tanrı gibi
olmanın nasıl hissettirdiğini biliyorum.”

Bilim adamları Tanrı olmak istemez. Sadece
bilimsel sorunları çözmek isterler. Sadece bilim
adamları bunu yapabilir. Bırakınız yapsınlar.
Bilimin Sınır Bölgeleri

24 Eylül 2018 Pazartesi

Mary Lou Jepsen: Beden ve beyinlerimizin içini görmek için ışığı nasıl kullanabiliriz? - Konferans


Akıllara durgunluk veren bir dizi gösterimle mucit Mary Lou Jepsen, beyin ve bedenlerimizin içindekileri görerek muhtemelen uyarabilmemize yarayacak kırmızı ışığı nasıl kullanacağımı gösteriyor. Jepsen bizi optik fiziğin sınırlarına götürerek tümörleri izleme, nöral aktiviteyi ölçme ve muhtemelen MR makinesini daha ucuz ve daha etkili mobil bir sistemle yenilememizi sağlayacak olan ışık ve sesten yararlanma teknolojilerini su yüzüne çıkarıyor.

"Bunu kullanarak buraya geri geleceğim ve beyin
lazeri yapmaktan daha faydalı olan bir şey
göstereceğim. Beyin dokusuna ne kadar
odaklanacağımız konusunda kendimizi zorladık.
Bu beyin üzerinde odaklandık, öylesine
odaklandık ki önüne bir kamera çipi koyduk. Ve
bu kamera çipi... Spot ışıklarını söndürebilir
miyiz? Şimdi oldu. Görebiliyor musunuz? Her
piksel bir milimetre genişliğin binde ikisi kadar.
İki mikron. Bu da odaklandığımız nokta yani
yarı maksimum tam genişlikte altı ve sekiz
mikron arası demek. Bunun ne anlama geldiğini
söyleyeyim: insan beynindeki en küçük nöronun
yarıçapı kadar. Yani tek bir nörona kadar insan
kafatası ve beynine odaklanabiliriz. Bunu daha
önce kimse görmedi, ilk defa burada yapıyoruz.
İmkânsız değil."

"Bu bir MR makinesi. Birkaç milyon dolar
değerinde, bir odayı kaplıyor, pek çok kişi
bunun içine girmiştir. Ben de içinde çok zaman
geçirdim. Bir milimetrelik odak noktası var, size
az önce gösterdiğime kıyasla oldukça büyük bir
oran. Bizim teknolojimize dayanan bir sistemle
çok daha düşük maliyet, daha yüksek
çözünürlük ve daha ayrıntılı tıbbi görüntüleme
sağlanabilir."

"Sistemimiz kanı tespit etmede de olağanüstü
olabilir. Çünkü kan kırmızı ışık ve kızılötesini
absorbe ediyor. Çünkü kan kırmızı. Burada az
miktarda kan var. Size göstereyim. Lazerimiz
doğrudan içinden geçiyor. Gerçekten lazer, işte
şimdi görebilirsiniz. Etle karşılaştırdığınızda
ışığın her tarafa gittiğini görebilirsiniz. Bunu
tekrar görelim. Bu gerçekten önemli: Kan ışığı
emiyor, bedense ışığı dağıtıyor. Oldukça
önemli, çünkü bir veya iki milimetre küpten
daha büyük her bir tümör normal bedene kıyasla
beş kat daha fazla kana sahip.
Yani bizim sistemimizle müdahele etmesi
kolayken kanseri erken teşhis edebilirsiniz veya
tümör büyür veya küçülürken durumunu takip
edebilirsiniz."

"Son olarak üç: beyin-bilgisayar iletişimi. En
küçük nöronun yarıçapına kadar sistemimizin
kafatası ve beyne nasıl odaklandığını gösterdim.
Işık ve sesi kullanarak nöronları aktive edebilir
veya durdurabilirsiniz, aynı anda özellikler
bakımından eşleştirme yaparak fonksiyonel MR
tarayıcının çözünürlüğünü elde edebiliriz, bu da
beyindeki oksijen oranını ölçer. Bunu kandaki
renk değişikliğine bakarak yapıyoruz, iki ton
ağırlığında bir mıknatıs kullanarak değil."

Sistem, tek sinir hücresine kadar çözünürlük sağlayabildiği için sinirleri takip etmeyi kolaylaştıracaktır. Sinir ağının bilinci oluşturmasını anlamamıza yardımcı olabilir.

22 Eylül 2018 Cumartesi

Kendine İnanmamak - Alıntı


1968'in ilkbaharında, Gersh beni ofisirıe çağırdı ve "Neville,
bunun senin için doğru olduğunu düşünmüyorum." dedi.
Kovulmak üzere olduğumu düşünnıüştüm. Gersh devam etti:
"Bunun senin için yeterince büyük olduğunu düşünmüyorum.
Coca-Cola Company'de küresel bir kariyere sahip olabileceğini
düşünüyorum." Afallamıştım.

Henüz 24 yaşındaydım, Kitwe'deki şişeleme işletmesini yönetmekten
başka ciddi bir beklentim yoktu, ki bu benim için
müthiş bir yaşamdı. Bu kariyerim boyunca başka insanların
bende benim gördüğümden daha fazlasını gördükleri son zaman
değildi.

Coca-Cola'nın Afrika'daki başı olan ve genç yöneticiler yetiştirmeyi
arzuiayan Amerikalı Al Killeen'in önümüzdeki gün ziyarete
gelmesi planlanmıştı ve Gersh bana onunla bir görüşme
ayarlamıştı. Killeen bana Zambiyadaki diğer büyük şişeleme işletmesinde
iş önermişti, bu şirket Coca-Cola Company'ye aitti
ve Lusaka dışındaki bütün depoları yönetiyordu. Victoria Şelalelerinden
500 km doğudaki Malawi sınlrına ve 350 km batıdaki
bugünkü Angola sınırına kadar uzanan bir bölgeye sahipti.

Neville Isdell

Elinden pek iş gelmeyen bir sürü insanın kendisini abartılı sunmasının çok kolay olduğu günümüzde bir yöneticinin kendisini böyle alçak gönüllü ifade etmesi şaşırtmıştır. Neville Isdell Coca-Cola'da CEO'ydu, Muhtar Kent'ten önce. Muhtar Kent'le dostlukları sürüyor.

17 Eylül 2018 Pazartesi

Belgeselden: Gen Düzenlemesi ile Kanseri Yenmek, Tasarım Bebekler


Bedendeki bozuk genli hücreler düzeltilebilir. CRISPR gen düzenlemesi sayesinde Akciğer Kanseri ve Lösemi artık ortadan kaldırılabilir. Diğer kanser türleri de bu yöntemle, akyuvarların tanıması sağlanarak ortadan kaldırılabilir. Yaşlılık belirtileri, bozuk genli hücrelerin gün geçtikçe birikmesiyle ortaya çıkıyor. Bu yöntemle bozuk genli hücreler düzeltilerek, sağlıklı bir yaşlılık sağlanabilir.

Tasarım Bebekler

Eyvah! Modifiye genli bebekler. Genetik düzenlemeyle, tasarlanmış bebekler mümkün oluyor! Genetik ayrımcılık oluşabilir. Genetik olarak zengin ve fakir ayrımı ortaya çıkacak. Bu fakirle zengin arasındaki uçurumu daha da büyütecektir. Yeni bir kast sistemi oluşacak. Zenginler, bebeklerini üstün kılacağını düşündükleri embriyoları satın alacak. Genetik kast sistemi oluşacak!
Yani... Hemen böyle bir histeri oluşuyor.

Bugün tasarlanmış bebeklere izin verileceğini sanmıyorum. Ama çok uzak olmayan gelecekte sıradan bir olay haline gelecektir. Bunun ayrımcılık olacağını varsayalım. Eşler birbirine aşık olur. Belki farkında olunmayabilir. Aslında eşin genlerini seçiyordur. Çünkü çocuğun da benzer özelliklere sahip olma olasılığı vardır. Bebeğin boy uzunluğunu, saç rengini belirleyen genleri seçiyordur. Elbette elinden iş gelen erkeği seçerek, hayat karşısında daha dayanıklı bebeklere sahip olabilir. Zeki olduğunu düşündüğü kişiye aşık olur. Böylece bebeği zeki yapabilecek beyinle ilgili genleri seçmiştir. En azından bebeğin zeki olmaya eğilim olasılığını arttırmıştır. Elde edebileceği adaylar arasında, mümkün olduğunca zengin bir eşi, diğer alternatiflere tercih etmesi daha yüksek olasılıktır. Böylece bebeğe daha iyi bir ortam sağlayabilir. Daha iyi bir eğitim alması için daha iyi imkanların sağlanabileceğini umar. Aşk makenizması, bu anlamda, işe yarayacak insana doğru işler zaten, farkında olunmasa bile. :-) Ayrımcılık vardı zaten. Ama görüldüğü gibi, bu seçimlere, doğal değil diyemiyoruz. :-) Ortalama insan, bebeğin nasıl olacağına göre eş seçer. Amaç iyi genlerdir. Gelecekte ise, o bebeğin genlerini daha bilinçli belirliyor olacaklar, sadece. Asıl amaç değişmeyecektir yani. :-)

“İnsan germ hattı mühendisliğinin engellenemeyeceğini düşünüyorum. İnsan üremesinde gen düzenleme teknolojisinin kullanılmasını kontrol edecek veya düzenleyecek, kökten etkili bir yol yok. Türümüz, özellikle de bu teknolojilere erişimi olanlar, pozitif algılanan özellikleri iyileştirmeden ve hastalık riskini azaltmadan veya yavrularda negatif algılanan özellikleri yok etmeden durmayacak. Soru olur mu olmaz mı sorusundan ziyade; ne zaman olur sorusu. Şu an istenilen özelliklere sahip hücreler preimplantasyon (tüp bebekte, yerleştirme, tutturma öncesi) seçimiyle başarılı bir şekilde ayrılıyor. Bu teknolojilerin etkinliği ve yapılan değişikliklerle doğanlara karşılık, beklenmeyen sonuçlarla doğacak olanların yüzdesi sorulabilir. Kamudaki, teknik becerilerdeki artış ya da hastalıkların yokluğu algısı, genom düzenleme hizmetlerine halkın küresel boyutta ilgisini arttıracaktır. Kesin klinik verilerin yokluğuna rağmen, dünyaya yayılmış kliniklerde, kök hücre terapilerinin pıtrak gibi çoğalmasına bakmak gerekir.” (1)

“Asilomar-tipi bir konferans ya da eşdeğeri sadece daha iyi hissedilmesini sağlayacaktır. İnsan genomu, genotip-fenotip ilişkisi hakkında bildiklerimizi arttırarak ve böylece değişiklikler yapmanın sonuçlarına ulaşarak, daha akıllıca kararlar verebiliriz. Bu süreç gelene kadar, insan genom düzenlemesi rasgele insan deneyleri olarak düşünülmelidir. Kaçınılmazı, türümüzün yararına devam etmemizi sağlayacak bilgi ve bilgeliği toplamak için zaman kazanmak için olabildiği kadar uzun süre boyunca ötelemeliyiz.” (2)

“Açıklamanın provoke edici olmasının tek nedeni, genomlarımızı yaşam sonuçlarını değiştirmeye yönelik bir adım daha atmış görünmesidir. Dikkat çekmeye ve açık halk diyaloğuna devam etmemiz gerekiyor, bu yüzden bu heyecan verici bilimin bizi nereye götürdüğü konusunda hepimiz net. Henüz insan embriyolarını düzenlemeye hazır olduğumuzu düşünmüyorum. Bilimsel topluluğun, bu kodu yeniden yazmaya başlamadan önce tüm genom dizilimini yaşam yazılımımız olarak çok daha eksiksiz bir şekilde anlamaya odaklanması gerektiğini düşünüyorum.” (3)

Böyle anlatıyor J. Craig Venter alıntılarda. Acele edilmeyecektir. Önce iyice öğrenilecektir. Ve gelecekte uygulaması olacaktır. Tasarlanmış bebekler olacak diye CRISPR gen düzenleme yöntemi geliştirilmesin mi! Belki kanser tarihe karışacak. Hatta yaşlılık belirtilerini azaltacak. Tüp bebek yöntemi de ilk geliştirildiği yıllarda kabullenilmekte zorlanılmıştı. Hatta kalp nakli ilk kez başarıldığında bile Tanrıyı oynuyorlar denilmişti. Ama sonra insanlar alıştı. Gen düzenleme yönteminin yasaklandığını varsayalım. Ama başka bir ülke bundan etkilenmeyecektir. Elbette, bir ülkede bu yöntem geliştirilmeye davam eder. Yasaklayan ülke, sadece, 10 yıl sonra, bilimde geri kaldığını fark eder. Üzülür.

Dipnot:
1 - Biliminsanları tartışıyor: CRISPR ve insana genetik müdahalenin etik, toplumsal, yasal boyutları
2 - Biliminsanları tartışıyor: CRISPR ve insana genetik müdahalenin etik, toplumsal, yasal boyutları
3 - Craig Venter: İnsan Embriyolarını Düzenlemeye Henüz Hazır Değiliz

12 Eylül 2018 Çarşamba

Konferans: Burçin Mutlu-Pakdil: Evreni anlayış şeklimize meydan okuyan nadir bir galaksi


Bir galaksi keşfetmek nasıl bir duygu? Peki ya
sizin isminizi alması? Astrofizikçi ve TED
Fellow Burçin Mutlu Pakdil bu kısa konuşmada
ekibinin şaşırtıcı bir şekilde yeni bir tür galaksi
keşfedişini anlatıyor.

“Ekibimin keşfettiği galaksi bundan çok daha
nadir ve çok daha karmaşık. Bazen sürekli bu
cisimleri ararsınız ve hiçbir şey bulamazsınız.
Bazen de hiç bakmadığınız bir anda birden arka
planda beliriverir. Bu sistem de Hoag Cismi'ne
çok benziyor; bir merkezi ve onu çevreleyen
halkası var. Çok heyecanlandık ve başka bir
Hoag Cismi daha bulduğumuzu sandık. Ancak
araştırmam bunun tamamen yeni bir tür galaksi
olduğunu gösterdi, yaygın ismi ''Burçin'in
Galaksisi.'' “
(Gülme)
(Tezahürat) (Alkışlar)

“Yara izi veya kırışıklık gibi
vücudumuzdaki küçük ayrıntılar hayatımız
hakkında bilgi verir. Benzer şekilde bir
galaksinin farklı ışık altındaki yapısı da oluşumu
ve evrimi hakkında bize yardım edebilir.”

“Sonuç, büyük bir sürpriz oldu. Galaksinin
yalnızca dış bir halkası yok, bir de yayılmış iç
bir halkası var. Hoag türü galaksilerde dış
halkanın oluşumunu açıklarken bir hayli
zorlanıyorduk. Şimdi bir de bu gizemli ikinci
halkayı açıklamamız gerek.”

“Böyle tuhaf bir galaksideki iç bir halkanın
varlığını açıklayacak şu an bilinen hiçbir
mekanizma yok. Dolayısıyla Burçin'in Galaksisi
galaksi evrimi konusundaki o boşluğa açıkça
dikkat çekiyor. Bu inanılmaz derecede nadir
galaksinin oluşumuna ilişkin yapılacak
araştırmalar evrenin nasıl işlediğine dair bize
yeni ipuçları sağlayabilir.”