16 Aralık 2015 Çarşamba

Sahne: Taşınmak :-)


Sahne: Taşınmak :-) paylaşan: okanozcelik

Elbette taşınmak da zor gelecekti. :-) Gözde büyütülür de büyütülür. O kadar eşya nasıl taşınacaktır. Kırılan, dökülen olabilir. Kaybolanlar olabilir. Dahası yeni bir eve nasıl karar verilecektir. Rahat bir yolculuk sağlanabilecek midir (1800'lü yıllarda). Kaçınılır haliyle. :-)

Zakhar:
Ilya Ilyich...
Ne yapacağız?
Taşınmamızı istiyorlar.
Ilya Ilyich:
Sana bu konuyu benimle
konuşmanı yasaklamıştım.

Zakhar:
...Yemekleri benden esirgemek yerine
taşınmayı düşünseniz daha iyi olmaz mı?
Diğer insanlar taşınıyor.
Diğer insanlar bizden
daha kötü durumda değil.
Onlar taşınabiliyorsa...
...biz de yapabiliriz
(Diğer insanlar yapabiliyorsa sen de gözünde büyütme bu kadar. :-) )

Zakhar:
Ben hiçbir şey söylemedim
taşınma haricinde...
Ilya Ilyich:
Ne söylediğini anlamıyor musun,
sen zehirli bir adamsın?
Zakhar:
Ben ne dedim ki?
Ilya Ilyich:
Diğer insanlar taşınıyor.
Diğer insanlar daha kötü değil.
Söylediğin şey buydu!
Sana göre ben diğer insanlara benziyorum
değil mi? Zehirli adam!
Peki diğer insanlar nedir?
Söyleyeyim mi?
Nedir diğer insanlar?
Onlar yeni bir yere taşınmak için
yeterince hazır olabilirler.
Mesela Lyagaev iki gömleği bir mendile
bağlar ve çıkar.
İşte bu diğer insanlardandır!
Bir düşün ben onlara benziyor muyum?
Zakhar:
Bu kalp kırıcı sözlerinizle
bana işkence etmeyin efendim!
Ilya Ilyich:
Beni diğer insanlarla karşılaştırıyorsun ama!
Neden ben çalışıyor muyum?
Yeterince yemiyor muyum?
Zayıf ve zavallı mı gözüküyorum?
Bir şeyim mi eksik?
Hayatım boyunca çoraplarımı
kendi kendime giymedim!
Bunu söylemeli miyim? Çocukluğumdan beri
bana hizmet etmedin mi?
Biliyorsun şefkatle büyütüldüm,
hiçbir zaman açlık çekmedim
yoksulluk görmedim
ve hiçbir zaman hayatımı kendim kazanmadım
veya pis iş yapmadım.
Peki nasıl oluyor da beni
başkalarıyla karşılaştırabiliyorsun?
Planlarıma göre seni çoktan bir evde ya da
bir sebze bahçesinde görevlendirmeliydim.
Ve bir maaş!
Sen benim yardımcım, baş hizmetkârım,
temsilcim olacaktın!
Ama sen acı bir şekilde efendini
aşağılıyorsun
ki o hayatın boyunca hizmet ettiğin,
bebekken kollarında taşıdığın kişi...
(Kendisini, özel olduğuna diğerlerinden daha yukarıda olduğuna
inandırmaya çalışmaktadır, sadece. :-) )
Zakhar:
Ilya Ilyich, Tanrı aşkına,
neden bahsediyorsunuz?
Ahh anneciğim Kutsal Meryem ana
bu belalar nasılda bizi buldu!

Dış Anlatım:
Tatlı hafif bir uyuşma
vücuduna yayıldı
ve düşünceleri uykuyla kaplandı,
suyun yüzeyine kırağı düşmesi gibi.
Zihni cennet diye bilinen yere sürüklendi,
Ilya Ilyich aniden kendine gelip, gözlerini açtığında:
"Neden yıkanmadım ve neden hiçbir şey yapmadım" diye fısıldadı.
Planımı kâğıda yazmadım.
Ne valiye ne de ev sahibine yazmadım.
Hesapları kontrol etmedim.
Koca bir sabah boşa gitti!"
(Hangisine odaklanacağını bilemez. :-) )
Uzun süre düşündü. Nasıl oluyordu?
Diğer insanlar bunların hepsini nasıl yapıyorlar diye aklından geçirdi.
Diğerleri...
Kimdi onlar?
Kendisini diğerleriyle
kıyaslayan düşüncelere daldı.
(Diğer insanlar yapabiliyordu ama kendisinin başlayamadığı gerçeğiyle yüzleşir. :-)
Belki de evet aslında yukarıda olanlar onlardı. :-) )
Bu anlar Oblomov'un hayatındaki
açık ve bilinçli anlardan biriydi.
Var olduğundan beri
Korku ona hükmediyordu
İnsanın kaderinin ne olabileceği
hakkında düşündü
ve kendi varlığıyla kıyasladı.
Bütün bunları içini acı bir duygu
kaplayarak kendine itiraf etti.
Geçmiş için nafile pişmanlıklar,
vicdanını yakan suçlamalar,
ona iğne batması gibi bir acı veriyordu.
"Hepsi Zakhar'ın suçu"
diye fısıldadı.
Zakhar'la olan sahneyi hatırladı,
ve yüzü utançla yandı.
(Zakhar haklıydı, kendisi geçiştirmekteydi. Gizliden korkuyordu :-) )
Ya birisi kulak misafiri
olsaydı diye düşünerek...
...bu fikirlerden uzaklaşmak istedi.
"Tanrıya şükür Zakhar
bunları tekrarlayamaz...
...ve hiç kimse de ona inanmaz zaten." diye düşünerek rahatladı.

4 Kasım 2015 Çarşamba

Bazı Besinlerin “Sağlığa Zararları”

Tam, işlenmiş et ürünlerinin de kalın bağırsak kanserine yol açabileceği ilan edilmişken, duruma bir de şöyle bakmak nasıl olur:

***

“Eskiden yemek yerken hem ihtiyaç karşılanır hem de zevk alınırdı. Bugün ise yemek masasına mayın tarlası gözüyle bakılıyor.”

“Çeşitli besinlerin zararlarına dair çok sayıda şey söyleniyor. Üstelik bu iddialar sürekli değişime uğruyor.”

“Fazla et yemiyorsanız ömür boyunca bu kansere yakalanma riskiniz yüzde 5,6 dolayında. Sucuk ve pastırma gibi işlenmiş et ürünlerini her gün yeseniz bile bu risk yüzde 6,6’ya çıkıyor. Yani bu ürünleri yemeyi bırakan her 100 kişiden biri kanserden korunmuş olacaktır.” :-)
Geçmiş çağda insanın et yemeye başlamayla birlikte, insanın beyin kapasitesi de oldukça hızlı bir şekilde büyümeye başlamıştır. Bunun sebebi, az miktar bir etten bile alınabilecek bol enerji ve proteinin beynin büyümesi için gerekli olan her şeyi sağlıyor olmasıdır. Daha zeki olmamıza destek olmuştur. Et, etobur hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da doğal besin kaynağı haline gelmiştir. Bu açıdan, artık etin dışlanması oldukça tuhaf görünmektedir. :-)

“Buğday ürünlerinin beyinde tahribata ve Alzheimer’a yol açtığı iddiası ne kadar doğru?”
İnsanlar 10 bin yıl önce yerleşik hayata geçebildi. Böylece medeniyet geliştirebildi. Bunu sağlayan şey buğdaydı! Tarımdı. 10 Bin yıldır buğday yiyoruz. Ve şimdi buğdaydan bile kuşkulanılıyor, nankörce. :-) Eğer Alzheimer'a gerçekten büyük etkisi olsaydı, etrafta medeniyeti bugüne getirebilecek pek fazla beyin kalmazdı, değil mi! :-)
“Bazıları da herhangi bir alerji belirtisi olmadan, buğdayın toksin içerdiği kaygısıyla buğday ürünlerini kesiyor. Uzmanlar, tahıl ya da glüten karşıtı insanların araştırmalardan yanlış sonuçlar çıkararak çölyak hastalığından dolayı bu sonuca vardıklarını belirtiyor. Buğday ürünlerinin yangıya yol açtığını ve bunun beyinde tahribata yol açarak Alzheimer’a katkıda bulunabileceği iddia ediliyor. Karbonhidrat ve şeker ağırlıklı diyetin zamanla sinir hücrelerine zarar vermesi söz konusu olabilir. Ancak kepekli buğday şekeri daha yavaş salgıladığı için patates gibi diğer enerji kaynaklarından çok daha iyidir.”
“Kısacası, insanlar 10 bin yıldır buğday tüketiyor ve alerji testi ile glüten alerjiniz kesinleşmediği takdirde buğday yemeye son vermenin gereği yok.”

“Süt ürünlerinin damar tıkanıklığına ve kalp hastalıklarına yol açacağı iddia edilir.”
“Yıllardır bize söylenen şu: Yağlı süt, peynir, tereyağı gibi ürünlerde bulunan doymuş yağlar kandaki kolesterol seviyesini artırarak kalp krizi riskini artırır.”
“Son zamanlarda yapılan önemli bir araştırma, fazla miktarda doymuş yağın kalp ve damar hastalıkları üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını gösteriyordu.”
“Bunlar da gözlemlere dayanan araştırmalardı. Fakat bir ekibin yaptığı deneyde bir gruba sekiz hafta boyunca her gün yüzde 27 yağ içeren bir peynir yedirildi. İkinci gruba ise hiç yağ içermeyen bir diyet uygulandı. Deney sonunda birinci gruptakilerin kolesterol oranının ikinciden daha düşük seviyede olduğu görüldü.” :-)

“Yapay tatlandırıcıların kanser riskini artırdığı söylenir.”
“Fazla şekerin obezite, diyabet ve kalp hastalıklarına yol açtığını biliyoruz. Peki bu etkiyi azaltmak için “diyet” içeceklere konan yapay tatlandırıcıların zararı var mıdır? Bazıları bunların kanserli tümörlerin büyümesine neden olduğunu belirtiyor.”
“Fakat daha önce yayımlanan bir makalede belirtildiği gibi bu risklerin abartılmış olma ihtimali söz konusu. ABD Kanser Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırmaya göre, tatlandırıcılarda kullanılan aspartam maddesinin beyin tümörü, lösemi ya da lenf kanseri bakımından bir risk oluşturmadığı görüldü.” :-)
“Başka bir makalede ise sodalı içeceklerin mideye ve kemiklere zarar verdiğine dair iddialar da çürütüldü.”
Kimisi sağlıklı olmak için özellikle sodalı içecek tercih ederdi. Belki biraz da bu yüzden, sonunda onun üzerine de spekülasyonlar yayılmaya başlamış. :-)
“Kısacası, bazı riskleri olmakla birlikte tatlandırıcıların şekere kıyasla daha sağlıklı bir alternatif olduğu söylenebilir.” :-)

***

Eğer çok kurcalanırsa, her besin çok zararlıymış gibi görünmeye başlayacaktır. :-)

Makalenin Tamamı

1 Kasım 2015 Pazar

Sahne: Çok Prensipli Olmak


Sahne: Çok Prensipli Olmak paylaşan: okanozcelik
Larry: Ne zamandır evlisin Bob?
Bob: 6 aydır.
Larry: Karını seviyor musun?
Bob: Karımı seviyor muyum, neden sevmeyim!
Larry: Bilmem, insanlar birçok nedenle evlenir Bob...
Prensiplerin adamı gibi görünüyorsun.
Bob: Yani?
Larry: Ah, insanları tanırım, onlardansın demiyorum...
Ama onları tanıyorum,
Çok prensipli kişiler!
Sonra prensipli başka biriyle tanışırlar,
Ve ikisi evlenir.
Sonra bir gün, evlenenin prensipleri olduğunu anlarlar!
İkisi gezintiden yeni dönüyorlardır...

Hiç ödün vermemekte kararlıdırlar. Doğrularını, her türlü tartışmanın dışında tutarlar. Çok prensipli insanlar farkında olmazlar, çoğu zaman. Esnekliği kaybetmişlerdir, aslında. Dolayısıyla uzlaşmak kolay olmaz. İlişkileri de çabuk kırılır, doğal olarak. İletişim de zor olur böyle insanlarla, birlikte çalışmak da...

19 Ekim 2015 Pazartesi

Open Annotation Epub Profili Hakkında - Standartlar

W3C'nin Open Annotation şartnamesinin son yayınına http://www.openannotation.org/spec/core/ adresinden erişilebilir. Uluslararası Sayısal Yayıncılık Forumu (IDPF), bu şartnameye göre kendi Epub Profili'ni oluşturuyor. Buna da http://www.idpf.org/epub/oa/ adresinden erişilebilir. IDPF Epub Profili'ni oldukça yakın bir tarihte, Temmuz 2015'de güncellemiş. Evet, olumlu gelişmeler oluyor.
Esas şartnamenin yayınlanması yaklaşıyor gibi!

Open Annotation tamamlandığında gelecekte uygulanabilir olacak yeni hizmetleri bir düşünün. Okur e-kitap üzerine aldığı her türlü notu, e-kitap mağazasındaki hesabına yedekleyecek. İlerde satın aldığı kitapları okuma cihazına tekrar indirmesi gerektiğinde yedekteki o notlar da aygıta tekrar yüklenecektir. Veya satın aldığı kitapları mağazada çevrim içi görüntülerken o notları da görebilecektir. Kütüphaneler de, biraz daha geç de olsa, elektronik ortama taşınacak, nasıl olsa. Böylece daha çok insan, daha kolay kütüphanelere erişebilecek. Kütüphaneler de bulutlaşarak hizmet kalitesini artıracak. Bilirsiniz, okurun kütüphane kitaplarına not alması önemli bir sorundur. Not almazsa o kitaptan yeterince faydalanamaz. Not alırsa kitaba zarar verir, sonraki okuyuculara düşüncesizlik olur. Ama elektronik kütüphane kitabında, bu sorun olmayacak. Notlar e-kitap dosyasına kaydedilmiyor çünkü. Mağazalardaki gibi, okur, notlarını kütüphanedeki hesabına kaydedecektir. Yalnız, çevrim içi elektronik kütüphaneler, okurun kitapları indirmesine müsaade etmek yerine, belki sadece çevrim içi görüntülemesini sağlamaya daha uygun olacaktır. Okur, kütüphanedeki hesabına kaydettiği notlarını da, kitabı görüntülerken ulaşabilecek.

Evernote gelişmiş bir not kaydetme hizmeti veriyor. Windows da Windows10'la birlikte, web siteleri üzerine notlar alabilmeyi, metinlerini vurgulayabilmeyi sağlıyor artık. Yalnız, buralarda alınan notlara erişim, hep bu platformları gerektirecektir. Şimdiye kadar Open Annotation'ın e-kitapla ilgili önemini vurguladım, hep. Open Annotation'ın kapsamı oldukça geniş, aslında. Örneğin web sitelerindeki metinleri vurgulamamıza olanak veriyor. Ayrıca her platformla uyumlu oluyor, doğal olarak. Dolayısıyla teknoloji takipçilerini heyecanlandırabilmektedir. Epeydir Evernote kullananlara veya Windows 10'un benzer özelliklerine imrenenlere de cazip gelmektedir!

13 Ağustos 2015 Perşembe

Cep Telefonlarının Sağlığa Etkileri

Cep telefonu radyasyon yayar. Sağlığımıza zarar verir. Beynimizde tümör oluşmasına neden olur. Hatta henüz fark edemediğimiz nedenlerle kim bilir ne zararlar veriyordur. Tüm bunlar irdelemeye değecek görüşlerdir.

İlginç bir grafikten bahsedelim. Grafikte yıllara göre beyin tümörü görülme sıklığı veriliyor. Araştırma İsveçli erkekler üzerinde yapılmış. 3 yaş grubuna ayrılmış. 1970-2008 yıllarını kapsıyor. Her 100 bin kişide kaç tane tümör vakası görüldüğü verilmiş.

Grafikteki çizgiler dar bantta ilerlemiş. Önemli bir değişim yok. Çizgilerin neyi göstermesi beklenirdi. Yukarı kıvrılmalılardı. Yani 1987'den sonra. Hatta 2000'li yıllarda çizgiler yukarı sert bir açı yapmalılardı. Ama pek öyle olmamış. Bir hareket görünmüyor. Dar bir bantta oynamayı sürdürmüş. Peki 1987 yılını önemli yapan nedir? İşte o yıl cep telefonlarının artık piyasada olduğu tarih. Bu yüzden grafikte dikey çizgiyle işaretlenmiş. Ya 2000'li yıllar neden dikkat çekici? Cep telefonu satışının patlama yaptığı yıllar elbette.

Yıllara Göre Tümör Görülme Sıklığı. Grafik Yalansavar.org'dan alınmıştır.
1970'deki tümör vakası sıklığı ile 2008'deki vaka sıklığı hemen hemen aynı. Tümör vakaları artmamış. Evet, bundan ne sonuç çıkarılabilir. İsveçli erkekler cep telefonu kullanmayı sevmiyor. Ya da alternatif bir sonuca varmak mümkün mü? Acaba cep telefonlarının beyin tümörü oluşmasına bir etkisi olmadığı sonucu çıkar mı! :-) Günümüzde cep telefonu kullanımı çok artmıştır. Saatlerce telefonlarıyla ilgilenen insanlar vardır. Gerçekten tümör yapıyor olsaydı çevremizde çok fazla tümörlü insana rastlıyor olmaz mıydık!

Cep telefonu iletişim kurmak için mikrodalga yayını kullanmaktadır. Aslında tüm bu karmaşa, mikrodalgalara radyasyon denmesinden kaynaklanıyor gibi. Gerçek şu ki; Bu eksik bir tanımdır. Tüm ışınımlar radyasyondur. Evet, görebildiğimiz ışık da radyasyondur. :-) Işınımlar arasındaki fark frekanslarıdır. Çok yüksek frekanslı olanlar tehlikelidir. İşte radyoaktif olanlar bunlardır. Zararlı radyasyonlardır. Molekül kırabilir. DNA'yı bozabilir. Kanser yapabilir. X ışınının frekansı çok yüksektir. Bu yüzden tehlikelidir. Görünür ışığın frekansı daha azdır. Bu yüzden elbette molekül kıramaz, kanser yapamaz. Uzaktan kumanda ışınının frekansı görünür ışıktan da azdır. Mikrodalgaların frekansı nedir dersiniz? Uzaktan kumanda ışınından bile çok daha az frekanslıdır, adına yakışır biçimde. :-) Radyo dalgaları frekansının biraz üstündedir. Eğer mikrodalga kanser yapıyor olsaydı uzaktan kumanda ışını daha kolay kanser yapardı. Televizyonda kanal değiştirirken kim bilir kaç defa bedenlerimizden sektiği oluyordur. O halde uzaktan kumandayı da hayatımızdan çıkarmalıyız. Eh, rahatımız biraz bozulacak artık. :-)

Radyoaktivite

Radyoaktivite ilk kez 1 Mart 1896'da Henri Becquerel tarafından keşfedildi. Marie Curie radyoaktivite üzerine çok çalıştı. Radyasyondan kaynaklanan rahatsızlıklar geçirmeye başladı. Hatta not defteri radyasyona o kadar maruz kalmıştı ki günümüzde bile kurşun kaplı korumalar ardından incelenebilmektedir. Çünkü radyoaktivitenin zararlı olduğu bilinmiyordu. O zamanki bilimsel bilgimizin dışındaydı. Şöyle bir sonuç çıkarılabilir mi: Acaba cep telefonunun da zararsız olduğunu düşünmek, sadece zararlarının, henüz bilimsel bilgimizin dışında olduğundan kaynaklanıyor olabilir mi?

Yalnız çok geç olmamıştı. Radyoaktivitenin dokulara zarar verdiği 1904 yılı civarında fark edildi. Radyoaktivitenin keşfinden sadece 8 yıl sonra yani. Pek bir zaman geçmeden bilimsel bilgimize dahil olmuştu artık. O zamandan beri önlem alınarak üzerinde çalışılıyor. Cep telefonunun piyasaya sürülmesinden beri 25 yıldan fazla zaman geçmiş. Oldukça geniş bir zaman. Eğer bir zararı olsaydı defalarca kez fark edilirdi değil mi. İstatistiklerde görünürdü. Yoksa... Yoksa fark edilmeyebilir miydi, bu kadar zaman geçmesine rağmen. Böyle hiçbir şeyden emin olamayız yalnız! Radyo dalgalarından bile nasıl emin olabiliriz ki o zaman. Bu arada radyo dalgaları radyoaktif değildir, tıpkı mikrodalgaların da radyoaktif olmadığı gibi. Yani ortada bir radyasyon yok, yani yanlış kullanıldığı anlamda.

Radyo Dalgaları

Radyo dalgaları. Neden bu kadar masum görünüyor. Neden kimse sorgulamaz bunları? On yıllarca bizimle olduklarından çok mu alıştık acaba! Bilimsel verilere göre zararsızlar. Ama biz insanlar o kadar zeki değiliz. Fark edemediğimiz bir özelliğinden dolayı aslında zararlıysa. Belki endüstri gizliyordur. Radyo dalgaları da az çok cisimlerin içinden geçebiliyor sonuçta. Bir radyo vericisini örneğin bir telsizi, tüplü televizyona yaklaştırdığımızda yayınını bozduğunu görebiliriz, yani bir cep telefonu gibi. Akıl karıştırıcı mı oldu? Şöyle tatlıya bağlayalım. Radyo dalgaları zararsızdır. Bilimsel veriler ortadır. Düşük frekanslıdır. Dolayısıyla elektron koparamaz. Molekül kıramaz. Kanser yapamaz. Radyo dalgaları hakkında bilime güvenliyor da, neden cep telefonlarının mikrodalga ışınlarında bilime güvenilmiyor. Oysa aynı şekilde ölçümleniyor. Cep telefonlarının mikrodalga ışınlarının da molekül kıramadığı gözlemleniyor. Dolayısıyla DNA bozacak, kanser yapacak etki de gösteremez sonuçta. Yani radyo dalgaları bu kadar kabullenilmiş olup, cep telefonu yayınından bu kadar şüphelenmek, mikrodalgalara biraz haksızlık olmuyor mu! :-)

Ah şu mikrodalga fırınlar var ya. Öyle tehlikeliler ki. Mikrodalga ışınları yemeğe işler. Yemeğin DNA'sını bozar. Onu kanserojen yapar. Ve biz de o besini yeriz. Kansere davetiyedir bu fırınlar. Sıradan fırınlarda enerjiden alınan pişirme verimi %7'dir. Boş verin mikrodalga fırınlarda enerjiden alınan pişirme veriminin %64 olmasını. :-) Daha az elektrik tüketmeyi boş verin. Hem zaten doğal bir pişirme yöntemi de değildir. :-) Hoş gerçi bu açıdan bakarsak ateş de ilk keşfedildiğinde bazılarına hiç doğal gelmemiş olabilir. :-) Oysa çıkarsama yapmak zor değildir. mikrodalga fırınlarının ışınlarının frekansı radyo dalgaları frekansı ile görünür ışık arasındadır. DNA'ya zarar verebilmesi için frekansının görünür ışıktan yüksek olması gerekirdi değil mi!

Ya Mıknatıslar

Bu mıknatıs ağrı geçirir. Şu mıknatıs iyi uyku sağlar. Kan dolaşımını düzenler. Buna benzer pazarlamalara rastlanıyor. Ya her ilacın olduğu gibi mıknatısın da yan etkileri varsa. Nitekim güçlü bir manyetik alan oluşturan MR görüntülenmesi sırasında baş dönmeleri olabiliyor. Bu mıknatıs denen şey yavaş yavaş zarar veriyor olabilir. Bazı deneylerde manyetik alanın hayvanların sinirlerini etkileyebildiği gözlemlenmiş, Dünya'nın manyetik alanının 100 katı olan manyetik alanların. Evet, mıknatısların da bilimsel bilgimizin dahilinde olmayan bir etkisi olabilir. Temas ettikçe sinirlerimizi öyle ya da böyle etkiliyor olabilir.

Yani yani... Pek inandırıcı gelmedi, değil mi? Ne var ki, mıknatısın olumlu etkilerine inanmak, bazıları için kolay olabiliyor. Ama, mıknatısın sağlık üzerinde olumlu olumsuz bir etkisi olamayacağını bilen, ancak cep telefonlarının tam açık olmayan nedenlerle tümör yapabileceğinden şüphelenen bir sürü bilinçli insan vardır. Onlar, bu mıknatıs düşünce deneyini yapabilirler. Artık cep telefonu spekülasyonları, mıknatıs spekülasyonlarından daha inandırıcı gelmeyecektir.

Lazerler fabrikada metal kesmek için kullanılıyor. Gerçekten çok güçlüler. Ve bu lazerler DVD sürücülerimizde kullanılıyor. DVD yazmak için kullanılıyorlar. Yani DVD'nin alüminyumuna işleyebiliyor. DVD sürücüsündeki lazer diyotunu ayrı bir güç kaynağına bağlayıp oyuncak silah gibi kullananlar var. Kağıt yakıyorlar. Yazı yazdırıyorlar. Can yakabiliyorlar. DVD sürücüleri çok tehlikeli olabiliyor. Ve biz bu lazerle, bilgisayarımızda her gün baş başayız. Yüksek voltaj gelebilir. Bir güç birikmesi olabilir. DVD Sürücüsü yanıklara neden olabilir. Hatta kör edebilir. Yani yani... Böyle bir spekülasyon gerçekmiş gibi hazırlanabilirdi. İnternette yayılabilirdi. Acaba kaç kişiyi bilgisayarından soğuturdu. :-)

Peki Dünya Sağlık Örgütü, cep telefonları için “İnsanlar için kanserojen olması mümkün” diyor mu? Açıkçası, bu doğru. DSÖ'ye bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Dairesi, cep telefonlarını “İnsanlar için kanserojen olması mümkün” olan şeyler sınıfına dahil etmiş! Bu arada belirlenen sınıfların tamamı şöyle:
  • Grup 1: İnsanlar için kanserojen.
  • Grup 2A: İnsanlar için kanserojen olması muhtemel.
  • Grup 2B: İnsanlar için kanserojen olması mümkün.
  • Grup 3: İnsana kanserojenlik açısından sınıflandırılamıyor (herhangi bir yönde delil yok).
  • Grup 4: Muhtemelen insanlar için kanserojen değil.
Bu durumda kahveye turşuya da elveda demek gerekecek. Çünkü Uluslararası Kanser Araştırma Dairesi bunları da “İnsanlar için kanserojen olması mümkün” sınıfına koymuş. Ayrıca radyo dalgaları da yine bu sınıfta yer buluyor.

Endüstri Gizliyor mu?

Cisimlerin içine daha iyi nüfuz edebilirdi. Belki bu sayede telefonun, kapalı alanlarda daha iyi çekmesini sağlayabilirdi. X ışını gibi yüksek frekanslı dalga kullanılabilirdi. Belki daha verimli iletişim sağlıyor olacaktı. Yani madem endüstri bu kadar düşüncesiz -ya da bu kadar güçlü-, neden seçeneklerini kısıtlasın. Yüksek frekanslı dalga da kullanabilirdi. İşte o zaman endüstrinin bir şeyler gizlemek için bir nedeni olabilirdi. O zaman endüstriyi şeytanlaştırmakta haklı olunabilirdi. Ve nüfusumuz yavaş yavaş azalmaya başlardı. Elbette endüstri çalışanları da kanserle boğuşmaya başlayacaktı. Bir şeylerin ters gittiği ne kadar saklanabilirdi ki. Endüstrinin böyle yüksek frekanslı dalga seçmesinin intihar olacağı açıktı. Kıyamet olurdu. Hem mümkün olduğunca kaliteli iletişim sağlamalı, hem de zararsız olmalıydı. Bu yüzden radyo dalgalarının sadece biraz üstünde bir dalga frekansı seçildi.

Şimdi, endüstrinin mikrodalgaları kullanmayı bıraktığını varsayalım. Cep telefonlarında kullanılmak üzere önerilebilecek başka dalga var mı? Yeni bir frekans aralığında bir dalga kullanılmaya başladığını düşünün. Bir zaman sonra, o dalgaya da kanser yapıyor denmeyeceğinin bir garantisi var mı! Cep telefonundan aşırı endişelenenler bile, kendi telefonlarından ebediyen vazgeçmeye gerçekten hazırlar mı, dersiniz.

Yüksek Gerilim

Bir zamanlar çok yeniydi. Her evde yoktu. Büyülü bir şeydi. İnsanları yeterince korkutuyordu. Elektrikten bahsediyorum. Tüm bunların üstüne şimdi bir de Nikola Tesla diye biri alternatif akım diye bir şey çıkarmıştı. Şebekede binlerce voltluk elektrik dolanacaktı. Yüksek gerilim yani. İnsana değdi mi kömür ederdi! Çok tehlikeliydi yani. Birinin insanları aydınlatması gerekiyordu. Ölümcül tehlikesini göstermek için az mı uğraşmıştı. Hayvanlarla deneyler yapmıştı. Köpeklerden alternatif akım elektriği geçirmişti. Zavallı köpekler herkesin gözü önünde can vermişti. Bu alternatif akımın tehlikesine dikkat çekmek için yeterli değil miydi! Atlara alternatif akım elektriği verdi. Atları bile öldürebileceğini göstermek istemişti. Bu da dikkat çekmek için yetmiyorsa... Sonunda elektrikli sandalye diye bir aygıt geliştirdi -alternatif akım kullanan-, idam cezalarında kullanılabilsin diye. Ki kendisi aslında ölüm cezasına karşıydı. İnsanları öldürebileceği ortadaydı işte. Bu yüzden gayretle böyle gösteriler yapmıştı Thomas Edison. Elektrik şebekesinde doğru akım kullanılmalıydı yani. Thomas Edison'un geliştirdiği tekniği. Daha güvenliydi. İletim hatlarındaki gerilim alternatif akımdaki gibi binlerce volt olmayacaktı.

Oysa daha ince kablolar kullanılabiliyordu. Daha küçük donanımlar yetiyordu. Daha az jeneratöre ihtiyaç vardı. Çok daha ucuza mal oluyordu. Bu da daha ucuza elektrik almak demek olacaktı. Yani alternatif akım şebekede daha verimliydi, aslında. Doğal olarak günümüzde de alternatif akım kullanılmaya devam ediliyor. Şebekede hâlâ binlerce voltluk elektrik dolanıyor!

Ama haklıydı işte. Elektrik çarpabilir. Ölümcül olabilir. Güçlü bir fırtınada yüksek gerilim hattı kopabilir. İnsanların üstüne düşebilir. Oracıkta yakar adamı. Prizlerimizde her zaman tehlike mevcuttur. Çarpabilir. Yangına neden olabilir. Elektrik tehlikelidir. Hadi hayatımızdan çıkaralım. :-) Cidden elektriğin bugün icat edildiğini düşünün. İnternette üzerine dönecek akıl almaz spekülasyonları hayal edebiliyor musunuz! Şebeke kurulacak yerlerde bir sürü protesto olurdu herhalde. Doğumumuzdan beri elektrikli eşyaların arasındayız. Öylesine alışılmış ki, elektrik artık görünmez olmuş. Tehlikeleri kimsenin dikkatini çekmiyor. :-) Benzer şekilde, bugünün şüpheyle bakılan teknolojilerine 50 yıl sonra iyice alışılmış olacaktır. Öylesine sıradanlaşacaklar. O zamanın yeni spekülasyonları arasında yer bulamayacaklardır. :-)

Elbette yaptığı büyük yatırımın araya gitmesini önlemeye çalışıyordu sadece, her insanoğlunda olan refleksle. Kimsenin elektrik konusunda, kendisinden daha iyi teknik geliştirebileceğine inanmak da istemiyordu biraz. Alternatif akım tekniğini Nikola Tesla'dan önce keşfedebilseydi Thomas Edison, bu tekniğin propagandasını kuşkusuz en iyi kendisi yapardı. Tehlikesine dikkat çekmeye çalışmak yerine. :-) Bu arada yanlış kullanıldığında doğru akım da çarpacaktır. Ve yüksek gerilim hattından dolayı ölen insan sayısı çok çok azdır. O da dikkatsizlik yüzünden.

Bazen endüstrinin teknolojinin zararlarını gizlediğini düşünen insanlara tanık olursunuz. Yanılmayacaklarından emindirler. Bir teknolojinin zararlı olduğundan aşırı endişelenmenin de bazen rakip üreticilerin işine yarıyor olabileceği pekâlâ mümkündür, oysa. Hatırlayın, bir ara da, plastik damacana suyun sağlığa zararlı olduğu komplosu yayılmıştı. Elbette endüstri bunu gizliyordu. Ancak bu komploya inanmak, sadece cam şişe üreticilerinin pazar payının büyümesinden başka bir işe yaramayacaktı. Aslında sağlık açısından ciddi bir farkları olmamasına rağmen cam maliyetlidir. Bu iş için verimsizdir. Gerekli değildir. Taşıması zordur. Dolayısıyla suyu daha pahalıya satın alacaktı tüketici. Burada, radyasyon koruyucu cep telefonu kılıflarının satılmaya başlandığını vurgulamak yerinde olacaktır -güya koruyorlar yani-. Evet, bazıları mikrodalgayı hayatından çıkarabileceğinin hayalini kurarken, medeniyet güneş enerjisini uzaydan dünyaya ışınlamak için mikrodalga kullanabilmenin hayalini kuruyor.  

Kaynaklar:

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Sahne: Zihin Yüklemek


Sahne: Zihin Yüklemek paylaşan: okanozcelik
Atılgan gemisinin kontrolü M5 adlı bilgisayara devredilir. Ama işler beklendiği gibi gitmez. Sıradan bir bilgisayar gibi sadece mantıksal çalışmıyor gibidir. Hatta Atılgan mürettebatını kandırarak onları şaşırtır. Bilgisayar sanki insani özellikler göstermeye başlamıştır. Dr. Daystrom sonunda itiraf eder:

...İnsan belleğini bilgisayar devrelerine yüklemenin bir yolunu buldum.
Ve rölelerin beyindeki sinapslardan farkı yok...
M5 düşünebiliyor kaptan!

Daha Ay'a gidilmemiştir. Henüz kişisel bilgisayarların bile icat edilmesine yıllar vardır. 1960lı yıllardır. Bir bilim kurgu dizisinden kendi zamanına göre yaratıcı bir gelecek tasviri. 23. yüzyılı öngörmektedir. Ama o tarihte bilgisayarların mekanik çalıştığının tasvir edilmesi enteresandır. Öyle ki Atılgan mürettebatı ilk defa düşünebilen bir bilgisayara tanık olmuşlardır. İnsani özellikler göstermesine çok şaşırmışlardır. Acaba 23. yüzyılda bile bilgisayarların düşünebilmesinin anca olabileceğini, çok zor olacağını mı ima etmiştir senarist, bugün bazı bilimcilerin 50 yıla düşünebileceğini tahmin etmelerinin aksine. :-) Yoksa sadece, gelecekte bilgisayarların düşünebileceği tartışmasını mı gündeme getirmek istemiştir. :-)

Sahne: Bu haftaki toto neticeleri nedir? :-)


Sahne: Bu haftaki toto neticeleri nedir? :-) paylaşan: okanozcelik
Uzay Yolu'nun dünyadaki ilk parodisidir. Zaten bir-iki tane parodisi mevcuttur.

Türk Dil Kurumu'nun “computer” sözcüğüne henüz bir Türkçe karşılık bile bulamadan önce çekilmiş bir film. :-)

Sahne: Bilgisayar Daha Verimli


Sahne: Bilgisayar Daha Verimli paylaşan: okanozcelik
Spock: Bilgisayarların insandan daha verimli olduğunu düşünüyorum, daha iyi değil.

Sıradan bilgisayarlar için doğru bir yargı. Ama düşünebilen bilgisayarlar için böyle bir yargıya varmak zor olacaktır. Hele insan zihni yüklenmişse insandan farkını bulmak güçleşecektir! Belki milyarlarca yeni sinaps da eklendiğinde bu yargı hepten hükmünü yitirecektir. İşte o zaman kararları bilgisayarların vermesinin daha iyi bile olacağını herkes kabullenebilir. :-) Tabii o zamana kadar, kendilerini geliştirme konusunda da boş durmayacaktır insanlar. Kendi beyinlerindeki sinapsları yapay olarak arttırmanın bir yolunu bulabilirler. Makine-insan birleşimi olur. :-) İnsan-robot ayrımı iyice bulanıklaşır. Böylece hangisi daha iyi sorusu anlamını yitirir.

Spock: Bence bilgisayara senin belleğini yüklesek çok daha ilginç olurdu doktor. Ortaya çıkacak mantıksızlık silsilesini izlemekten büyük keyif alırdık. :-)

2 Nisan 2015 Perşembe

Haber: Kablosuz Elektrik İletimi

Mitsubishi Ağır Endüstri Ltd (MHI), “kablosuz güç aktarımı” için yeryüzü testleri gerçekleştirirken şu anda geliştirilme aşamasında olan yeni bir teknolojiyi gün yüzüne seriyor; bu sistem geleceğin güç üretim sistemlerinden biri olması beklenen uzaysal güneş güç sistemleri (SSPS) için temel teknolojiyi sunacak. Şirketin Kobe Tersane ve Makine İşleri tesisinde yapılan başarılı testten sonra, MHI uzun mesafeli kablosuz güç iletimini başardığını doğruladı.

Yeryüzü testinde, 10 kW (kilowatt) güç mikrodalga ile yayıcı birim tarafından gönderildi. Gücün alınması, 500 metre uzaklıkta bulunan alıcı birim tarafından LED ışıkları yakılarak onaylandı, bu işlem sırasında alınan gücün bir kısım kullanıldı. İletim mesafesi ve güç yükleme miktarı, Japonya’da yeni bir adım olarak nitelendirilebilir. Test aynı zamanda mikrodalga ışın demetinin yönünü düzenlemek için kullanılan ileri kontrol sistem teknolojisinin performansını da kanıtladı, böylelikle hedeflenen alıcı birimden sapmamış oluyor.

Kablosuz güç iletim teknolojisi, elektriği iletmek için gerekli ve geleneksel olan kablo bağlantılarını yok etmeyi amaçlıyor, ve yeni ve başarılı test sonuçlarına göre çok fazla alan çalışmasında teknolojinin kullanılmasının yolunu açıyor. Büyük uzaklıklar boyunca kablosuz olarak güç iletiminin gerçekleştirilmesi yalnızca zor veya tehlikeli olan güç kablolarının yerleştirildiği mekânlara güç iletimini kolaylaştırmakla kalmıyor; gelecekte diğer çeşitli uygulamalar ve kıyıdan uzak rüzgâr türbinlerinden güç iletimine de katkıda bulunabilmesi ümit ediliyor. Kolaylıkla anlaşılabilen bir uygulama, gücün elektrikli taşıtlara kablosuz olarak iletilmesidir.

SSPS kullanımı için geliştirilmekte olan kablosuz güç aktarımı bir radyo emisyon teknolojisi olarak değerlendiriliyor ve teknolojiye ulaşılır ulaşılmaz, tahmin edilemeyecek uzaklıklara gücün kablosuz olarak iletilmesini sağlayacak.

SSPS, güneş pili panelleri kullanarak dünya üzerinde sabit 36.000 kilometrede bulunan uyduda güç oluşturacak bir sistem olarak geliştirildi; üretilen güç mikrodalga/laser tarafından dünyaya döndürülecek (yani kabloya ihtiyaç olmayacak) ve yeryüzüne ulaşan güç elektriksel enerjiye çevrilecek.

Güç kaynağı çevresel olarak temiz ve tükenmez karakterli olduğundan, SPSS’nin hem çevresel, hem de enerji sorunlarını aynı anda çözebilecek dayanak noktası hüviyetinde bir enerji kaynağı olması bekleniyor.

Bunun da ötesinde MHI, sosyal gelişime katkıda bulunma ülküsünde bu ileri hava-uzay teknolojisinin geliştirilmiş pratik uygulamalarının peşine düşmek istiyor, bu arada geleceğin SSPS’lerinin gerçek olmasına yönelik Japon teknolojisinin ilerletilmesi de mümkün olmalıdır.


26 Mart 2015 Perşembe

Videoları Seri İşleme - Yazılım

Seçilen bir ayarı, tüm videolara seri olarak işleyen bir yazılımdır. Yazılım bulunduğu klasördeki her video için tek tek bir video işleme programını çağırarak işlemden geçirir. Örneğin videoları seri olarak sıkıştırma işleminden geçirebilir.

Public Class Form1

    'Nesneler
    'txtAyarAdı adlı TextBox
    'cmdBaşla adlı Button
    'cmdDur adlı Button
    'txtIşlenen adlı TextBox
    'DosyaListesi adlı ListBox
    'DenetlemeZamani adlı Timer
    'Uyut adlı CheckBox

    Const ProgExe As String = "C:\Program Files (x86)\Program\Program.exe"
    Const ProgAdı As String = "Program" 'İşlemin bittiği, çalışan programlar listesinden denetlenecek
    Const ProgDizini As String = "C:\Program Files (x86)\Program\"
    Dim AyarAdı As String
    Const AyarUzantı As String = ".vcf"
    Dim AyarSeç As String
    Dim IşlemDizini As String
    Const IşlemDiziniHedef As String = "Islenenler"
    Dim IşlemDosyası As String
    Dim IşlemDosyasıHedef As String
    Dim İşlemSırası As Integer
    Dim Durduruldu As Boolean
    Dim tnk As String 'Tırnak karakteri için

    Private Sub cmdBasla_Click(sender As Object, e As EventArgs) Handles cmdBasla.Click

        DosyaListesi.Items.Clear()
        İşlemSırası = 0
        Durduruldu = False

        'Çağrılacak programın hangi ayarıyla işlem yapacağı seçiliyor.
        If txtAyarAdı.Text = "" Then Exit Sub
        AyarSeç = ProgDizini & txtAyarAdı.Text & AyarUzantı

        'Yazılım bulunduğu klasörü tespit ediyor.
        IşlemDizini = Application.StartupPath

        'Hedef dizin oluşturuluyor.
        If IO.File.Exists(My.Computer.FileSystem.CombinePath(IşlemDizini, IşlemDiziniHedef)) Then
            MsgBox("Hedef dizin var, onu korumak gerekebilir")
            Exit Sub
        Else
            IO.Directory.CreateDirectory(My.Computer.FileSystem.CombinePath(IşlemDizini, IşlemDiziniHedef))
        End If

        'Yazılım bulunduğu klasördeki işlenecek dosyaları buluyor.
        DosyalarıBul(IşlemDizini)
        If DosyaListesi.Items.Count = 0 Then
            MsgBox("Klasörde dosya yok")
            Exit Sub
        End If
       
        SonrakiniIşle()
        DenetlemeZamani.Enabled = True

    End Sub

    Private Sub DosyalarıBul(dbDizin As String)
        Dim dirinfo As New System.IO.DirectoryInfo(dbDizin)
        Dim Dosyalar() As System.IO.FileInfo
        'Bulunduğu üst dizindeki belli türdeki dosyaları arıyor.
        Dosyalar = dirinfo.GetFiles("*.avi", IO.SearchOption.TopDirectoryOnly)
        Dim Dosya As System.IO.FileInfo

        'Dosya adları listeye alınıyor.
        For Each Dosya In Dosyalar
            DosyaListesi.Items.Add(Dosya)
        Next
    End Sub

    Private Sub DenetlemeZamani_Tick(sender As Object, e As EventArgs) Handles DenetlemeZamani.Tick
        'Çağrılmış programın işleminin bitmesi denetleniyor.
        If İşlemSürüyor() Then Exit Sub

        If Durduruldu Then
            DenetlemeZamani.Enabled = False
            Exit Sub
        End If

        Dim oTarihi As Date 'Oluşturma tarihi
        Dim dTarihi As Date 'Değiştirme tarihi

        'Dosya üzerinde işlem bittiğinde yaratılan dosyanın oluşturma ve değiştirilme tarihi özgün dosyadakine eşitleniyor.
        'Böylece tarihler de korunuyor.
        oTarihi = System.IO.File.GetCreationTime(IşlemDosyası)
        dTarihi = System.IO.File.GetLastWriteTime(IşlemDosyası)

        System.IO.File.SetCreationTime(IşlemDosyasıHedef, oTarihi)
        System.IO.File.SetLastWriteTime(IşlemDosyasıHedef, dTarihi)


        İşlemSırası = İşlemSırası + 1

        If DosyaListesi.Items.Count <= İşlemSırası Then
            DenetlemeZamani.Enabled = False
            If Uyut.Checked Then
                'Tüm dosyalar işlendiğinde işaretlenmişse bilgisayar uyutulur.
                System.Diagnostics.Process.Start("Shutdown", "-h")
            End If
            MsgBox("Tüm dosyalar işlendi")
            Exit Sub
        End If

        'Şimdi sonraki işlenebilir.
        SonrakiniIşle()

    End Sub

    Private Sub SonrakiniIşle()
        Dim KBaşarısı As Integer

        Dim Komut As String

        IşlemDosyası = IşlemDizini & "\" & DosyaListesi.Items.Item(İşlemSırası).ToString()
        IşlemDosyasıHedef = IşlemDizini & "\" & IşlemDiziniHedef & "\" & DosyaListesi.Items.Item(İşlemSırası).ToString()

        DosyaListesi.SelectedIndex = İşlemSırası
        DosyaListesi.TopIndex = DosyaListesi.SelectedIndex

        txtIşlenen.Text = CStr(İşlemSırası + 1) & "/" & DosyaListesi.Items.Count & " " _
        & DosyaListesi.Items.Item(İşlemSırası).ToString()

        'Çağrılacak program için işlenecek dosya komutu oluşturuluyor.
        Komut = tnk & ProgExe & tnk & " /s " & _
        tnk & AyarSeç & tnk & _
        " /p " & _
        tnk & IşlemDosyası & tnk & _
        " " & _
        tnk & IşlemDosyasıHedef & tnk & _
        " /r /x"

        'Program çağrılıyor.
        KBaşarısı = Shell(Komut)

        'İşlemSırası = İşlemSırası + 1

    End Sub

    Private Function İşlemSürüyor() As Boolean
        'Çağrılmış program, işlemi bitince kapanacak.
        'İşlemler listesinde görünüyorsa görevi bitmemiş demektir.
        Dim işlem As Process
        For Each işlem In Process.GetProcesses
            If Not InStr(işlem.ProcessName, ProgAdı) = 0 Then
                İşlemSürüyor = True
                Exit Function
            End If
        Next
    End Function

    Private Sub cmdDur_Click(sender As Object, e As EventArgs) Handles cmdDur.Click
        Durduruldu = True
    End Sub

    Private Sub Form1_Load(sender As Object, e As EventArgs) Handles MyBase.Load
        tnk = Chr(34)

    End Sub
End Class

Yazılım son kullanıcıya yönelik değildir. Kişisel amaçlar için yazıldığından denetim kodları filan sade tutulmuştur. Elbette kodlarda -Const değişkenlerinde- ufak değişiklikler yapılarak başka programlar çağrılabilir. Sadece videolar değil farklı türdeki dosyalara da seri işlem uygulaması sağlanabilir.

Alıntı: Ve Kayıt :-)

Gates bir teknoloji dehası olabilir ama Seattle'ı ziyaret eden
Jay Leno gülerek şöyle dedi:
"Aslında o da bizlerden pek farklı sayılmazdı. Dün gece
onun çalışma odasına gittim, VCR'ında hala 12:00 yanıp sönüyordu."

Alıntı: Tropik Ekosistem

Dışarıdan gelen birine göre IBM'in içinde bir sera havası vardı.
Sanki çok uzun bir süre dünyayla bağlantısı kesilmiş, yapayalnız
kalmış bir tropik ekosistem gibiydi. Sonuçta da başka hiçbir yerde
bulunmayan egzotik yaşam biçimleri ortaya çıkmıştı. IBM kendi
içine öylesine dönmüş, kendi kuralları ve çelişkilerine öylesine dalmıştı
ki, sağlamlığını yitirmişti ve dışarıdan gelecek herhangi bir
saldırıya karşı koyamaz hale gelmişti.

Önemli olan her şeyin şirketin içinde filizlendiği görüşü, sanırım
çoğu sorunun temel kaynağıydı. Görev yapamama durumunun
ne kadar yayıldığını açıklayabilmek için bazı olguları kısaca tanımlamak
zorundayım.

Müşteri gereksinimlerine karşı genel bir ilgisizliğin yanı sıra,
içsel politikalarla yeterinden fazla ilgilenmek derhal göze çarpıyordu.
Bürokratik altyapı, işbirliğini desteklemek yerine kendi konumunu
korumaya yönelik olduğundan, başlanan projelerin olduğu gi-
bi bırakılmasına izin veriliyordu. Yönetim kadrosu ise hareket etmek
yerine uzaktan gözlemlemeyi yeğliyordu. IBM'in kendine özgü
bir dili bile vardı.

Bunları IBM ile alay etmek için söylemiyorum. Tam tersine,
daha önce de belirttiğim gibi, şirketin özgün güçlerinden birini oluşturuyordu.
Ama tüm canlılar gibi hastalıklara yakalanma riski vardı
ve tedavinin ilk adımı semptomların tanımlanması olmalıydı.

***

Buradaki analiz çok şıktır. Kolay unutulamaz. Bir işletme kitabında değil de sanki bir edebiyat eserinde rastlanabilecek tanımlamalar. Özellikle tropik ekosistem benzetmesi yaratıcıdır. Sıcak serada egzotik yaşam biçimlerinin türemesi... Bunlar şaşırtıcı özellikler sergileyebilir. Ne var ki reel dünyada -reel ekonomide- çok talihli olamayacaklardır. Dünyayla bağlantısı kesilmiştir. Sonunda asıl varlık nedenine, müşteriye ilgi dağılıp gider. Tüm bunlara rağmen “teknolojiye dair tüm önemli fikirleri, nasıl olsa bizden başka bulan olmayacaktır” umudunun korunabilmesi. Bunlar, bir şirket gibi aslında bir insanı da tarif edebilecek sözler. Bunlar, neredeyse Oblomovvari teşbihler. :-)

Alıntı: Elini Eteğini Çekmek :-)

Bütün bunlara rağmen dostu Ştolts onu zaman zaman
insan içine çıkarıyordu; ama o da sık sık Petersburg’dan
ayrılıyor; Moskova’ya, Nijni’ye, Kırım’a, yabancı ülkelere
gidiyordu. O gidince Oblomov evine ve kendi içine öyle
kapanıyordu ki, ancak günlük hayatının dışında büyük olaylar
onu yerinden oynatabilirdi: Böyle olayların da ne olduğu, ne
olacağı vardı.

Zaten Oblomov yaşlandıkça, kendisine bir çocuk
utangaçlığı geliyordu. Dışarı ile bağlantısı azala azala kendi
hayatının dışında kalan her şeyden ürküyor, çekiniyordu. Ama
odasının tavanındaki çatırtılardan korkmuyordu; onlara
alışmıştı. Odasındaki kapanık havanın, bütün gün dört duvar
arasında oturmanın sağlığına gece rutubetinden daha zararlı
olacağını, durduğu yerde yemek üstüne yemek yemenin
insanı yavaş yavaş çökerteceğini düşünmüyordu; çünkü
bunlara alışmıştı; alıştığı şeylerden korkmuyordu. Alışmadığı
şey, hareket etmek, hayata karışmak, adam görmek, öteye
beriye koşmaktı. Fazla kalabalıkta boğulur gibi oluyordu; bir
kayığa binse, bir daha karaya ayak basamayacağı
kuruntusuna kapılıyordu; arabaya binse atlar gemi azıya alıp
kaçacaklar sanıyordu. Bazen delice korkulara düşüyor,
çevresindeki sessizlikten ürküyor, şaşırıp kalıyor, vücudunu
soğuk ürpermeler sarıyordu. Gözleri karanlık bir köşeye
saplanıyor, oradan bir hayalet çıkıverecek sanıyordu.

İşte Oblomov’un dışarı hayatı da böylece sona erdi. Yavaş
yavaş bütün gençlik hülyaları dağılıp gitti; ihtiyarken bile
düşünüp coştuğumuz o içli, hüzünlü, tatlı serüvenlerden elini
çekti.

***

Alıntısını yaptık, tanıtımını da tam yapalım:
Ivan Gonçarov yarattığı karakter Oblomov'la alay etmez. Aslında O'nu sever. En başta Rus aristokrasinin değişime uyum sağlayamayışını başaramayışını sevimli bir dille anlatır.
“Rus edebiyatının hiçbir kahramanı, ne Raskolnikov, ne
Mişkin, ne Prens Andrey, eski Rus insanını, hatta bütün
Doğuluları Oblomov kadar açıklıkla, en özlü yanıyla temsil
etmez. Doğu, belki de ilk defa olarak Gonçarov’un bu büyük
eserinde kendi kendini tanımaya, Batı’dan farkını anlamaya
başlamıştır.”
“Toplumsal bir kaderin Oblomov’u içine düşürdüğü bu
kaçınılmaz uyuşmayı rasgele bir tembellikle karıştırmamak
gerekir. Tembel, işten kaçan ve işsizlikte mutluluğu bulan
adamdır. Oblomov’sa hiçbir zaman işe giremeyen,
işsizlikten de zevk alamayan bir adamdır. Zaman zaman
kendi durumunu açıkça gören Oblomov, üstüne çöken,
hayatını bir bataklığa çeviren bu durgunluğa acı acı isyan bile
eder: “Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin
gelişmeden kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü
düşündükçe içi parçalanıyordu. Başkalarının zengin ve
hareketli hayatını kıskanıyor; kendi hayatının yolunu ağır bir
kaya parçasıyla tıkanmış, daracık zavallı bir patika gibi
görüyordu. İçinde hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış,
fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş birçok imkânlar
olduğunu acı acı seziyordu...” “
Evet, eserin ana fikrini oldukça güzel yansıtmışlar, İş Bankası Kültür Yayınları'nın baskısının çevirenleri Sabahattin Eyüboğlu ve Erol Güney. Daha fazla söze gerek yok. :-)

24 Şubat 2015 Salı

Haber: Akıllı Telefonlar Tat ve Koku İletecek

Günümüzde insanlar anında görüntülü ve sesli iletişim kurmanın keyfini çıkarıyor.

Londra’daki üniversiteden profesör Adrian David Cheok, “camdan engel” olarak nitelediği bu durumu aşmaya kararlı:  “Bizler gerçek dünyada camı açıp, dokunabiliyor, tadabiliyor ve koku alabiliyoruz.”

...

Scentee adı verilen ve akıllı telefonlara takılan bir cihaz da konuşma esnasındaki komutla birlikte lavanta, yasemin, yada meyve, hatta kahve kokusu bile salgılayabiliyor.

Cheok,  “Uygulama internete bağlanıyor, bu sayede telefondan koku salgılanabiliyor,” şeklinde konuşuyor.

Scentee’nin kartuşu yüzden farklı koku içeriyor, bittiğindeyse yeniden doldurulabiliyor.

Haberin Tamamı: Akıllı Telefonlar Tat ve Koku İletecek

Tat ve koku sayısal olarak kaydedilebiliyor. Ve gerektiğinde çözümlenip kimyasal olarak tekrar salınabiliyor. Şu anda içeriği çok zengin görünmüyor. Bazı kokular oluşturulabiliyor. Siyah beyaz televizyonun renk içeriğinin kısıtlı olması gibi sadece bazı kokular taklit edilebiliyor. Milyonlarca rengi kırmızı, yeşil, mavi renklerinin farklı tonlamalarını katarak elde edebiliyoruz. Bir gün aynı şey kokular için de mümkün olabilecek mi dersiniz! Birkaç kök koku icat edilebilir. Ve milyonlarca koku bu kök kokuların farklı karışımlarıyla elde edebilir! Böylece bu kök kokulara sahip kartuşlar, kokularını karıştırarak milyonlarca kokuyu salabilecek. Bu kök kokuların karışım oranları sayısal olarak kaydedilebilir. Nakledilebilir. Gerektiğinde tekrar kimyasal olarak oluşturulur. Bakalım, teknik nasıl gelişecek...

7 Ocak 2015 Çarşamba

E-Kitap Okuyucular Lüks müdür?

E-Kitap Okuyucuların lüks olduğu algısı yaygındır. Bu, pazarın yavaş büyümesine neden olabilir, özellikle Türkiye'de! Bu aygıtları lüks olarak niteleyen bazı insanların ellerinde en moda telefonların olması dikkat çekici bir tezattır. Genelde o telefonlar bu aygıtların 2-3 katı fiyatına satılmaktadır.

Sadece geceleri yatakta birkaç sayfa kitap okumak için kullanıldığında lüks gibi görünebilir. Asıl ayık kafayla bir şeyler okunması gerektiğinde önemi ortaya çıkıyor. Maksat bir şeyler öğrenmek, hatırlamak olduğunda kullanışlılığı fark ediliyor. Ciddi bir kitap okunurken içeriğine çok rahat ulaşılabilmektedir. Aranılan konuya e-kitapta daha hızlı erişilir. Kağıt kitapta yeri unutulan bir paragrafı, e-kitapta bulmak daha mümkündür. Ya da örneğin internetteki onlarca sayfalık bilimsel bir makale aygıta yüklenildiğinde, üzerinde rahatça çalışılabilir. Bilgisayardan okunmaya kalkıldığında konsantrasyon uzun süre korunamayabilirdi. Bu açıdan akademi dünyasının, üniversite öğrencilerinin de işine yaramaktadır.

Lüks üretim yapmayı sürdürmek isteyenler olacaktır. Bolca süsleyeceklerdir. Kasanın estetiğine çok özen göstereceklerdir. Kendini havalı hissetmek isteyenler bunlara daha çok para verebilirler. Tıpkı güzel görünümlü popüler cep telefonlarına havalı olduğundan daha fazla para vermeye gönüllü insanların olduğu gibi, yargılamak gereksizdir serbest piyasada. Daha fazla elektronik üreticisi bu endüstriye girdiğinde çeşit çoğalacaktır. Rekabet artacaktır. Aslında şuanda bile makul olan fiyatlar daha da düşecektir. Ve elektronik mürekkep ekranın patent süresi sonlanırken fiyatlar yıllar öncesine göre dramatik seviyelere inecektir. Lüks algısının sırıtıyor oluşu iyice görünür olacaktır. Ha, evet, çok fazla bir şey okumak zorunda olmayanlara gerçekten lüks olacaktır.

1-2 yüzyıl öncesine kadar kitapların da lüks görüldüğünü hatırlatalım. Eve kitap girmesi gereksizdi. Bu arada asıl neyin lüks olduğuna “Elektronik Kitap Neden Kağıt Baskısından Kıymetlidir” adlı makalemde rastlayabilirsiniz.

Sahne: Lüks Otomobiller


Sahne: Lüks Otomobiller paylaşan: okanozcelik
Söz lüks eşyalardan açılmışken bu sahne tam yerine oturuyor. :-)

Henry Ford yatırımcılarıyla toplantıdadır. O zamanın genel havası otomobillerin lüks olduğudur. Arabalar güzelce süslenir, zenginlere pahalıya satılır. Az sayıda satılsa bile pahalı olduğundan iyi kâr getireceği beklentisi vardır. Yatırımcılar Ford'un getirdiği bakış açısını henüz kavrayamamışlardır...

Henry Ford:
- Ne mi diyorum.
Beyler, daha fazla fiyata daha az insana daha az araba yapmakla...
ilgilenmiyorum!
Daha düşük fiyata fazla insana araba yapmak istiyorum.
Hedefim büyük yada zengin insanlar değil...
Daha önce özel bir şey alamamış düşük gelirli insanları hedefliyorum.
Ona dünya görüşünü değiştirecek otomobili vermek istiyorum...
Gözleri açılacak!
Ve hiç kimse, onu -o özel şeyi- ondan yada benden almaya...
kalkışmayacak!

Eskiden arabalar el yapımıydı. Tek bir otomobil üzerinde çok uğraşıyorlardı. Onu güzelce süslüyorlardı. Oldukça lüks görünüyordu. Pahalıya satabiliyorlardı. Elbette dar bir kesime, zengin sınıfa. Orta sınıfa ulaştırmak gereksizdi. El yapımıydı işte. Az sayıda üretilse de zengin sınıfa pahalıya satarak yeterince kâr ettiklerini düşünüyorlardı. Daha fazla kâr etmenin başka yollarının olacağı akıllarına gelmemişti.

Ama bu böyle ne kadar daha gidecekti? Otomobil hep lüks olarak mı görülecekti? Ford yeni bir yaklaşım getirmişti. Otomobiller seri üretiliyordu. Artık el yapımı sayılmazdı ve aslında bu sayede daha az hatalı üretim oluyordu. Daha çok miktarda üretiliyordu. Böylece ucuzlamıştı. Hemen ardından General Motors da bu sürekli akış yöntemini benimsedi. Geliştirdi. Elbette lüks hissetmek için otomobile daha fazla para vermek istemek kabahat değil. Ama Ford otomobillerin lüks görülmek zorunda olmadığını kanıtlamıştı.