24 Şubat 2020 Pazartesi

Gerçeklik Algısını Değiştirebilmek - Sahne



Torunu: Büyük baba baksana, pisliğe bastın.
Silvio Berlusconi: Hayır, basmadım.
T: Evet, şimdi bastın, gördüm!
SB: Büyük İngiliz bilim insanı Newton ne demiş biliyor musun.
Görünüş sadece vasat zihinleri kandırır. :-)
Sen vasat değilsin, o yüzden olanın bu olmadığını görmelisin.
Büyük baban hayatında pisliğe basmadı. :-)
Ve asla da basmaz!
Bahçıvanlar toprağı sürdü.
Bu da küçük çamur topları yaptı.
Ve onun yapısı da pisliğe çok benziyor. :-)
Şimdi anladın mı, ne demek istediğimi!?
T: Evet, büyük baba.
Pisliğe benziyor ama değil.
SB: Aferin, şimdi ne öğrendin?
T: Toprağın pisliğe benzediğini.
SB: Hayır.
Gerçek, ses tonumuzda ve konuşmamızdaki ikna edicilikte saklıdır. :-)
T: Yani gerçekten pislik olabilir mi?
SB: Belki Newton da bunu hiç söylemedi. :-)
Fark eder mi.
Hayır.
Önemli olan tek şey,
senin bana inanmış olman! :-)

Önemli olan, yapılan hataların, başka bir algı oluşturarak örtülebilmesini mümkün kılabilecek bağı seçmenle kurabilmektir. :-) Bir demokraside karikatürize olan bu siyasetçinin tavrı ve seçmenin inanma meyli, demokrasinin kalitesi düştükçe iyice abartılı duruma gelir. :-)

13 Şubat 2020 Perşembe

Google'dan Yeni Chatbot - Haber


Günümüzde başta ABD’de olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde ve Türkiye’de de chatbotlar günlük hayatımızda artık her alanda karşımıza çıkıyor. Gündelik yaşamımızı bir ölçüde kolaylaştırmayı başaran chatbotlar ve sesli asistanlar, hala istenildiği kadar, yani insandan ayırt edilemez derecede olmasa da gün geçtikçe araştırmacılar tarafından geliştiriliyor.

Google, yeni çıkarttığı ve adını “Meena” koyduğu chatbot’unun diğer yapay zekalı dijital asistanlardan daha doğal ve gerçekçi sohbet edebileceğini, sizinle dünyadaki herhangi bir şey hakkında tıpkı bir insan gibi akıcı bir şekilde konuşabileceğini iddia ediyor. Siri, Alexa ve Google Asistan, birçok konuda faydalı olsa hala bir insan kadar akıcı sohbet edemiyor. Ancak, Google, Meena’nın tıpkı bir insan gibi sizle sohbet edebileceğini belirtiyor.

Google AI Blog’un haberine göre, Meena’nın konuşma sinirsel ağı 2,6 milyar parametreye sahip ve sosyal medya görüşmelerinden filtrelenen 341 GB metin üzerinde eğitildi. Konuşmadaki soru ve cevapların ne kadar mantıklı ve doğru olduğunu ölçmek isteyen Google, Hassasiyet ve Özgüllük Ortalaması (SSA) adlı yeni bir matris tasarladı.


x

Görme Engellilere Yapay Zekalı Yardım - Haber


Microsoft’un yapay zeka ve makine öğrenmesiyle güçlendirilen akıllı karma gerçeklik gözlüğü HoloLens, görme zorluğu çekenler ve görme engelliler için modifiye edildi. Microsoft’un 4 yıldır sürdürdüğü Tokyo Projesi kapsamında geliştirilen ürün, kamera ve ses algılama yardımıyla anlık bilgi elde ediyor ve bunları işleyerek bir odada kimin nerede olduğunu kullanıcının kulağına saniyeler içinde söyleyebiliyor.

Microsoft, görme engeli ya da kısıtlı görme yetisi olan kişilere yeni kapılar açacak bir inovasyon geliştirdi. 2016 yılında Microsoft bünyesinde çalışmalara başlayan Tokyo Projesi ekibi, Microsoft’un karma gerçeklik gözlüğü HoloLens’i modifiye ederek görme engellilerinin yaşamını kolaylaştıracak hale getirdi. Makine öğrenimi uzmanları kullanıcının bulunduğu yerde kimin olduğu ve ne yaptığı hakkında çeşitli düzeylerde bilgi sağlayan bilgisayar görme algoritmaları oluşturdu.

ÇEVREDEKİ İNSANLAR HAKKINDA BİLGİLENDİRME
Gözlüğe eklenen yapay zekâ ve makine öğrenmesi teknolojileri sayesinde kullanıcılar, etraflarında algılanan kişiler hakkında bilgi edinebiliyor. HoloLens, kullanıcının kulağına yakındaki kişinin kim olduğunu, ne kadar yakın mesafede ve nerede durduğunu sesle söylüyor. Bu bilgilerin sağlanabilmesi için öncelikle kullanıcı yakınlarının ve tanıdıklarının rızasının alınması gerekiyor. Ek bir LED şerit de eklenen gözlükte, bilgisi aktarılan kişinin göreceği şekilde bir ışık yanıyor.

SEEING AI’INSA 10 MİLYON GÖREV TANIMI VAR
İnovasyonlar geliştirmeye devam eden Tokyo Projesi’nin attığı bu adım, görme engelli ve az gören çocukların sosyal etkileşim becerileri geliştirmelerinde kullanılan teknolojilerin küçültülmüş bir sürümü olarak sunuldu. Microsoft’un bir diğer ürünü Seeing AI ise görme engeli olan ya da az gören bireyler için 10 milyondan fazla görev tanımıyla yardımcı oluyor. Mobil uygulama, daha önceden gördüğü insanları tanımak ve yabancıların yaş ve duygu durumunu tahmin etmenin yanı sıra, barkod taraması ile evde kullanılan ürünleri tanımlayıp kullanıcının çevresindeki dünyayı anlamlandırabiliyor.

Demokrasinin çöküşüne kötü algoritmalar neden olmadı - Alıntı

Ön Yorum: Kullanıcı hangi konuyla ilgileniyorsa, o konuyla ilgili daha çok içerik gelir internette. Kullanıcı aşırı bir siyasi görüşle ilgileniyorsa, o siyasi görüşle ilgili daha çok içeriğe rastlar. Ama daha liberal konularla ilgileniyorsa, daha çok liberal içeriklerle karşılaşır. Ya da saçma konulara inanıyorsa, internette daha çok o saçma içeriklerle karşılaşır. Algoritmaların görevi, kullanıcıyı korumak değil; ilgilendiği içeriğe kolay erişmesini sağlamaktır. Bazı ülkelerde televizyonlardaki içerikler sansürlenmektedir, izleyiciyi korumak adına. Ama bu, çoğu izleyiciye komik gelmektedir. Algoritmaların da kullanıcının ulaşmak istediği içerikleri sansürlemesi, filtrelemesi buna benzeyecektir. İnsanlar, isterlerse önlerindeki bilginin yanlış olup olmadığını anlayabilir. Daha nitelikli bir arama yapabilir, yine aynı algoritmaların sağladığı olanakları kullanarak. İlginç bir makale olduğundan burada yayınlanıyor...


Elli yıldır Amerika’nın uyuşturucuya karşı olan savaşı, madde bağımlılığı artışının, özünde tedarik sorunu olduğu düşüncesiyle yönlendiriliyordu. Dolayısıyla buna karşı çözüm de uyuşturucu üretimi ve dağıtımını kısıtlamak, kartelleri dağıtmak, kaçakçılık rotalarını yok etmek, satıcıları tutuklamak oldu. Tahmin edilebileceği üzere bu yaklaşım, bitmek bilmeyen bir ‘önüne çıkanı ez’ oyununa dönüştü.

Çevrimiçi yanlış bilgi paniği de 2016’dan bu yana benzer bir düşünceyle yönlendiriliyor. Bu görüşe dayanan tartışmalar ise artık aşina olduğumuz, hatta neredeyse oldukça olağan bir hale geldi. Buna dair son zamanlarda karşılaştığımız bir örnek ise komedyen Sacha Baron Cohen’in Kasım ayında yaptığı konuşmaydı:

Bugün dünya çapında, demagoglar en olumsuz içgüdülerimize hitap ediyor. Bir zamanlar sınırda görülen komplo teorileri ana akım haline geliyor. Sanki Aydınlanma Çağı, kanıtsal argüman dönemi sona eriyor, bilginin meşruiyeti giderek daha da azalıyor ve bilimsel fikir birliği reddediliyormuş gibi. Ortak gerçeklere bağlı demokrasi geri çekiliyor ve ortak yalanlara bağlı otokrasi yürüyüşe geçiyor.”

Baron Cohen’in dediği üzere, bu eğilimin arkasındaki şey “oldukça açık”: “Bütün bu nefret ve şiddet, tarihin en büyük propaganda makinesine sahip bir avuç internet şirketi tarafından kolaylaştırılıyor.”

Uyuşturucuya karşı olan savaşta da olduğu gibi, buradaki “zanlılar” da aracılar. Yani sosyal medya şirketleri ve akıl dışı içeriğin yayılmasını sağlayan algoritmalar. İnternette içerikleri ortaya çıkaran kişiler haşhaş veya koka bitkisi yetiştiren köylüler gibi tam olarak suçsuz değiller elbette ama paylaşımlarıyla başkaları tarafından tasarlanan güdüleri yansıtıyorlar. Asıl karteller Facebook, Google ve Twitter.

Peki ya kullanıcılar? Teknoloji yatırımcısı ve eleştirmeni Roger McNamee’nin belirttiği üzere, kullanıcılar çevrimiçi davranışlarını “farkında olmadan” yürütüyor ve sosyal medya platformları da bu davranışın yayılmasını sağlıyor. Teknoloji eleştirmenleri bu konuda çeşitli çözümler sunuyor: platformları tamamen parçalamak, kullanıcıları paylaştığı içeriklerden sorumlu tutmak veya içerikleri doğruluk değerine göre elemek.

Aslında ortaya çıkan tablonun neden bu kadar çekici olduğunu anlamak gayet kolay. Büyük sosyal medya şirketleri ihtişamlı bir güce sahip; algoritmaları anlaşılamıyor ve kamusal alanın dinamiklerini tam olarak anlayamıyorlar. Bunun yanı sıra yaygın ve ciddi eleştirilere verdikleri cevaplar ise gösterişli ve aşırı yapmacık olabiliyor. Örneğin Mark Zuckerberg, Ekim ayında Georgetown Üniversitesinde yaptığı konuşmada şöyle demişti: “İnsanların, teknoloji platformlarının merkezi güce sahip olmalarına dair endişelerini anlıyorum ama bence asıl olay bu platformların, gücü dağıtarak doğrudan insanlara vermesi. Bugün buradayım çünkü ifade özgürlüğünü savunmaya devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.”

Bu şirketler hızla yayılan içeriklerin mali çıkarları hakkında açık konuşsaydı en azından dürüst görünürlerdi; kendilerini ifade özgürlüğü diyerek savunduklarında haliyle kötü niyetli suçlamalara açık hale geliyorlar.

Ancak bu şirketlerin, özellikle de Facebook’un, ifade özgürlüğü hakkında konuşmasının nedeni, yalnızca yanlış bilginin artmasındaki ekonomik çıkarlarını gizlemek değil. Bu aynı zamanda, platformlarındaki kusurun kullanıcılardan kaynaklandığını söylemenin kibar bir yolu. Facebook her zaman kendini tarafsız bir altyapı olarak gösteriyor; insanlar istediği içeriği paylaşabiliyor ve istediğine erişebiliyor. Zuckerberg “ifade özgürlüğü”nden bahsederken, arz edilen içeriğin, talep miktarını araştırma özgürlüğünün bulunduğu bir pazarı dile getiriyor. İma ederek söylediği şeyse partizan propaganda sorununun bir arz sorunu değil, talep sorunu olduğu; derinden gelen o yaygın arzunun dışavurumu.

Bu can sıkıcı bir savunma olabilir ancak karşı çıkılmayacak kadar önemsiz bir argüman da değil. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Facebook, YouTube ve Twitter’ın bir şekilde yarattığı ve hepimizin tepkisini çeken yeni düzenlemelerinin veya algoritma reformların “kanıtsal argüman” dönemini geri getirebileceğine dair önerme incelendiği zaman bunun geçersiz olduğu ortaya çıkıyor. 2016 seçimlerinin hemen sonrasında Makedonyalı gençler ve Rusya’nın İnternet Araştırma Ajansı tarafından yayılan “sahte haberler” sosyal medyanın demokrasiyi çarpıtmasının sembolü haline geldi. Bir yıl sonra ise Harvard Üniversitesi Berkman Klein Merkezindeki araştırmacılar, sahte haberlerin “büyük ölçeğe bakıldığında oldukça küçük bir rol oynadığı” sonucuna vardı. Kanada, Fransa ve ABD’deki akademisyenler tarafından yapılan yeni bir çalışma, çevrimiçi medya kullanımının ABD’deki sağcı popülizme olan desteği azalttığını gösteriyor. Başka bir çalışmada, çoğu aşırı sağ ile ilişkili olan 330 bin YouTube videosu incelendi ve aşırı taraflı içeriklerin önerilere çıkarılmasından tamamen YouTube’un sorumlu tutan “algoritma radikalizasyonu” teorisine dair çok az kanıt bulunabildi.

Sonuç olarak teknoloji şirketlerinin, ifade özgürlüğü konusunda soyut argümanları tercih etmesi için yeterli sebepleri var. Kendilerini açıklarken klasik liberalizm söylemini benimsemeyi seçiyorlar. Bu, liberal eleştirmenleri tatsız bir duruma sokuyor: Bazı kesimlerin kendi taleplerinden korunması gerektiğini iddia etmek kabul edilemez bir şekilde küçümseyici bir tavır. Bu taleplerin doğruluğunu sorgulamak ve bu insanların arzularının gerçekten kendi arzuları olmadığını söylemek daha da kötü. Eleştirmenler, iyi insanların neden kötü şeyler talep ettiğini açıklayabilmek için “suni kitle oluşturma” gibi fikirlere itimat etmeli.

Kurumsal suçlama, gözleme dayalı olmaktan ziyade amaca daha uygun. Milyarlarca kullanıcının tercihlerini ele almaktansa bir avuç şirkete karşı kullanabileceğimiz kozları düşünmek çok daha kolay. Teknoloji eleştirmenlerinin de, şirketlerin yaptığı gibi, insanların isteklerini ciddiye almaları bazen zor gibi görünse de elbette daha iyi bir çözüm olur.