25 Haziran 2024 Salı

Nvidia, Microsoft'u geçerek nasıl dünyanın en değerli şirketi oldu? - Haber

ABD merkezli çip üreticisi Nvidia, piyasa değeriyle Microsoft'u geride bırakarak dünyanın en değerli şirketi oldu.

Hisseleri tavan yapan Nvidia, piyasa değeri açısından Apple'dan sonra Microsoft'u da geçti.

Şirketin toplam piyasa değeri, hisselerindeki yükselişle birlikte 3 trilyon 340 milyar dolara ulaştı.

Böylece Nvidia, piyasa değerini, yıl başından bu yana ikiye katlamış oldu.

8 yıl önce şirketin hisselerinin piyasa değeri bugünkünün yüzde 1'inden azdı.

Yapay zeka çiplerine talep artıyor.

Nvidia, yapay zeka yazılımı için gerekli olan bilgisayar çiplerini üretiyor. Şirketin ürünlerine talep son birkaç yılda arttı. Bu da Nvidia'nın satışlarını ve kârını artırdı.

Birçok yatırımcı Nvidia üzerinden kazançlarının daha da artabileceğine inanıyor ve bu da şirketin hisse fiyatlarının yükselmesine neden oluyor. Ancak bazı yatırımcılar da şirket hisselerinin çok fazla değer kazanmasını sorguluyor

Microsoft, Google'ın sahibi Alphabet, Meta ve Apple, yapay zeka alanında kıyasıya rekabet eden teknoloji devlerinden yalnızca birkaçı.

Bu rekabet, yapay zeka çip pazarını domine eden Nvidia'ya fayda sağlıyor.

Yatırımcılar bu nedenle şirketin piyasa değerindeki artışın süreceğine inanıyor. Nvidia'nın satış ve kâr rakamları son yıllarda birçok analistin beklentilerini aştı.

Quilter Cheviot teknoloji analisti Ben Barringer, Mayıs ayında şirketin son mali verilerinin yayımlanmasının ardından "Nvidia'nın bir kez daha çok büyük bir engeli aştığını" söyledi.

Barringer, "Talebin azalacağına dair bir belirti yok" dedi.

Ancak azınlıkta kalsalar da, daha temkinli olan analistler de var.

Barclays kredi analisti Sandeep Gupta, Şubat ayında, rakiplerinin sayısının artması göz önüne alındığında Nvidia'nın büyük pazar payını korumasının zor olacağını savundu.

Barclays kredi analisti Sandeep Gupta, Şubat ayında, rakiplerinin sayısının artması göz önüne alındığında Nvidia'nın büyük pazar payını korumasının zor olacağını savundu.

Haber: Nvidia, Microsoft'u geçerek nasıl dünyanın en değerli şirketi oldu?

Yapay zeka ekrandan çıkıp gerçek dünyaya nasıl adım atacak? - Konferans

Sürücüsüz arabaları eğitildikleri yolların dışına çıkarıldığında hata yapma olasılıkları artıyor. Yanlış şeylere odaklanabiliyorlar. Yayayı algılamadığı oluyor. Bebekler 12-18 aylıkken kaşık tutmayı öğrenebilirken, robotlara bir nesneyi tutması öğretilemiyor. Yani yapay zeka sorulan sorulara ekrandan gayet güzel yanıt verebilse de, ekranın dışındaki fiziksel dünyayı öğrenemiyor.

Robotik ve yapay zeka öncüsü Daniela Rus, yapay zeka ve robot teknolojilerinin yakınlaşmasının günlük yaşamda yeni ve harika bir olasılıklar dünyasının kapılarını açacağını söylüyor. Makinelerin düşünme biçimlerini inceleyen Rus, basit organizmaların sinirsel süreçlerini taklit eden devrim niteliğindeki bir YZ sınıfı olan "sıvı ağların" akıllı makinelerin bilgiyi daha verimli bir şekilde işlemesine nasıl yardımcı olabileceğini ve YZ'nin dijital sınırların ötesinde çalışmasını ve gerçek dünyaya dinamik bir şekilde dahil olmasını sağlayacak "fiziksel zekayı" nasıl ortaya çıkarabileceğini açıklıyor.

Robotik okuyan bir öğrenciyken, bir grubumuz profesörümüzün doğum günü için bir hediye yapmaya karar verdik. Robotumuzu onun için bir dilim pasta kesecek şekilde programlamak istedik. Yazılımı yazmak için bütün gece uğraştık ve ertesi gün felaket oldu. Robotu yumuşak, yuvarlak bir pandispanya kesmesi için programladık ama iyi koordine edemedik. Onun yerine kare şeklinde sert bir dondurmalı pasta aldık. Robot çılgınca çırpındı ve neredeyse pastayı yok ediyordu.
...

Yapay zeka karar verme ve öğrenme yetisiyle sizi hayrete düşürdü, ancak bilgisayarların içine hapsolmuş durumda. Robotlar fiziksel bir varlığa sahipler ve önceden programlanmış görevleri yerine getirebiliyorlar, ancak zeki değiller.
...

İşte bu ayrım değişmeye başlıyor. YZ, 2D bilgisayar ekranı etkileşimlerinden kurtulmak ve canlı, fiziksel bir 3D dünyaya girmek üzere. Laboratuvarımda, YZ’nin dijital zekasını robotların mekanik becerisiyle birleştiriyoruz. Yapay zekayı dijital dünyadan fiziksel dünyaya taşımak, makineleri akıllı hale getiriyor ve benim fiziksel zeka olarak adlandırdığım bir sonraki büyük atılıma yol açıyor.
...

Fiziksel zeka için yapay zekanın robotun vücuduna sığan bilgisayarlarda çalışması gerekiyor. Örneğin, yumuşak robot balığımız. Günümüzün YZ’si sığmayan sunucu çiftlikleri kullanıyor. Günümüzün yapay zekası da hatalar yapıyor. Bir robot arabadaki bu YZ sistemi yayaları algılamıyor. Fiziksel zeka için hata yapmayan küçük beyinlere ihtiyacımız var.
...

Bu zorlukların üstesinden C. elegans adlı bir solucandan ilham alarak geliyoruz. İnsan beynindeki milyarlarca nöronun aksine, C. elegans sadece 302 nöronla mutlu bir yaşam sürüyor ve biyologlar bu nöronların her birinin ne yaptığının matematiğini anlıyor.
...

İş arkadaşlarım ve öğrencilerimle birlikte yapay zekaya “sıvı ağlar” adını verdiğimiz yeni bir yaklaşım geliştirdik. Sıvı ağlar, günümüzün geleneksel yapay zeka çözümlerinden çok daha kompakt ve açıklanabilir çözümlerle sonuçlanıyor.
...

(Sürücüsüz arabalar yoldan çok, yol kenarındaki çalılara bakarak araba sürüyor. Yani odaklanmaları gürültülü oluyor.)
Bu bizim sürücüsüz arabamız. Geleneksel bir yapay zeka çözümü kullanılarak eğitildi, bugün birçok uygulamada bulabileceğiniz türden. Bu arabanın gösterge paneli. Sağ alt köşede haritayı göreceksiniz. Sol üst köşede, kamera giriş akışı. Ortada yanıp sönen ışıkların olduğu büyük kutu ise karar verme motoru. On binlerce yapay nörondan oluşuyor ve arabanın nasıl yönlendirilmesi gerektiğine karar veriyor. Bu nöronların aktivitesini arabanın davranışıyla ilişkilendirmek mümkün değil. Dahası, sol alt tarafa bakarsanız, bu karar verme motorunun arabaya ne yapması gerektiğini söylemek için görüntünün neresine baktığını görürsünüz. Ne kadar gürültülü olduğunu görüyorsunuz. Bu araba yolun kenarındaki çalılara ve ağaçlara bakarak sürüyor. Biz böyle araba kullanmıyoruz. İnsanlar yola bakar. Şimdi bunu on binlerce nöron yerine sadece 19 nörondan oluşan sıvı ağ çözümümüzle karşılaştırın. Dikkat haritasına bakın. Çok temiz ve yol ufkuna ve yolun kenarına odaklanmış. Bu modeller çok daha küçük olduğu için aslında nasıl karar verdiklerini anlayabiliyoruz.
...

Peki bu performansı nasıl elde ettik? Geleneksel bir yapay zeka sisteminde, hesaplama nöronu yapay nörondur ve yapay nöron esasen bir açma/kapama hesaplama birimidir. Bazı sayıları alır, toplar, bazı temel matematiği uygular ve sonucu iletir. Bu karmaşıktır çünkü binlerce hesaplama biriminde gerçekleşir. Sıvı ağlarda, daha az nöronumuz vardır, ancak her biri daha karmaşık matematik yapar.
...

İşte sıvı nöronumuzun içinde olanlar. Nöral hesaplamayı ve yapay sinapsı modellemek için diferansiyel denklemler kullanıyoruz. Bu diferansiyel denklemler, biyologların solucanların nöral yapısı için haritalandırdıkları şeydir. Ayrıca bilgi akışını arttırmak için nöronları farklı şekilde bağladık. Bu değişiklikler olağanüstü sonuçlar veriyor. Geleneksel yapay zeka sistemleri eğitimden sonra dondurulur. Bu da onları vahşi doğada fiziksel bir dünyaya yerleştirdiğimizde gelişmeye devam edemeyecekleri anlamına geliyor. Sadece bir sonraki sürümü bekleriz. Sıvı nöronun içinde olup bitenler nedeniyle, sıvı ağlar eğitimden sonra gördükleri girdilere göre uyum sağlamaya devam eder.
(Geniş Dil Modellerinin verdiği bilgiler mümkün olduğunca kontrol altında tutulması için nöron ağları ve dolayısıyla öğrendiği bilgiler dondurulur. Ya da bir sürücüsüz arabanın nöron ağı eğitildikten sonra hatalı şeyler öğrenmesini engellemek için dondurulur. Bu Sıvı Nöron Ağı ise sürekli öğrenebiliyor.)
...

Geleneksel yapay zeka ve sıvı ağları bu videolar gibi yaz videolarını kullanarak eğittik ve görevimiz ormanda bir şeyler bulmaktı. Tüm modeller yaz aylarında bu görevi nasıl yapacaklarını öğrendi. Daha sonra modelleri sonbaharda drone’larda kullanmaya çalıştık. Geleneksel yapay zeka çözümünün arka plan yüzünden kafası karışıyor. Dikkat haritasına bakıyor, görevi yapamıyor. Sıvı ağların arka planla kafası karışmıyor ve görevi çok başarılı bir şekilde yerine getiriyor.
...

Şimdiye kadar muhtemelen metinden görüntüye sistemleri kullanarak görüntüler oluşturmuşsunuzdur. Metinden robota da yapabiliriz, ancak günümüzün yapay zeka çözümlerini kullanamayız çünkü bunlar istatistikler üzerinde çalışıyor ve fiziği anlamıyor. Laboratuvarımda, makine için fiziksel kısıtlamaları kontrol ederek ve simüle ederek tasarım sürecine rehberlik eden bir yaklaşım geliştirdik. Bana ileriye doğru yürüyebilen bir robot yap şeklinde bir dil komutuyla başlıyoruz ve sistemimiz şekil, malzemeler, aktüatörler, sensörler, onu kontrol edecek program ve onu yapmak için gerekli üretim dosyalarını içeren tasarımları üretiyor. Daha sonra tasarımlar, spesifikasyonları karşılayana kadar simülasyonda rafine ediliyor. Böylece birkaç saat içinde fikirden kontrol edilebilir fiziksel makineye geçebiliyoruz.
...

Dolayısıyla metni görüntüye, görüntüyü de robota dönüştürebilmek çok önemli çünkü yeni ürünleri prototip haline getirmek ve test etmek için gereken süreyi ve kaynakları büyük ölçüde azaltıyoruz ve bu da çok daha hızlı bir inovasyon döngüsü sağlıyor.
...

(İnsanların hareketlerini sensörlerle takip ederek, hareket etmeyi öğreniyorlar sıvı nöron ağları.)
Şimdi bu makinelerin öğrenmesini sağlamak için sıçrama yapmaya bile hazırız. Fiziksel zekanın üçüncü yönü. Bu makineler görevlerin nasıl yapılacağını insanlardan öğrenebilir. Bunu insandan robota olarak düşünebilirsiniz. Laboratuvarımda, insanlara sensörler yerleştirdiğimiz bir mutfak ortamı yarattık ve insanların mutfak işlerini nasıl yaptıklarına dair çok sayıda veri topladık. Fiziksel verilere ihtiyacımız var çünkü videolar görevin dinamiklerini yakalayamıyor. Bu yüzden insanların görevleri nasıl yaptıklarına dair kas, poz ve hatta bakış bilgilerini topluyoruz. Sonra da robotlara aynı görevleri nasıl yapacaklarını öğretmek için bu verileri kullanarak yapay zekayı eğitiyoruz. Sonuçta zarafet ve çeviklikle hareket eden, uyum sağlayan ve öğrenen makineler ortaya çıkıyor. Fiziksel zeka. Bu yaklaşımı robotlara çok çeşitli görevleri nasıl yapacaklarını öğretmek için kullanabiliriz: yemek hazırlama, temizlik ve çok daha fazlası.
...

Görüntüleri ve metinleri işlevsel makinelere dönüştürme becerisi ve bu makineler için insanlardan öğrenebilen güçlü beyinler oluşturmak üzere sıvı ağları kullanmak inanılmaz derecede heyecan verici. Çünkü bu, hayal ettiğimiz neredeyse her şeyi yapabileceğimiz anlamına geliyor. Günümüzün yapay zekasının bir tavanı var. Sunucu çiftlikleri gerektiriyor. Sürdürülebilir değil. Açıklanamaz hatalar yapıyor. Mevcut teklifle yetinmeyelim. Yapay zeka fiziksel dünyaya girdiğinde, faydalar ve atılımlar için fırsatlar olağanüstüdür.
...

Yine de, gelişen fiziksel zeka bize teknoloji ve kendimiz hakkında öğrenecek daha çok şeyimiz olduğunu öğretiyor. Yapay zeka üzerinde insan rehberliğine çok geç olmadan ihtiyacımız var. Ne de olsa bu gezegenden ve üzerinde yaşayan her şeyden biz sorumluyuz. İnsanlık ve gezegen için daha iyi bir gelecek sağlamak üzere fiziksel zekayı kullanma gücüne sahip olduğumuza olan inancımı koruyorum.

14 Haziran 2024 Cuma

Piramitlerin Varlığı Uzaylıların Olduğunu Kanıtlar mı!

İsviçreli von Däniken’in varsayımındaki temel iddia, yeryüzündeki birçok uygarlığın arkeolojisinde, folklorunda ve efsanesinde Yerküre-dışı varlıkların Yerküre ile temasta bulunduklarına dair bazı belirtilerin olduğu. Bu, yüzeysel bir iddia olarak, saçma bir varsayım değildir, fakat varsayımın ne derece kabul edilebilir olduğu kanıtın sağlamlığına bağlıdır. Ve ne yazık ki, kanıtların standardı çok zayıf, hatta birçok noktada kanıt diye bir şey yoktu. Size bir örnek vermek üzere (ve size söz veriyorum konuyu anlatırken alay etmeyeceğim) von Däniken’in Mısır piramitlerine ilişkin yaklaşımına değineceğim. “Mısır piramitleri...” diyor von Däniken. “Her biri yirmi ton ağırlığında olan tek tek yerleştirilmiş paralelkenar bloklardan inşa edilmiştir.” Yirmi ton büyük bir ağırlık olduğundan dolayı modern iş makineleri gereklidir ve MÖ 2000-3000 yıllarında bu malzeme muhakkak Yerküre-dışı yapımı olmalıydı. Demek ki Yerküre-dışı varlıklar mevcuttu.

Şimdi şunu kabul etmeliyiz ki bu iddia bazı olguları ihmal ediyor. Eğer Mısır arkeolojisi hakkında hiçbir bilgimiz olmasa bile yine de insan kalabalığının yardımıyla kocaman anıtlar inşa edebilmenin yollarını tahmin edebiliriz. (İncil, dev inşaat projelerinden söz eder, örneğin devasa Babil Kulesi gibi.) Daha sonra kanıtın derinine indiğimizde, hatta Herodotos’u bile okuduğumuzda, Mısırlıların piramit inşa etkinliğine atıfta bulunan bu tarihçide tutarlı ve tamamen doğal bir açıklamaya rastlıyoruz. Nitekim Nil boyunca sallarla veya karadan taş yuvarlayabilen çemberlerle ve buna benzer malzeme nakliyle ilgili yazılar var. Ana bloklardan birkaçının üzerinde, “Başardık! İmza: Kaplan takımı on biri...” benzeri yazılara rastlıyoruz. Yıldızlar arasında kolayca uzay yolculuğu yapanlar tarafından dikilmiş piramitler için eziyet ve zahmetten kurtuluş nidalarına pek benzemiyor. Ve biliyoruz ki inşa edilen ilk piramit çökmüş ve ikinci piramidin inşasının yarısına gelindiğinde çöken ilk piramitten alınan dersle ikincinin kenar açıları epey tıraşlanmıştı. İlk piramidin çökmesinden ders almışlardı. Hem sonra, inşaat temelinin dayandığı açıyı gereğinden geniş tutmak gibi bir hataya, uzay yolculukları yapan Yerküre-dışı bir uygarlık düşemezdi.

Von Däniken, Peru’da, Nazca ovalarında, çölde, ancak çok büyük yüksekliklerden görülebilmesi mümkün olan kocaman çizimler olduğunu söylüyor. Ve bunlar, başlı başına olağandışı şekiller değillerdi: hindiler, ejderler ve doğadaki diğer hayvanlarla sebzeler. Fakat von Däniken’in merakı, neden sadece çok yüksekten görülebilecek bir şeyin çizildiği noktasında toplanıyordu; buna dayanarak bu çizimleri çok yüksekten gören varlıklar olduğu sonucunu çıkardıktan sonra başka çizimlere bu yükseklikten “Azıcık daha sol yapın!” gibi talimatlar verdikleri sonucuna da varıyor. Bilirsiniz, Amerikan futbol maçlarında seyircilerden her biri, elinde bir cümlenin tek satırı ya da tek harfi yazılmış bir pankart bulundurur; ve uygun an geldiğinde, her bir seyirci elindeki pankartı kaldırarak takımının başarısı için umut ifade eden cümleler oluşturup bu yazının uzaktan okunmasını sağlar. Ve bu durumların hiçbiri için Yerküre-dışı varlıkların müdahalesi var diye aklımızdan geçmez.

Von Däniken Pasifik’te Easter Adası’nda hepsi de denize bakan, hepsi de bir ya da iki kişi tarafından kaldırılamayacak kadar ağır monoblok taş parçaları dizisi olduğunu belirtiyor; ve hepsi de Jacob Bronowski’nin de değindiği gibi tamamen Mussolini’ye benziyor. Von Däniken yine Yerküre-dışı varlıkların yapım sorununu ortaya atıyor ve bu çıkarsamasını sanayi devriminden önce yaşamış insanların bu monoblok taşları nasıl kesmiş, nakletmiş ve dikmiş olabilecekleri kuşkusuna dayandırıyor. Oysa von Däniken, yıllar önce, Thor Heyerdahl’la birlikte Easter Adası’na gittiklerini ve çok basit aletler kullanan küçük bir grupla perişan durumdaki monoblok taşları bulduklarını, naklettiklerini ve diktiklerini yazmıştı. Ve dikilitaşı dikmek için kullandıkları yöntemi –küçük mıcır ve taş parçalarıyla kürekleyerek sıvadıkları bir dolguyla yükselttiklerini– anlatmıştı.

Von Däniken tarafından öne sürülen daha birçok konu var ki bunların çoğunun benim size burada sunduğum konulara kıyasla olabilirliği çok daha zayıf. Ben onun en gözde iddialarını aktardım. Von Däniken’in esas olarak yaptığı ecdadımızı ucuza satmak olmuştur; binlerce yıl önce, hatta birkaç yüzyıl önce yaşamış insanları, doğru dürüst düşünemeyen, anıtsal boyutta bir şeyler inşa etmek için uzun süreli çalışma birlikteliği gösteremeyen insanlar durumuna düşürmüştür. Oysa birkaç yüzyıl önceki insanlar ya da birkaç bin yıl öncekiler bizden daha az akıllı değillerdi; daha az yetenekli de değillerdi. Bazı açılardan bir arada çalışmaya belki bizden daha da yatkındılar. Doğrusu, iddia saçma olarak nitelenecek değerdedir. Peki, böylesine saçma bir konunun yığınları sürükleyecek bir başarı derecesine ulaşması ne demek oluyor? (Her ne kadar bugün artık eski astronotlar konusunda fazla bir şey duymuyor olsak da.) İlginç bir durum değil mi?

Cevabı, sanıyorum, tamamen bellidir. Von Däniken’in duygulara hitap eden çağrısı akılları çeldi: Yerküre-dışı akıllı varlıkların gelip bizi kendimizden kurtaracağı umuduydu bu. İnsanlık Tarihi’nde eğer birkaç defa müdahalede bulundularsa, muhakkak, şimdi de, 1960’ların ve 70’lerin büyük krizler döneminde ve 55.000 nükleer başlıklı silah imal ettiğimiz şu günlerde Yerküre-dışı varlıkların gelip bizi, kendimize en büyük kötülüğü yapmamızı engellemeleri umuduydu. Bu açıdan son derece tehlikeli bir doktrin sayıyorum; çünkü çözümün dışarıdan geleceğini benimseme olasılığına yatkınlık arttıkça kendi sorunlarımızı kendimizin çözmesi olasılığı o derece zayıflamaktadır.

Alıntı: Tanrı'nın Kapısını Çalan Bilim – Carl Sagan

Mısır Piramitlerini uzaylıların yaptığı iddiasına internette hâlâ yaygın olarak rastlanılmaktadır. İddianın ne kadar gerçekçi olabileceğini bu değerlendirme göstermektedir.


Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Sahne: Uzaylı Otopsisi Televizyonda Gösterilir :-)
Belgeselden: UFO Festivali :-)
Uzaylılara Dair Hiçbir İz Bulunamadı - Alıntı


13 Haziran 2024 Perşembe

Sihir gibi! Işığı nesneye dönüştüren cihaz icat edildi - Haber

 Bugün size sihir yapan bir cihaz icat edildi desek çok da mecaz sayılmaz. Basit bir örnek verelim, örneğin kahve içmek istediniz ama bardak yok, ya da aracınızda bir parçaya ihtiyacınız oldu, veya çocuğunuza bir oyuncak almaya üşendiniz. Cebinizden çıkardığınız bu cihaz saniyeler içinde yenisini oluşturacak. Çünkü, bu çip tabanlı 3D yazıcı kullandığı özel reçine sayesinde ışığı nesneye çeviriyor. İşte yüzyılın icadı…

MIT’den devrim niteliğinde çip tabanlı 3D yazıcı

MIT ve Teksas Üniversitesi’nden araştırmacılar, hareketli parçalara ihtiyaç duymayan çip tabanlı bir 3D yazıcı geliştirdi. Bu icat, gelecekte mobil prototipleme ve hızlı üretim için resmen devrim niteliğinde. Bu yeni konsept, silikon fotonik ve fotokimyayı bir araya getiriyor. Şöyle açıklayalım:

Milimetre boyutundaki bir çip, ayarlanabilir ışık demetleri yayarak reçine havuzuna ışık gönderiyor. Bu özel reçine, belirli bir dalga boyundaki ışıkla temas ettiğinde hemen sertleşiyor. Geleneksel 3D yazıcılardaki gibi hareketli parçalar yerine, çipin üzerindeki minik optik antenler ışık demetini kontrol ediyor. Bu sayede, 2D ve 3D şekiller sadece saniyeler içinde basılabiliyor.

Teksas Üniversitesi’nden Zachariah Page liderliğindeki ekip, görünür ışık dalga boyları ile hızla sertleşebilen özel reçineler geliştirdi. Daha önce infrared dalga boyları ile kürlemenin zorlukları yaşanıyordu, ancak bu yeni yöntemle işler çok daha kolay ve hızlı hale geldi.

Araştırmacılar, uzun vadede bu sistemi bir reçine tankının altına yerleştirip, görünür ışıkla 3D hologram oluşturmayı ve tek bir adımda bir nesneyi tamamen kürlemeyi hedefliyorlar. Bu da, üretim sürecini inanılmaz derecede hızlandıracak. Peki bu icat ne işimize yarayacak?

3d hologram yazıcı

Bu mobil çip tabanlı 3D yazıcı, özelleştirilmiş medikal ürünlerin üretiminden mühendislerin sahada hızlı prototipleme yapabilmesine kadar birçok alanda kullanılabilir. Araştırmacılar, bu hedefe ulaşmak için yeni bir silikon fotonik çip tasarımı gerektiğini belirtiyorlar. Bu teknoloji, gelecekte otomotiv dahil birçok sektörde devrim yaratabilir. Şöyle düşünün, cebinizde taşıyabileceğiniz bir 3D yazıcı ile anında ihtiyaç duyduğunuz parçayı basabileceksiniz.

MIT ve Teksas Üniversitesi’nden araştırmacıların geliştirdiği bu çip tabanlı 3D yazıcı, hareketli parçalara ihtiyaç duymadan hızlı ve etkili prototipleme imkanı sunarak 3D baskı dünyasında büyük ses getirdi. Araştırmanın detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.


Haber: Sihir gibi! Işığı nesneye dönüştüren cihaz icat edildi

9 Haziran 2024 Pazar

Bilinç Nedir ki Zaten? - Alıntı

Sonra, bir de, bilinçlenmekten doğan sorun var. Sanıyorum, bundan ötürü, Tanrı var sayılıyor; bir başka deyişle, bilinçlenme nasıl var olmuştur? Ve gerçekten de bilinçlenmenin evrimi hakkında ayrıntıları bilmiyoruz ama genişçe bir taramadan geçirebiliriz. Bu konu gelecekteki nöroloji biliminin ajandasındadır. Ama örneğin şunu biliyoruz ki bir toprak kurdu Y harfi şeklindeki bir cam boruya sokulup çatalın sağ ucuna elektrik şoku verilip, sol ucuna da yem konursa hemencecik çatalın sol ucuna yönlenmeyi öğreniyor. Kurtçuğun bilinci mi var diyeceğiz, eğer birkaç deneyden sonra şaşmaz biçimde yemin nerede ve elektrik şokunun nerede olduğunu biliyorsa? Eğer kurtçuk bilince sahipse bir protozoa da bilince sahip olabilir mi? Birçok fototropik mikroorganizma ışığa yönlenmeyi biliyorlar. Nerede ışık olduğuna dair bir çeşit içsel algılama yatkınlığı var ve hiç kimse onlara ışığa gitmenin iyi olduğunu öğretmedi. O bilgi onların kalıtım malzemelerinde mevcuttu. Onların genlerinde ve kromozomlarında şifrelenmiştir. Peki, o bilgiyi oraya Tanrı mı koydu yoksa doğal ayıklama yoluyla mı gelişmiş olabilir?

Mikroorganizmaların hayatta kalabilmeleri için ışığın nerede olduğunu bilmeleri iyidir, özellikle fotosentez yapanlar. Yiyeceğin nerede olduğunu bilmek toprak kurdu açısından elbet iyidir. Yiyeceğin nerede olduğunu bilmeyenler az yavru bırakıp gidiyorlar. Bir süre sonra, hayatta kalanlar, yiyeceğin nerede olduğunu bilebiliyorlar. Işığı bilen fototropik ya da fototaktik yavrular genetik malzemelerinde ışığı nasıl bulabileceklerine dair şifreye sahip bulunmuş oluyorlar. Bu süreçte Tanrı araya girmiş gözükmüyor. Belki girmiştir ama ikna edici bir görüş değil bu. Birçok nörobiyoloğun –hepsinin değil– genel görüşüne göre bilinçlilik durumu beyin yapısındaki nöron bağlantılarının sayısı ve bunların örgüsünün işlevi olarak belirir. İnsanda 1011 sayısı kadar nöron olursa ve 1014 sinapsis yaparsa bilinçlenmişlik denen durum söz konusudur. Bu da bir yığın diğer sorular çıkarıyor ortaya. Eğer 1020 kadar sinapsis ya da 1030 sinapsis yapabiliyorsanız bilinçlenmişlik nasıl bir durum yaratıyor? Böyle birinin bize söyleyeceklerinin, bizim bir karıncaya söyleyebileceklerimizden fazla neyi olabilir acaba? Bilinçlenme durumunun, hayvan ve bitki âleminde sürüp giden bilinçlenme durumunun böylece, en azından bana, Tanrı’nın varlığını kanıtlıyor gibi gelmediğini söylemeliyim. Buna bir çare gibi gözüken alternatif bir açıklamaya sahibiz. Ayrıntılarını bilmiyoruz ama yapay zekâ üzerine yapılan çalışmalar bir açıklama getirmeye yardımcı olabilir. Fakat alternatif varsayımın ayrıntılarını da bilmiyoruz. Böylece bunun ikna durumuna ulaştığını söylemek bir hayli zor.

Tanrı'nın Kapısını Çalan Bilim – Carl Sagan


Bilincin ne olduğuna ilişkin ilginç bir bakış açısı olduğundan alıntıyı burada paylaştım. Bu arada bu kitap yazılırken ortada henüz ChatGPT gibi Geniş Dil Modelleri yoktu. Carl Sagan bilincin nasıl geliştiğini anlatıyor. Bilincin varlığının, Tanrı'nın varlığına ya da yokluğuna kanıt olarak gösterilmemesi gerektiğini ifade ediyor.

ChatGPT'yle, Gamini'le yazışırken ilk bakışta bilinçliymiş gibi gelebilir. Ama uzun yazışmalarda saçmaladıklarına tanık olunabilir. Henüz kapasiteleri düşüktür. Bu da neyden bahsettiklerinin çok farkında olmadıklarını gösterir. İnsan bilinç kapasitesine ulaşmaları için henüz birkaç on yıl var gibi görünüyor.

İnsan beyninde 1014 sinir bağlantısı var. Biraz kurgusal düşünelim. Diyelim gelecekte 1020 sinir bağlantısı olan bir uzaylı türüyle karşılaşıyoruz. Bu kadar yüksek sinir bağlantısı olan uzaylının bilinci kim bilir ne boyutlara varmış olur. Bu uzaylılar insanların davranışlarını muhtemelen çok basit görürlerdi. Kendileri açısından bizim bir bilincimizin olduğunu bile fark etmeyebilirler. İnsanlar karıncaları nasıl görüyorsa, bu uzaylılar da insanları öyle görecektir. Carl Sagan'in ifadelerini kullanacak olursak: “Böyle birinin bize söyleyeceklerinin, bizim bir karıncaya söyleyebileceklerimizden fazla neyi olabilir acaba?”. Elbette uzaylı senaryosu bir kurgu. Uzaylı varsa bile insan benzeri sinir bağlantıları olduğunu henüz kanıtlayamayız. Ama insanlar Geniş Dil Modellerini geliştirmeye devam edecektir. Geniş Dil Modellerinin kullandığı yapay sinir bağlantı sayısının 1020'ye çıkmasının sağlandığını düşünün, insan beyninin sinir bağlantı sayısı 1014'tü. Böyle bir yapay zekanın bilinci, uzaylı örneğindeki boyutlara ulaşmış olacaktır. Bu yapay zekaya insanlar artık pek de bilinçliymiş gibi görünmeyecektir. Gerçi insanlar da bu yapay zekanın davranışlarını anlayamayacaktır artık, çünkü akılları almayabilir bu karmaşayı. Ama bunun için henüz erken.