21 Ocak 2021 Perşembe

Hayaller

Peki insan ne zaman yaşar öyleyse? Ne diye hayatımızı

berbat etmeli?

İşin kendisi için; başka bir şey için değil. Çalışmak hiç

değilse benim hayatımın gayesi, içi, dışı, her şeyidir. İşte sen

hayatından çalışmayı attın; ne oldun sanki? Ben son defa

olarak seni kurtarmaya çalışacağım. Bundan sonra gene de

Tarantyevlerle, Alekseyevlerle oturursan, büsbütün yok olur

gidersin. Ya şimdi kurtulursun ya da hiçbir zaman...

Oblomov endişeli gözlerle dinliyordu. Dostu sanki ona bir

ayna tutmuş, içinde kendini görüp korkmuştu.

İçini çekerek:

Andrey, bana sitem edeceğine yardım et, dedi.

Halimden ben de şikâyetçiyim. Bu sabah nasıl talihime

ağladım, nasıl kendi mezarımı kendim kazdım, görseydin

bana öyle sitem etmezdin. Her şeyi biliyorum, anlıyorum,

ama gücüm, iradem yok. Bana iradeni, zekânı aşıla, o

zaman istediğin yere götür. Belki senin peşinden gelebilirim,

ama yalnız başıma yerimden kımıldayamam. Hakkın var: Bu

iş ya şimdi olur ya da hiçbir zaman olmaz. Bir yıl sonra iş

işten geçer.

Sen misin bunları söyleyen İlya? Preçistinki’den

Kodrino’ya yürüdüğün zamanlar ne çevik bir çocuktun,

hatırlıyor musun? Orada bir bahçe vardı... İki kız kardeş

hatırında mı? Onlara götürdüğün Rousseau’ları, Schiller’leri,

Goethe’leri, Byron’ları, ellerinden aldığın Cottin’leri,

Genlis’leri unuttun mu? Onlara önderlik etmek, zevklerini

düzeltmek istiyordun.

Oblomov kanepeden fırladı:

Ne? Sen bunu da hatırlıyorsun ha Andrey? Unutur

muyum hiç. Onlarla ne hayaller, ne umutlar, ne planlar

kurmuştum. Hatta onlara kalbimden de söz ederdim; ama

sen yokken... Gülersin diye korkardım... Öldü ve bir daha

dirilmedi. Nereye gitti bütün bunlar, niçin bu ateş söndü?

Anlamıyorum. Başımdan öyle büyük felaketler, kasırgalar da

geçmedi. Hiçbir şey kaybetmedim. Vicdanımda hiçbir leke

yok, cam gibi tertemiz, gururumu kıracak hiçbir şey olmadı.

Tanrı bilir niçin hayatım böyle harcandı gitti.

Oblomov bir ah çekip devam etti:

Biliyor musun Andrey, benim içimde ne yakıcı, ne de

kurtarıcı hiçbir ateş yanmadı. Hayatımda hiçbir zaman

başkalarınınki gibi gittikçe renklenen, parlak bir güne

çevrilen bir sabah olmadı; bir sabah ki yakıcı öğlesi

geçtikten sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden

akşama karışsın. Hayır, benim hayatım, sönmüş başladı.

Tuhaf, fakat böyle. Kendimi bilir bilmez sönmeye başladığımı

hissettim. Sönüşüm dairede, evrak başında oturduğum

zaman başladı; sonra kitapları okuyup da onlarda hayatta

kullanamayacağım gerçekler buldukça, dostlar arasında

dedikodular, alaylar, soğuk, kötü, boş gevezelikler

dinledikçe, gayesiz, sevgisiz toplantılara katıldıkça daha da

kötü oldum. Mina ile de hayatımı, kuvvetlerimi harcadım; onu

sevdiğimi sanarak gelirimin yarısından fazlasını israf ettim.

Nevskiy Bulvarı’nda kürklü mantolar arasında bir aşağı bir

yukarı dolaştığım zamanlar; evlenecek iyi bir kısmet olduğum

için akşam toplantılarına çağrıldığım zamanlar; şehirden

yazlığa, yazlıktan Gorohovaya Caddesi’ne taşındığım

zamanlar, hayatımı, kafamı boşu boşuna harcıyordum.

İlkbahar benim için ıstakoz ve istiridye mevsimiydi; sonbahar

ve kış kabul günleriyle doluydu; yaz gezintilerle geçerdi...

Bütün hayat tembel ve rahat bir uyku idi. Gururumu da

nelerde kullandım? Ünlü bir terziye elbise ısmarlamakta;

tanınmış aileler içine kabul edilmekte; Prens P.’nin elini

sıkmakta... Gurur hayatın tuzudur derler; gururum nereye

gitti? Ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım ya da bu hayatın

hiçbir değeri yoktu. Daha iyisini de bulamadım, göremedim,

kimse de göstermedi. Sen bir gelip, bir kayboluyordun, tıpkı

parlak, hızlı bir kuyrukluyıldız gibi; bense her şeyi unutuyor,

ağır ağır sönüyordum...

Ştolts artık alaylı gülümsemesini bırakmış, Oblomov’u

kaygılı bir sessizlik içinde dinliyordu.

Oblomov devam etti:

Demin bana yüzümün pörsümüş, tazeliğini yitirmiş

olduğunu söyledin. Doğru, ben yıpranmış bir elbise gibiyim;

nedeni de ne iklim, ne de iş yorgunluğu. On iki yıldır içimdeki

ateş, yakacak hiçbir şey bulamayınca kapalı kaldı, kendi

zindanını yaktı ve söndü. On iki yıl geçti, sevgili Andrey; artık

bu uykudan uyanmak isteğini bile duymaz oldum.

Ştolts sabırsızlandı:

Niçin kendini çıkarmadın bu bataktan? Niçin, susup

oturmakta ayak direyecek yerde, kendini kurtarmadın?

Kurtarıp da nereye gidecektim sanki?

Nereye mi? Hiç değilse Volga’ya, köylülerin yanına.

Orada yapılacak daha iyi şeyler var. Hayatının bir anlamı

olurdu; bir amacın, bir işin olurdu; Sibirya’ya, Şitka’ya bile

giderdim ben olsam...

Sen de insana her zaman öyle çetin yollar teklif edersin

ki. Hem sonra yalnız ben mi böyleyim? Mihailov, Petrov,

Semyonov, Stepanov... Saymakla bitmez; bir alay insan,

hepsi böyle.

Oblomov’un itirafları Ştolts’a dokunmuştu. Bir şey

söylemedi, içini çekti; biraz sonra:

Evet, dedi; zaman insanları değiştiriyor; ben seni bu

durumda bırakmam artık, alıp götüreceğim seni. İlkin

Avrupa’ya, sonra da köye. Bu göbeği eriteceksin, kendine

geleceksin, sonra da bir iş bulacağız sana.


Alıntı: Oblomov


Tıpkı Ştolts gibi Avrupalı okuyucu da Oblomov’un

hikâyesini hiçbir zaman hakkıyla anlayamayacaktır. Gerçi

Oblomov’u ancak Avrupalı bir kafa, Gonçarov’un

Avrupalılaşmış kafası edebiyata sokabilmişti. Ama Avrupa

edebiyatında bu tipin benzerine bile rastlamak imkânsızdır.

Ona benzese benzese Don Kişot, Hamlet, Werther,

Adolphe, René gibi hasta kahramanlar, işsiz beyzadeler

benzeyebilirdi. Ama onlar işsizlikten bile iş çıkarmanın,

hayallerini şu ya da bu şekilde yaşamanın, hatta hayalleri

uğrunda ölmenin yolunu buluyorlar. Avrupa, hayallerini

gerçekleştirmek için kuran insanların ülkesidir. Orada

gerçekleşemeyen hayal bir acı kaynağı, bir tragedya

konusudur. Doğu’da ise hayal bir keyif, bir gerçekten kaçma

vesilesidir. Doğulu, geviş getirir gibi, kendi içinde başlayıp

kendi içinde biten, hedefsiz, başıboş hayaller kurar.

Oblomov’da gerçeğin yerini tutan hayal, Ştolts’da bir

teşebbüsün hazırlığı, ilk adımıdır.

Rusya’da en çok okunmuş, anlaşılmış, günlük konuşmalara

karışmış olan bu romanın, Avrupa’da en aydın okuyucular

tarafından bile anlayışsızlıkla karşılanması mukadderdi.

Bizde ise Oblomov’un büyük bir anlayış bulması beklenebilir;

çünkü Oblomov’u yaratmış olan koşullar bizde de pek yakın

zamanlara kadar vardı. Hatta Türk okuyucusu tanıdıkları

arasında Oblomov’a benzeyen insanlar görebilecektir.

Konya’daki çiftliğinin geliriyle Beyoğlu’nda, bir türlü

gerçekleşmeyen hayaller içinde yaşayan işsiz yarı aydınlar

ve memurlar az değildir. Kaldı ki hepimizde, iş hayatına

karışanlarımızda bile, Oblomovluk vardır. Avrupalılaşma

yolunu tutan her Doğu milletinde Oblomovluk kolay kolay

ruhlardan çıkmayacaktır. Oblomovluktan kurtulmak için onun

tam zıddını örnek tutmuş olan, dünya görüşünü iş üzerine

kurmuş olan yeni Rusya’da bile Oblomov’lar kuşağının

büsbütün kuruduğu ileri sürülemez. Nitekim Lenin diyor ki:

Rusya üç devrim geçirdi, ama gene de Oblomov’lar kaldı;

çünkü Oblomov’lar yalnız derebeyler, köylüler, aydınlar

arasında değil, işçiler, komünistler arasında da vardır.

Toplantılarda, komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız,

eski Oblomov’un içimizde olduğunu görürsünüz. Onu adam

etmek için daha çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak,

dövmek gerekecektir.”


Alıntı: Oblomov - Önsöz


Elbette, burada çalışkanlık karikatürize edilmektedir. Seri üretim yapabilmek. Araba üretebilmek. Uçak üretebilmek. Elbette bilgisayar üretebilmek. Yeni elektronik aletler tasarlayabilmektir bahsedilen çalışkanlık, günümüz bakış açısıyla. Evet bazı doğu ülkelerinde bu şeylerin bazıları yapılabilmektedir. Ama yine batı ülkelerinin ortaklığıyla olmaktadır. Onların yol göstermesiyle sağlanmaktadır. Bu doğu ülkelerinden de yeni ürün tasarlamasını beklemek gerçekçi değildir. Evet böyle hayalleri olabilir. Halklarını heyecanlandıracak şeyler söyleyebilir siyasetçileri. Mesela yeni araba üretip, seri üretimini yapacaklarını düşünebilirler. Ama sadece oyalanırlar hayalleriyle. Prototip olarak kalır araba. Ama ilginçtir Çin bu kapsamın dışına çıkmış görünüyor, garip bir şekilde. Gayet iyi şekilde seri üretim yapıyor. Yeni ürünler tasarlayabiliyor kısmen. Ama yine de bunun nedeni, batı ülkelerindeki şirketlerin üretimlerini Çin’de yapıyor olmasıdır. Bu sayede çok şey öğrenmiş görünüyor Çin. Ülkelerindeki şirketlerin üretimlerini Çin’de yapması nedeniyle, işsiz kalıyor olduklarını düşünen azımsanmayacak kadar ABD vatandaşı var mesela. Yani üretimlerini Çin’de yaptıran şirketlerin etkisi bu derece yüksek. Belli ki Çin de bundan öğreniyor.


Bu da İlginizi Çekebilir:
Kabüllenmek - Sahne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder