27 Mayıs 2014 Salı

Buluttan Yağmur Gibi Yağacak

İnternet tabanlı cihazlar yavaş yavaş hayatımıza giriyor. Cihazlar internet üzerinden birbiriyle bağlantıda olacak. Buzdolapları bağlanacak. Fırınlar bağlanacak. Cihazlar, üretici şirketlerine bağlanacak. Hatta kendi üretim aygıtlarına bile bağlanacak. Üreticiler cihazları optimize edebilecek. İstatistikleri tutacak. İşte bu 4. Endüstri Devrim olarak anılıyor. 4. Endüstri Devrimi makalesinde şöyle tanımlanıyor:

Bu kapsamda 4. Endüstri Devrimi
kavramı ilk olarak 2011öe Hannover Fuarı'nda (Almanya) kullanıldı.
Uzmanların burada kendilerine sordukları soru esasında
çok basitti: "Hemen hemen tüm bilgisayarların birbirine bağlı olduğu
günümüzde, üretim sırasında ve sonrasında özellikle fabrikalar
gibi büyük üretim tesislerindeki makineler ile diğer üretim
araç ve gereçlerinin hem birbirleriyle hem de ürettikleri ürünler
ile bağlantıda olması neden mümkün olmasın?"

Mesaj Atabilen Buzdolapları

Kişi markette alışveriş yapmaktadır. Evdeki buzdolabına, kısa mesajla, kaç tane yumurta kaldığını soracak. Buzdolabı kısa mesajla 2 tane kaldığını bildirecek. Elbette buzdolabında bazı algılayıcıların olacağı kesin. Belki bir iç kamerası da olacaktır. Gelen mesajı anlayacak. İçindeki yemeklere göre tutarlı bir mesaj oluşturacak. Mesajı sahibine gönderecek. Neredeyse düşünüyormuş gibi! Gelişmiş bir yazılıma ihtiyacı olacaktır. Bunu çalıştıracak hızlı bir işlemciye sahip olacak. Bu akıllı özellikler yüzünden buzdolabının maliyeti çok artacaktır. Acaba 4. endüstri devrime aslında uzak mıyız. Tüm cihazların internete bağlanması henüz gerçekçi değil midir? Örnekteki buzdolabı pahalı olacağından yaygınlaşamayacaktır da...

Sabit Diski Bile Olmayan Bilgisayarlar

Yirmi yıl öncesine kadar terminal bilgisayar diye bir şey satılırdı. Monitörü vardı. Elbette klavyesi, işlemcisi de vardı. Ama oldukça basitti. İşlemci kapasitesi düşüktü. Kendi işletim sistemi yoktu. Hatta kendi sabit diski bile yoktu. Böylece diğer PC'lerden çok ucuz olabiliyordu. Ee, ne işe yarardı sabit diski bile olmayan bilgisayar diyebilirsiniz. Sıra dışı bir özelliği vardı. O zamanlar için PC'lerde pek görülmeyen bir tür yerel ağ bağlantı girişine sahipti. İşte bu sayede ana bilgisayara bağlanırdı. Ana bilgisayar kendi dönemine göre gayet hızlı bir işlemciye, büyük bir sabit diske sahip bir sunucuydu. Gelişmiş bir işletim sistemini de unutmayalım. Terminal bilgisayarları uyumlu şekilde çalıştırırdı.
Bir Terminal (Resim Vikipedi'den alınmıştır)
Görevli, terminal bilgisayardan girişleri yapardı. Girişler asıl, ana bilgisayarda işlenirdi. Veriler ana bilgisayarda depolanırdı. Sonuçlar, terminal bilgisayara gönderilirdi. Böylece terminal bilgisayarlar oldukça ucuz olmasına rağmen işletmelerin epey işlerine yarayabiliyordu. Tabii güçlü bir ana bilgisayara sahipseler... Aslında bu yolla bilgisayar laboratuvarı edinen üniversitelerimiz bulunmaktadır. Laboratuvarlarında düşük kapasiteli bilgisayarları var. Hatta eskiler. Bu bilgisayarlar üniversitenin sunucu bilgisayarına bağlanıp gayet işlevsel kullanılıyorlar. Böylece laboratuvarları epey ucuza kurulmuş oluyor.

Her Şey Çiftliklere Emanet

Evet, iş bilgisayarı şirketleri, işletmelere kocaman sunucu bilgisayarlar satarlardı. Artık bundan fazlasını yapıyorlar. Hizmet satıyorlar. Sunucu ağları kuruyorlar. Yüzlerce sunucudan oluşan sunucu çiftlikleri kuruluyor. İşletmeler isterlerse bu sunucular üzerinden kendi sanal ana bilgisayarını kuruyorlar. Böylece satın alabilecekleri tek veya birkaç sunucu bilgisayarla sınırlanmış olmuyorlar. Koskocaman sanal bir ana bilgisayarları oluyor. İnanılmaz işlemci kapasitesine sahip. Yükle yükle bitmeyecek bir sabit diske sahip oluyorlar. Eskiden e-posta kapasiteleri 3-5 MB'tı. İşte bu sayede artık, ucu açık GB'lik kapasitelere sahip olabiliyoruz. İşletme sunucu bakımıyla uğraşmak zorunda kalmıyor. Altyapıyla ilgilenmiyor. Tüm bunları hizmet aldıkları IBM gibi şirketler, onları rahatsız etmeden yapıyor. Örneğin kaliteyi arttırmak için kendi özel hatlarını kuruyorlar. Telekomünikasyon şirketinden özel hatlar kiralıyorlar. Başka coğrafyalarda yer alan sunucu çiftlikleri arasındaki bağlantılar bu hatlar üzerinden sağlanıyor. Hatlarda başka veri kalabalıkları olmadığından sunucu iletişimi daha yoğun oluyor. Ve sanal sunucunun hızı artıyor. Böylece işletmenin elindeki bilgisayarlar terminaller gibi görev yapmaya başlıyor, ama bu sefer sabit diskleri de var. İşletme açısından Bulut Bilişimin bir tarifini yapmış oldum. Elbette benzer şeyler son kullanıcılar için de geçerli. Sosyal ağlarda yaptığımız
Bir sunucu çiftliği (Resim Klick.com'dan alınmıştır)
hareketler, ya o şirketin kendi sunucularında ya da o şirketin Bulut hizmeti aldığı iş bilgisayarı şirketinde tutuluyor. Bu yüzden artık kişisel bilgisayara da terminal denebiliyor. Genelde internete bağlanmak için kullanılıyorlar. Ve asıl işi internetteki sunucu bilgisayarlar yapıyor. Örneğin kullanıcının Facebook'taki verileri sanal sunucuda tutuluyor. Ya da Google Drive uygulamasıyla belgelerini sunucu üzerinde hazırlayabiliyor. Belgeler sunucuya kaydediliyor. Kendisi hissetmeden farklı sunuculara yedekleniyor. Böylece bir sunucu çiftliğinde kaza bile olsa, diğer çiftliklerdeki yedekler sayesinde, kullanıcı verilerini kaybetmiyor. Bilgisayarına yeni ofis programı kurmasına gerek kalmıyor. Sunucu üzerindeki ofis yazılımı sürekli geliştirildiğinden, kullanıcı aslında hep en güncel ofis yazılımını edinmiş oluyor. İlerde daha fazla uygulamaya sunucu üzerinden ulaşılacak. 2016’da dünyadaki uygulamaların %25’ine bulut bilişim ile erişileceği öngörülüyor. Artık kişisel bilgisayara yeni yazılımlar kurmanın anlamı kalmayacak. Bilgisayar dolmayacak. İşletim sistemi daha az yazılımla uğraşacağından her zaman stabil kalabilecek. Kişisel bilgisayarlar gerçekten de eskinin basit terminallerini andırmaya başlıyor. Kullanıcı isterse telefonundan, isterse tabletinden Buluttaki verilere ulaşıyor. Bulut her yerdedir. İstenen yerden veriler cihazlara yağdırılabiliyor.

Şimdi buzdolabı örneğimize dönelim. Buzdolabı aslında, gelen mesajı yorumlamayacak. Anlamaya çalışmayacak. Sadece üreticisinin sanal ana bilgisayarına gönderecek. Bu sanal ana bilgisayarın kapasitesinin çok yüksek olduğunu yazmıştım. Gelişmiş yazılımıyla mesajı çözecek. Buzdolabının algılayıcılarından gelen verileri de işleyecek. Kaç adet olduğunu belirleyecek. Ve sonunda yanıtı, buzdolabı sahibine gönderecek. Yani buzdolabının bilgisayar kısmı sadece terminalden ibaret olacak. Asıl işi yine üretici şirketin Buluttaki ana bilgisayarı yapmış olacak. Bu da cihazları internete bağlamak için gerekenlerin korkulduğu kadar maliyetli olmayacağı anlamına geliyor!

İnternetten Takip Edilebilen Damacanalar

Damacanalara çip takılmaya başlanıyor. Tüketici, akıllı telefonuna, damacananın kare kodunu okutacak. Damacananın yaşam bilgilerine ulaşabilecek. Damacanaya kaç kez dolum yapıldığı izlenecek. Dolum tesisinde banttan geçişi, yıkama ünitelerindeki geçişi, yıkanmalarındaki geçiş süreleri uydudan takip edilecek. Bu nasıl mümkün olacak! Damacanada bir kare kod ve RFID çipi olacak. Bu yaşam bilgileri damacanada kayıtlı olmayacak. Üreticinin sunucularına ve sağlık bakanlığının sunucularına gönderilecek. Telefonla kare kod çözümlendiğinde bu sunuculara yönlendirilecek. Bilgileri oradan indirecek. Yani yine asıl yük Buluttaki sunucularda olacak. Çip, terminalden ibaret olacak. Nispeten ucuz bir şey olan damacanın internete bağlanması, bu sayede mantıklı maliyet seviyesinde kalabilir. Damacana bile bir düzeyde internete bağlanabiliyorsa, her elektronik aygıtın bağlanması bilim kurgu olmayacaktır. Bu projenin ilk kez Türkiye'de denenmesi ilginçtir. Böyle bir sistemin Türkiye'de tamamen hatasız uygulanabilmesi ne kadar uzun zaman alır, kestirmek güç. Ama teoride, en ucuz şeylerin bile internete bağlanabileceğine bir örnektir.

Aslında Türkiye'de de dijital platformlar hizmetlerini Buluttan vermeye başladı. Uydu alıcısı, internetten platformun sunucularına bağlanıyor. Orada kayıtlı olan onlarca programa ulaşıyor. Kullanıcı istediği programı seçip istediği zamanda izleyebiliyor. Gerçekten de cihazlar internete bağlanıp hizmet kalitesini arttırıyor. Ulaşılabilir maliyette... Şimdi dijital platformlar, zaten ellerinin altında hazır sunucu altyapısı olduğundan kolayca internet hizmeti de vermeye başladılar.

Sürücüsüz Arabalar

Yolculukları sırasında insanlar, yeni gidecekleri bir yolun ayrıntılarını arkadaşlarına sorarlar. İnternetten göz atarlar. Karşılaşabileceklerine hazırlıklı olurlar. Önümüzdeki birkaç sene içinde yollarda tek tük sürücüsüz arabaları görmeye başlayacağız. Şöyle bir senaryo düşünelim: Sürücüsüz araba bir yola girmek üzeredir. Bu yolun nereleri bozulmuş? Yağış olmuş mu? Nereleri kayıyor? Yolda biraz önce bir kaza olmuş mu? Neresinde olmuş? Sürücüsüz araba geçmek üzere olduğu yolun ayrıntılarını Buluttan indirecek. Elbette bu ayrıntılar, yoldan daha önce geçen başka bir sürücüsüz arabadan Buluta yüklenmiş olacak. Tabii yetkililer de katkı yapabilir. Araba, yolla ilgili en güncel bilgileri edinmiş olacaktır. Belki bu sayede sürücüsüz arabaların çok çok akıllı olmasına da gerek kalmayacak. Maliyeti biraz daha düşebilecek.

Üretim Araçlarının Otomatik Organize Olması Sağlanabilecek mi?

4. Endüstri Devrimi makalesi şöyle sonlanıyor:

İlk aşamada, konunun donanım ve yazılım bölümünün
hayata geçirilmesinde bir problem olmadığı
görülüyor. Özellikle cihaz başına düşecek işlenecek
veri miktarı ve bu verilerin saklanacağı sistemlerin
esas olarak bulut bilişim sistemleri olacağı göz
önünde bulundurulduğunda, söz konusu mikro ve
nano sistemlerin ihtiyacı olan mikroişlemci gücünün,
elektrik enerjisi ve bellek gibi kaynakların zaten
düşük düzeylerde olacağını tahmin etmek güç
değil, İkinci olarak, internet protokolünün altıncı
sürümü IPv6 ile birlikte milyarlarca ve milyarlarca
cihazın internete bağlanmasının yolu açıldığından
burada da teknik bir sıkıntının yaşanmasının söz
konusu olmayacağı artık ortada.

Fakat bugüne kadar yaşanan deneyimler, üretim
süreçlerinde yer alacak ilgili tüm makinelerin
ve bunların sunduğu hizmetlerin standart hale getirilmesinin
ve kusursuzca programlanmasının hiç
de kolay bir hedef olmadığına işaret ediyor. Bu da
4. Endüstri Devrimi'nin sanıldığı kadar çabuk gelmeyeceğini,
günümüzde üretim sağlayan tüm makinelerin
yerlerine yeni nesil üretimi mümkün kılacak
makinelerin geçmesinin ve bunların koordine
ve optimize edilmesinin çok uzun zaman alacağını
gösteriyor. Bu kapsamda dünyanın önde gelen
bazı elektronik devlerinin 4. Endüstri Devrimi'nin
2020'li yıllarda geleceğini iddia etmesi sadece onların
temennisi gibi görünüyor.

Az önce her cihazın internete bağlanmasından uzun uzun söz etmemden, bu alıntının ilk paragrafında anlatılanlarla zaten hemfikir olduğum fark edilebilir. Alıntının ikinci paragrafındaki konu hakkında kesin yargılara varmak biraz daha zor. Belki kısaca şunlar söylenebilir: Ham maddeler kesiliyor. Deliniyor. Günümüzde cihazların parçaları, kalıba dökülerek oluşturuluyor. Zımparalanıyor. Bir sürü adımdan geçiyor. Bir sürü üretim aracı işe karışıyor. Bu kadar üretim aracının yarattıkları ürüne bağlanıp geri bildirim alması, kendilerini yeniden organize etmesi, ürünü iyileştirmesi şimdilik gerçekçi olmayabilir. Ama yavaş yavaş üretim aracı olarak 3 boyutlu yazıcılar kullanılmaya başlıyor. Ham maddeyi püskürterek dilim dilim cihazı oluşturuyor. Cihaz baştan sona aynı yazıcıda oluşturuluyor. Tek adımda! Delme yok, kesme yok. En önemlisi kalıp oluşturmaya gerek yok. Cihazın modeli, 3 boyutlu yazıcıda yazılımsal olarak kayıtlıdır. Ve bu model, yeniden programlamayla değiştirilebilir. Sadece yazılım yeniden organize edilerek basılacak ürün yeniden şekillendirilebilir. Farklı üretim araçlarının yeniden organize olmasına gerek yok. Üretim araçlarında fiziksel değişiklikler yapmak yerine yazılım değişiklikleri yapmak daha kolaydır. Bunu otomatik yapma imkanı sağlanabilir. Yani ürettiği cihazlardan geri bildirim alarak üretim şeklini değiştirebilir. İlerde 3 boyutlu yazıcılar pek çok ham maddeyle basım yapabilir. Yenilerde elektronik devre basabilen 3 boyutlu metal yazıcıların geliştirildiğini ekleyelim. Bu da elektronik aygıtların bile bu yazıcılardan çıkarmanın uzak olmadığı anlamına gelir. Ufukta belirginleşmeye başlamış olan şey yine de Dördüncü Endüstri Devrimi olabilir.


Kaynak:
4. Endüstri Devrimi – Tübitak Bilim ve Teknik Mayıs 2014

8 Mayıs 2014 Perşembe

İcada Kafayı Takmak :-)


İcada Kafayı Takmak :-) paylaşan: okanozcelik
Köpek Saati geliştirir. Ancak ürünü çeşitlendiremez. Bu yüzden pazar payı düşük kalır.

Sonra aklına Sayısal Loto Saati gelir. Kullanıcı sayısal loto oynamak istediğinde saatine bakacaktır. Saat, tahmini rakamları ekranında verecektir. Saati tele-alışveriş yöntemiyle satmak ister. Ama bu arada fikri başkasına kaptırır.

Parası kalmamıştır. Kendisini icat yapmaya mecbur hissetmektedir. Aklına bir fikir daha gelir. Bu sefer olacak gibidir.

Mat:
...Berbat işlerdeyiz ve paramız yok.
Üstelik orta yaşa geldik.
Bunalıma girme hakkımız var, öyle değil mi!
Yani sence, bunalımda mıyım ben?
Sam: Bi bi bi bilmiyorum.
Mat: Bunalımda mıyım?
Sam: Hileli soru mu bu?
Mat: Hayır!
20 yıldır arkadaşız ve çok kötü şeyler yaşadık...
Ama ben diyorum ki;
Hayalimizi yaşamanın çok yakınındayız! :-)

Geliştirdiği icat; Hula-Hoop, Frizbi, Su Tabancasından sonra tüm zamanların en çok satan tuhafiye ürünü oldu. 18 ülkede 10 milyondan fazla sattı.

İlginç bir hikaye...

“Oo, güzel. Birayı severim.” :-)

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Haber: Kendi kitabını kendin yayınla

Google Play'de, Windows Store'de binlerce yazılım mevcuttur. Çünkü insanlar kendi yazdıkları ufak programlarını bu internet mağazalarında kolayca yayınlayabiliyorlar. Böylece pek çok insan az maliyetle program yazıp, satabiliyor. Amatör programcıların kendilerini sınaması için fırsat oluyor. Mağazalar ufak bir komisyon alıyor ama yayınladığı programdan epey para kazanmış insanlar var.

...Yazarlar kitaplarını zaten bilgisayarda elektronik metin olarak yazıyor. Bu metin dosyasını matbaaya hazırlamak, kağıt sarf etmek yavaş yavaş olağan dışı görünmeye başlıyor. MP3 dosyalarını analog kasete dönüştürmeye andırıyor, normalde üzerinde işlem yapılabilsin, kalitesi korunsun diye kasetten MP3'e dönüştürülür. Mesela Google'ın kütüphanelerdeki kitapları tarayarak elektronikleştirdiğini hatırlayın. O metin dosyalarını bir yazılımla nispeten kolayca e-kitaba çevirmek oldukça ucuzdur. Baskı, kâğıt, ciltleme, nakliye, depolama gider kalemleri ortadan kalkmıştır. Böylece yayınevlerinin kitap fiyatlarını düşürmek için daha çok imkanları olacaktır. Hızla raflarda (sanal raflarda!) yerini alır. Kağıt olmadığından basım kalitesi dert edilmez. Baskısının tükenme olasılığı yoktur. Hem kitabın ne kadar tutacağını düşünüp kaç adet basılacağına kafa yormaya da gerek kalmaz. Sadece küçük bir kesimin ilgisini çekeceğinden çekinilerek basılmayan sıra dışı konulardaki kitaplara şans verilebilir. Bağımsız yazarlar, masraflı olmadığına göre kitaplarını kendileri yayınlayabilir. Ve kitap çeşitleri artar.”

Şeklinde yazmıştım. Buradan o yazıma erişebilirsiniz. Bu öngörü, pazarlamadan öte artık gerçeğe dönüşüyor. Amatör yazarlar yayınevleriyle anlaşmak zorunda kalmıyor. Ayrıca dar bir kesime hitap edecek kitap projelerinin rafa kaldırılmasına gerek yok. İnsanlar yazdıkları kitapları, denemeleri e-kitap mağazalarına kolayca yüklüyorlar. Böylece Google Play'deki programlar gibi çeşit artıyor. E-Kitap Endüstrisinin birçok amatör yazarı yüreklendirdiğini görebiliyoruz...

Haber:

Poppy J. Anderson, kitabını kendi yayımlayanlardan. 15 ayda 250 bin kitap satmayı başarmış.
"İlk yıl 50 kişi kitabımı okusa çok mutlu olurum diye düşünmüştüm. Ama bu kadarını beklemiyordum."
31 yaşındaki yazar aslında sadece kendisi için yazıyor ama yine de yazdıklarına yorum yapılmasını dilermiş. O nedenle de yazarların kendi kitaplarını yayımlayabilmesi onun için bulunmaz fırsat olmuş.
"2012 yılında Frankfurt Kitap Fuarı'nda yazarların kitaplarını kendilerinin basabileceğine dair bir haber gördüm. Ve herhangi bir ajans, yayın evi olmadan ve risk almadan kitap yayımlayabilmek çok ilgimi çekti."
KAZANCIN YÜZDE 70'İ YAZARA 
Yazar, Poppy J. Anderson adıyla ilk aşk romanını bir internet platformu üzerinden yayımladı. 2 euro 99 cent olan kitap, iki ay içinde en iyi 100 elektronik kitap listesine girdi.
Yazar hâlihazırda uluslararası ilişkiler bölümünde doktorasını yapıyor. Ancak bilimsel çalışmalarının yanı sıra yazar Poppy Anderson kimliğini de çok seviyor. Kitabın ticari işlerinden internet platformu sorumlu. Yazara, kazancın yüzde 70'i ödeniyor. Ve Poppy Anderson'ın kitabı 8 bölümlük bir seri olacak.
ZİRVEYE ÇIKTI Berlinli korku yazarı Nika Lubitsch romanı "7. gün" için yayın evi bulamadığından internet üzerinden yayımlamayı denemiş. E-kitaplar listesinde zirveye çıkan roman bugüne kadar tam 100 bin kez indirildi.
Bir diğer örnek ise Jonas Winner. Polisiye serisi Berlin Gothic ile yayınevinden çıkan bir kitabın başaramadığını başarıp, 66 gün e-kitap listesinde 1 numara kaldı.
Hâlihazırda Almanya'da yıllık 90 bin yeni kitap basılıyor. Yazarların kitaplarını kendilerinin yayımlayabilmesiyle bu sayının bir kaç yıla ikiye katlanacağı tahmin ediliyor.
DW Türkçe
Güncelleme: 11:15 TSİ 28 Nisan. 2014 Pazartesi



6 Mayıs 2014 Salı

Haber: Fare Beyninin Sinir Ağı Haritası Tamam

WASHINGTON — Haritalardan bir tanesinde fare beynindeki tüm sinir bağlantıları gösterilirken ((http://dx.doi.org/10.1038/nature13186)), ikinci haritada insan beyni gelişimi sırasındaki gen faaliyetleri ortaya kondu ((http://dx.doi.org/10.1038/nature13185)).
Ayrıntılı beyin haritalarının, Alzheimer ve otizm gibi hastalıkların nasıl oluştuğunun anlaşılmasına yardımcı olması hedefleniyor.

İnsan beyninde, hisleri, hafızayı, refleksleri, duygu ve düşünceleri birbirine bağlayan yaklaşık 100 milyar sinir hücresi bulunur. Araştırmacılar, ayrıntılı bir haritanın, beynin değişik bölümlerinin birbiriyle nasıl iletişim kurduğunu anlamaya da yardımcı olacağını söylüyor.

Bugüne kadar, sadece 302 nörona sahip küçük bir solucanın kapsamlı beyin haritası çıkarılmıştı. Bu iki harita, vücudun en karmaşık organı olan beynin nasıl çalıştığını çözme yolunda önemli bir ilerleme olarak görülüyor.

100 milyon nöron bulunan fare beyni, insan beyninden daha az karmaşık ve araştırması da daha kolay.

Amerika’nın Seattle eyaletindeki Allen Beyin Enstitüsü’nden uzmanlar, fare beyninin küçük bölümlerine, değdiği hücrelere parlaklık veren bir protein virüsü aşılamışlar.
Virüs, az sayıda sinir hücresine bulaşmış ve hücrelerin parlamasına yol açmış.
Araştırmacılar, parlayan nöronları takip ederek, farenin beynini ince katmanlar halinde taramışlar.

Fare beyninin kapsamlı haritası 1,8 petabit büyüklüğünde çok geniş bir veri tabanı içeriyor. Uzmanlar bunun, 24 yıl uzunluğunda yüksek çözünürlüğe sahip bir filmle eşdeğer olduğuna dikkati çekiyor.

Araştırmacılar, bu haritanın sadece bir başlangıç olduğunu, hafıza kaybına yol açan Alzheimer gibi hastalıkları anlamak için harita üzerinde çalışmaya devam edeceklerini söylüyor.

Farelerin de Alzheimer benzeri bir hastalığa yakalandığını belirten Allen Beyin Enstitüsü uzmanlarından Hongkui Zeng, “Farelerdeki erken hafıza kaybının nedenlerini anlamaya çalışıyoruz” diyor. Harita projesinin lideri Zeng ekliyor: “Hafıza kaybının nedenlerinden biri, beynin özel bir bölümündeki hassas sinir bağlantılarında meydana gelen değişiklikler olabilir.”

Allen Beyin Enstitüsü’nden başka bir araştırma ekibi tarafından yayınlanan ikinci beyin haritasıysa, hamileliğin ilk yarısında beyinde hangi genlerin faaliyete geçtiğini gösteriyor.
Nörobiyoloji uzmanı Ed Lein, harita sayesinde genlerin beyin hastalıklarında oynadığı rolü anlayabileceklerini söylüyor.

Otizmle bağlantılı genlerin beynin hangi kısmında daha aktif olduğunu belirlediklerini söyleyen Lein, “Harita bize hangi tür hücrelerin bu genlerden etkilendiği konusunda fikir verdi. Ayrıca, otizmin daha hamileleğin ilk evresinde oluştuğunu da gösterdi” dedi.

Buarada, Allen beyin Enstitüsü, her iki beyin haritasının da, diğer bilimadamlarının erişimine açık olduğunu belirtti.

Araştırmanın bütçesi, Başkan Barack Obama’nın başlattığı ve kısa adı BRAIN Girişimi olan Gelişen Yenilikçi Nöroteknolojiler ile Beyin Araştırması Programı tarafından karşılandı.
2 Nisan 2013’te açıklanan ve 100 milyon dolarlık bütçeye sahip olan program, kamu ve özel kuruluşların araştırma projelerini destekliyor.


Sonunda bir fare beyninin tüm sinir bağlantıları bilgisayara yüklendi. Beyin simüle edildiğinde bir fare bilinciyle karşılaşabilecek miyiz, dersiniz. Örneğin bir peynir gösterildiğinde bilgisayarın ağzının suyu akacak mı? :-) Yani peyniri kaydetmiş olan sinir ağı uyarılabilecek mi! Peyniri hatırlayacak. Ardından peynire gitmek için, ayak kaslarını çalıştırmaya yarayan zincirleme sinir ağı uyarıları kendiliğinden oluşacak mı! Bunlara yakından tanıklık edecek olan Allen Beyin Enstitüsü'ndeki bilim insanları için heyecan verici olmalı.

Aslında henüz bir bilgisayar kamerası, görmeyle ilgili sinir ağına bağlanmadı. Dolayısıyla böyle bir deney için daha erken. Sinir bağlantıları 1.8 petabit yer tutuyor. Bu kadar veriyi anında işlemek kolay değil. En hızlı sunucular bile bu veriyle başa çıkarak gerçek sinir tepkisi hızında beyin simüle edemeyecektir. Tabii şimdilik. Yani gerçek zamanlı bir fare bilinci beklemeyelim. Uyuşuk bir fare bilincine tanık olunacak. :-) Peynir gösterildikten ancak saatler sonra peynire doğru hareket etmeye karar verecek. Ama sinirlerin tepkisi adım adım izlenebilseydi canlı fare beyniyle hemen hemen aynı sinirlerin uyarıldığı görülebilirdi.


Eh zaten, bir şeyi insanda denemeden önce hep fareler üzerinde araştırma yapılmıyor mu! Şimdi, farenin beyin simülasyonu da bahtsız olacak görünüyor. Beyni anlamak için de insan beyni simülasyonu yerine fare beyni simülasyonu üzerinde çalışılacak.