—Peki
insan ne zaman yaşar öyleyse? Ne diye hayatımızı
berbat
etmeli?
—İşin
kendisi için; başka bir şey için değil. Çalışmak hiç
değilse
benim hayatımın gayesi, içi, dışı, her şeyidir. İşte sen
hayatından
çalışmayı attın; ne oldun sanki? Ben son defa
olarak
seni kurtarmaya çalışacağım. Bundan sonra gene de
Tarantyevlerle,
Alekseyevlerle oturursan, büsbütün yok olur
gidersin.
Ya şimdi kurtulursun ya da hiçbir zaman...
Oblomov
endişeli gözlerle dinliyordu. Dostu sanki ona bir
ayna
tutmuş, içinde kendini görüp korkmuştu.
İçini
çekerek:
—Andrey,
bana sitem edeceğine yardım et, dedi.
Halimden
ben de şikâyetçiyim. Bu sabah nasıl talihime
ağladım,
nasıl kendi mezarımı kendim kazdım, görseydin
bana
öyle sitem etmezdin. Her şeyi biliyorum, anlıyorum,
ama
gücüm, iradem yok. Bana iradeni, zekânı aşıla, o
zaman
istediğin yere götür. Belki senin peşinden gelebilirim,
ama
yalnız başıma yerimden kımıldayamam. Hakkın var: Bu
iş
ya şimdi olur ya da hiçbir zaman olmaz. Bir yıl sonra iş
işten
geçer.
—Sen
misin bunları söyleyen İlya? Preçistinki’den
Kodrino’ya
yürüdüğün zamanlar ne çevik bir çocuktun,
hatırlıyor
musun? Orada bir bahçe vardı... İki kız kardeş
hatırında
mı? Onlara götürdüğün Rousseau’ları, Schiller’leri,
Goethe’leri,
Byron’ları, ellerinden aldığın Cottin’leri,
Genlis’leri
unuttun mu? Onlara önderlik etmek, zevklerini
düzeltmek
istiyordun.
Oblomov
kanepeden fırladı:
—Ne?
Sen bunu da hatırlıyorsun ha Andrey? Unutur
muyum
hiç. Onlarla ne hayaller, ne umutlar, ne planlar
kurmuştum.
Hatta onlara kalbimden de söz ederdim; ama
sen
yokken... Gülersin diye korkardım... Öldü ve bir daha
dirilmedi.
Nereye gitti bütün bunlar, niçin bu ateş söndü?
Anlamıyorum.
Başımdan öyle büyük felaketler, kasırgalar da
geçmedi.
Hiçbir şey kaybetmedim. Vicdanımda hiçbir leke
yok,
cam gibi tertemiz, gururumu kıracak hiçbir şey olmadı.
Tanrı
bilir niçin hayatım böyle harcandı gitti.
Oblomov
bir ah çekip devam etti:
—Biliyor
musun Andrey, benim içimde ne yakıcı, ne de
kurtarıcı
hiçbir ateş yanmadı. Hayatımda hiçbir zaman
başkalarınınki
gibi gittikçe renklenen, parlak bir güne
çevrilen
bir sabah olmadı; bir sabah ki yakıcı öğlesi
geçtikten
sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden
akşama
karışsın. Hayır, benim hayatım, sönmüş başladı.
Tuhaf,
fakat böyle. Kendimi bilir bilmez sönmeye başladığımı
hissettim.
Sönüşüm dairede, evrak başında oturduğum
zaman
başladı; sonra kitapları okuyup da onlarda hayatta
kullanamayacağım
gerçekler buldukça, dostlar arasında
dedikodular,
alaylar, soğuk, kötü, boş gevezelikler
dinledikçe,
gayesiz, sevgisiz toplantılara katıldıkça daha da
kötü
oldum. Mina ile de hayatımı, kuvvetlerimi harcadım; onu
sevdiğimi
sanarak gelirimin yarısından fazlasını israf ettim.
Nevskiy
Bulvarı’nda kürklü mantolar arasında bir aşağı bir
yukarı
dolaştığım zamanlar; evlenecek iyi bir kısmet olduğum
için
akşam toplantılarına çağrıldığım zamanlar; şehirden
yazlığa,
yazlıktan Gorohovaya Caddesi’ne taşındığım
zamanlar,
hayatımı, kafamı boşu boşuna harcıyordum.
İlkbahar
benim için ıstakoz ve istiridye mevsimiydi; sonbahar
ve
kış kabul günleriyle doluydu; yaz gezintilerle geçerdi...
Bütün
hayat tembel ve rahat bir uyku idi. Gururumu da
nelerde
kullandım? Ünlü bir terziye elbise ısmarlamakta;
tanınmış
aileler içine kabul edilmekte; Prens P.’nin elini
sıkmakta...
Gurur hayatın tuzudur derler; gururum nereye
gitti?
Ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım ya da bu hayatın
hiçbir
değeri yoktu. Daha iyisini de bulamadım, göremedim,
kimse
de göstermedi. Sen bir gelip, bir kayboluyordun, tıpkı
parlak,
hızlı bir kuyrukluyıldız gibi; bense her şeyi unutuyor,
ağır
ağır sönüyordum...
Ştolts
artık alaylı gülümsemesini bırakmış, Oblomov’u
kaygılı
bir sessizlik içinde dinliyordu.
Oblomov
devam etti:
—Demin
bana yüzümün pörsümüş, tazeliğini yitirmiş
olduğunu
söyledin. Doğru, ben yıpranmış bir elbise gibiyim;
nedeni
de ne iklim, ne de iş yorgunluğu. On iki yıldır içimdeki
ateş,
yakacak hiçbir şey bulamayınca kapalı kaldı, kendi
zindanını
yaktı ve söndü. On iki yıl geçti, sevgili Andrey; artık
bu
uykudan uyanmak isteğini bile duymaz oldum.
Ştolts
sabırsızlandı:
—Niçin
kendini çıkarmadın bu bataktan? Niçin, susup
oturmakta
ayak direyecek yerde, kendini kurtarmadın?
—Kurtarıp
da nereye gidecektim sanki?
—Nereye
mi? Hiç değilse Volga’ya, köylülerin yanına.
Orada
yapılacak daha iyi şeyler var. Hayatının bir anlamı
olurdu;
bir amacın, bir işin olurdu; Sibirya’ya, Şitka’ya bile
giderdim
ben olsam...
—Sen
de insana her zaman öyle çetin yollar teklif edersin
ki.
Hem sonra yalnız ben mi böyleyim? Mihailov, Petrov,
Semyonov,
Stepanov... Saymakla bitmez; bir alay insan,
hepsi
böyle.
Oblomov’un
itirafları Ştolts’a dokunmuştu. Bir şey
söylemedi,
içini çekti; biraz sonra:
—Evet,
dedi; zaman insanları değiştiriyor; ben seni bu
durumda
bırakmam artık, alıp götüreceğim seni. İlkin
Avrupa’ya,
sonra da köye. Bu göbeği eriteceksin, kendine
geleceksin,
sonra da bir iş bulacağız sana.
Alıntı:
Oblomov
Tıpkı
Ştolts gibi Avrupalı okuyucu da Oblomov’un
hikâyesini
hiçbir zaman hakkıyla anlayamayacaktır. Gerçi
Oblomov’u
ancak Avrupalı bir kafa, Gonçarov’un
Avrupalılaşmış
kafası edebiyata sokabilmişti. Ama Avrupa
edebiyatında
bu tipin benzerine bile rastlamak imkânsızdır.
Ona
benzese benzese Don Kişot, Hamlet, Werther,
Adolphe,
René gibi hasta kahramanlar, işsiz beyzadeler
benzeyebilirdi.
Ama onlar işsizlikten bile iş çıkarmanın,
hayallerini
şu ya da bu şekilde yaşamanın, hatta hayalleri
uğrunda
ölmenin yolunu buluyorlar. Avrupa, hayallerini
gerçekleştirmek
için kuran insanların ülkesidir. Orada
gerçekleşemeyen
hayal bir acı kaynağı, bir tragedya
konusudur.
Doğu’da ise hayal bir keyif, bir gerçekten kaçma
vesilesidir.
Doğulu, geviş getirir gibi, kendi içinde başlayıp
kendi
içinde biten, hedefsiz, başıboş hayaller kurar.
Oblomov’da
gerçeğin yerini tutan hayal, Ştolts’da bir
teşebbüsün
hazırlığı, ilk adımıdır.
Rusya’da
en çok okunmuş, anlaşılmış, günlük konuşmalara
karışmış
olan bu romanın, Avrupa’da en aydın okuyucular
tarafından
bile anlayışsızlıkla karşılanması mukadderdi.
Bizde
ise Oblomov’un büyük bir anlayış bulması beklenebilir;
çünkü
Oblomov’u yaratmış olan koşullar bizde de pek yakın
zamanlara
kadar vardı. Hatta Türk okuyucusu tanıdıkları
arasında
Oblomov’a benzeyen insanlar görebilecektir.
Konya’daki
çiftliğinin geliriyle Beyoğlu’nda, bir türlü
gerçekleşmeyen
hayaller içinde yaşayan işsiz yarı aydınlar
ve
memurlar az değildir. Kaldı ki hepimizde, iş hayatına
karışanlarımızda
bile, Oblomovluk vardır. Avrupalılaşma
yolunu
tutan her Doğu milletinde Oblomovluk kolay kolay
ruhlardan
çıkmayacaktır. Oblomovluktan kurtulmak için onun
tam
zıddını örnek tutmuş olan, dünya görüşünü iş üzerine
kurmuş
olan yeni Rusya’da bile Oblomov’lar kuşağının
büsbütün
kuruduğu ileri sürülemez. Nitekim Lenin diyor ki:
“Rusya
üç devrim geçirdi, ama gene de Oblomov’lar kaldı;
çünkü
Oblomov’lar yalnız derebeyler, köylüler, aydınlar
arasında
değil, işçiler, komünistler arasında da vardır.
Toplantılarda,
komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız,
eski
Oblomov’un içimizde olduğunu görürsünüz. Onu adam
etmek
için daha çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak,
dövmek
gerekecektir.”
Alıntı:
Oblomov - Önsöz
Elbette,
burada çalışkanlık karikatürize edilmektedir. Seri üretim
yapabilmek. Araba üretebilmek. Uçak üretebilmek. Elbette bilgisayar üretebilmek. Yeni elektronik
aletler tasarlayabilmektir bahsedilen çalışkanlık, günümüz
bakış açısıyla. Evet bazı doğu ülkelerinde bu şeylerin bazıları yapılabilmektedir. Ama yine batı ülkelerinin ortaklığıyla
olmaktadır. Onların yol göstermesiyle sağlanmaktadır. Bu doğu
ülkelerinden de yeni ürün tasarlamasını beklemek gerçekçi
değildir. Evet böyle hayalleri olabilir. Halklarını
heyecanlandıracak şeyler söyleyebilir siyasetçileri. Mesela yeni araba
üretip, seri üretimini yapacaklarını düşünebilirler. Ama
sadece oyalanırlar hayalleriyle. Prototip olarak kalır araba. Ama
ilginçtir Çin bu kapsamın dışına çıkmış görünüyor, garip
bir şekilde. Gayet iyi şekilde seri üretim yapıyor. Yeni ürünler
tasarlayabiliyor kısmen. Ama yine de bunun nedeni, batı
ülkelerindeki şirketlerin üretimlerini Çin’de yapıyor
olmasıdır. Bu sayede çok şey öğrenmiş görünüyor Çin. Ülkelerindeki şirketlerin üretimlerini Çin’de yapması
nedeniyle, işsiz kalıyor olduklarını düşünen azımsanmayacak
kadar ABD vatandaşı var mesela. Yani üretimlerini Çin’de
yaptıran şirketlerin etkisi bu derece yüksek. Belli ki Çin de
bundan öğreniyor.
Bu da İlginizi Çekebilir:
Kabüllenmek - Sahne