On sekizinci yüzyılın Avrupa'sını kasıp kavuran bir makine vardı. Satranç oynayan bir makine. Gösterilere çıkarılırdı. Rakiplerini zorlardı. İnsanları şaşırtırdı. Bu makine The Turk'tü! Oldukça gizemliydi. Neydi ki bu! İzleyiciler kanıtlayamıyordu. Ama bu ilginç makine göründüğünün aksine kendi kendine oynamıyordu. İçinde gizlenen bir satranç oyuncusunun yardımıyla oynuyordu. İzleyiciler, güzel bir gösteri izlemiş oluyorlardı. Kasparov, Deep Blue'ya gizlice talimat veren bir satranç oyuncusunun varlığından bahsetmişti. Deep Blue The Turk'e benzetilmişti. Game Over: Kasparov and the Machine belgeselinde de konudan bahseder.
Aslında 1990'daki teknoloji böyle basit hileyi yapmaya yeterli olurdu. IBM hile yapmaya niyetli olsaydı bunu çok önce de yapabilirdi. 1997'ye kalmazdı. Hatta 1996'da da yenilmezdi Deep Blue. Sahi 1996'daki ilk maçta niçin böyle iddialar dile getirilmemişti. Aslında iyi gidiyorken, insan müdahalesi yüzünden yenilmiş olamaz mıydı, Deep Blue. :-)
AlphaGo Go oynuyor. Hem de iyi oynuyor görünüyor. En iyi Go oyuncusunu, Lee Sedol'ı yendi 2016'da! Ama hile yapıldığı, insan müdahalesi olduğu kimsenin aklına gelmedi. Kimse Google'ı suçlamadı; AlphaGo'yu Google'in DeepMind şirketi geliştirmişti. Üstelik Go satrançtan daha karmaşıktır. Yani bilgisayarın satrançta insan müdahalesine ihtiyacı varsa, Go oyununda bu ihtiyaç daha da belirgin olmalıydı. Bilgisayarın zeka gerektiren şeylerde bile üstün gelebileceği, insanlara artık daha mümkün görünmeye başladı, sanırım. Kanıksandı.
Kasparov için satranç öncelikliydi. IBM için ise asıl vurgulamak istediği dakikada 200 milyon hamle hesaplayabildiğiydi. Bu modelin, Deep Blue yazılımını bile çalıştırabilen çok hızlı bir sunucu olduğunu kanıtlamaktı. Potansiyel müşteri şirketlere, bu model sunucularının ne kadar işlerine yarayabileceğini göstermesinin dikkat çekici bir yolu da bu satranç maçıydı. İşe yaradı da. Hisseleri yükselmişti.
Kasparov'un konferansında bahsettiği tam da o felaket tellalları gibi düşündüğünü varsayardım. Ama Deep Blue'yla mücadelesinden ilham almış. Zamanla fikirlerini değiştirmiş. Kasparov'dan benim fikirlerime yakın şeyler duymak sevindirici. Artık teknolojiye daha çok güveniyor.
Terminatör, gerilimin iyi verildiği bir film olabilir. Jamas Cameron fena felaket tellallığı yapmıştı. Ama Jamas Cameron'ın da böyle bir geleceğe inandığını sanmıyorum. Sadece, felaket tellallığı izleyici toplamayı kolaylaştıracaktı. Kendisi Titanik'i incelemeyi sever. Hobisidir. Defalarca okyanusta Titanik'e inmiştir. Elbette gelişmiş robot denizaltılarıyla incelemiştir. Yani son teknolojiyi kullanmaya bayılır. Onlardan korkmaz.
Kasparov “Makineler hesap yapabilir. Biz ise anlama gücüne sahibiz. Makineler talimata göre çalışır.” diyor ve ekliyor; “Makinelerimizin yapabildiklerinden endişe duymamıza gerek yok.”. Doğru, endişelenmeye gerek yok. Ama bunun nedeni, anlama kapasiteleri olmamasına bağlanmamalı. Makineler hep böyle kalacakmış gibi anlatmış Kasparov. Günümüzde araba plakası okuyabilen sistemler kullanılmaktadır. Her araba geçtiğinde okuması iyileşmektedir. Öğrenmektedir. Sistemdeki yapay sinir ağları yeni bağlantılar kurmaktadır. O plakayı anlamaktadır. Elbette çok basit veri bağlantıları oluşturmaktadır. Google Çeviri ise daha yüksek seviyede anlamaktadır. Çünkü daha büyük veriler arasında daha karmaşık bağlantılar kurmaktadır. Tercüme kalitesini arttırmaktadır, kullanıcılardan da öğrenerek. Yani “nereden itibaren anlamaya başlamak” olduğunu gösteren belirgin bir sınır yoktur, genel kanının aksine. Doğru, Deep Blue hiç anlayamayacaktı. Çünkü O'nda yapay sinir ağı yoktu. Ama IBM Watson'da yapay sinir ağı var.
Komşu kedilerin, bahçesini tuvalet olarak kullanmasından usanmıştır Bob Bond. Bahçeye giren kedileri tanıyan yazılım geliştirmeye karar verir. Bahçeye kedi girdiğinde otomatik sulama sistemini açacaktır. Elbette bunu yapay sinirler kullanarak yapacaktır Nvidia programcısı Bob Bond. Sonra sisteme internetten milyonlarca kedi fotoğrafı yükler. Kamera kedileri diğer hayvanlardan ayırmayı öğrenir. Başta kedilerin %30'unu tanıyabiliyordur. 3 ay içinde %60'a çıkar, programcının kendisinin çektiği fotoğrafları eklemesinin de yardımıyla. Ve artık bahçeye gelen kedilerin %90'ını tanıyor!
Bu program kedinin ne olduğunu bir ölçüde anlıyor. Bizler kediyi daha kapsamlı anlıyoruz. Bir biyolog ise çok daha kapsamlı anlar. Onun kafasında oluşturduğu kedi modeli çok daha kapsamlıdır. Programın oluşturduğu model sadece grafiktir. Bizler biraz daha detaylı tarif edebiliriz. Ama biyoloğun tarifi kuşkusuz çok daha detaylı olacaktır; Sadece şekli, sesi ve 1-2 numarasıyla sınırlı kalmayacaktır. Program da, biz de, biyolog da kediyi farklı düzeylerde anlamaktadır!
Bu arada, AlphaGo'ya milyonlarca oyun yüklenmişti. Kendisine karşı defalarca kez oynaması sağlanmıştı. Oyunu öğrendi, yapay sinir ağı sayesinde. Sezgi gibi bir şey kazandı deniyor. Şey, öğrenmek yeterince tanımlamadı, ustalaştı diyebiliriz. Bitmedi! Yine DeepMind yazılımı yürümeyi, engellerden atlamayı, duvarlarda yönünü değiştirmeyi öğrendi. Bunu kendi kendine yaptı. Sanal bir ortamda, sadece ödül sistemiyle teşvik edildi. Şirketin başka bir projesinde yazılıma 5000 tane film ve dizi gösterildi. DeepMind dudak okumayı öğrendi, aktörlerin konuşmalarını takip ederek. Bazen belge ve kitap taradığımız oluyor, bilgisayara geçirmek için. Ama çoğu harfi düzgünce dijitalleştiremiyor yazılımlar. DeepMind bu konuda da işe yarayacaktır muhtemelen. Farklı biçimlerde yazılarla sıkça karşılaştıkça harfleri öğrenecektir. Kaliteli şekilde tarama sağlanabilecektir. Google zaten kitapları dijitalleştiriyor. Böylece aramalara dahil edilebiliyorlar. DeepMind'i bu amaç için de kullanması şaşırtıcı olmayacaktır.
Zamanla daha karmaşık modelleri tanıyacak bilgisayarlar. Büyük veriler arasında karmaşık bağlantılar kuracak. Sonunda kendisinin de bir modelini oluşturacak. Yani bilinç olgunlaşmaya başlayacak. Bu 200-300 yapay sinir tanımlanmış makinelerde olmayacak. Milyon tane yapay sinir tanımlanmış bilgisayarlarda olacak.
İşte o zaman büyük tartışmalar başlayacak. Bilgisayarlar daha da karmaşık şeyleri anlamaya başladığında, insanların çoğu bunu hemen hissetmeyecekler. Ve nereden sonra, onların artık bir bilinci var denilebileceğine kolayca karar veremeyecekler. Onları bundan böyle işlerimizi yapmaya zorlayacak mıyız? Kölelerimiz gibi kullanmaya hakkımız olacak mı? Onlar gerçekten anlıyor mu denilecektir. Onlara insan hakkı verilmeli midir diye tartışılacak. Onlar özgür müdür, yoksa bizim malımız mıdır diye sorulacak. Bazıları onların artık anlayabiliyor olduğunu uzun süre kabul edemeyecek. İnsanlar tehdit altında değildir. İlla bir tehdit aranacaksa; Tehdit altında olanlar aslında makinelerdir. Anlayabiliyor oldukları halde belki uzun süre köle kalmaya devam edecekler. :-)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder